 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1991/11-615
K: 1992/57
T: 12.2.1992
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- TEK İHRACATÇILIK SÖZLEŞMESİ ( Üretilen Malların Yurt Dışına İhraç Edilmesi )
- FAİZ ( Hukuki Niteliği İtibariyle Asıl Alacağı Genişleten Fer'i Bir Hak Olması )
- ASIL ALACAĞI GENİŞLETEN FER'İ BİR HAK ( Faiz )
- TEMERRÜT FAİZİ (Borcun Zamanında Ödenmemesi Üzerine Kanun Gereği Kendiliğinden İşlemeye Başlayan Karşılık Olması)
- ZARAR GÖRMEYE GEREK OLMAMASI ( Temerrüt Faizi İstenebilmesi )
- REESKONT FAİZİNİN SONRAKİ BİR DAVA İLE İSTENMESİ ( Şartları )
818/m.103,105,96,98
DAVA : Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara .... Asliye Ticaret Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen ... gün ve ... sayılı kararın incelenmesi davalı ... tarafından istenmekle, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nin 23.1.1990 gün ve 274-112 sayılı ilamıyle; ( .. Açılan bir davada faiz istenmemiş ise bilahare sırf faiz için müstakil bir dava açılması Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatları ile kabul edilmiş ise de davacının hukuki durumu itibariyle isteyebileceği faiz oranını bölmek suretiyle bir kısmını ilk davada isteyip bakiyesini müstakil bir dava ile istemesi tecviz edilemez. Bu sebeple işbu dava tarihinde davacının isteyebileceği en yüksek faiz oranı esas alınıp bu orana kadar olan faiz isteğinden evvelki davada sarfınazar edildiği kabul edilerek talep edilen faizi aşan zararın hesabında davacının isteyebileceği en yüksek faiz oranı alt sınır olarak kabul edilip, bunu aşan zararın munzam zarar olarak hüküm altına alınması gerekir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 20.10.1987 gün ve 987/11-244-752 sayılı kararı da bu doğrultudadır. O halde, bu husus dikkate alınmadan ilk hükümde tesbit edilen faiz oranına göre yapılan hesap esas alınmak suretiyle karar tesisi doğru görülmemiştir.. ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davalı
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Davacı şirketle, davalı şirket arasında "tek ihracatçılık" sözleşmesi düzenlenmiştir. Buna göre davacı, ürettiği mamulleri davalının yurt dışına ihraç ettiği halde bunların tutarı olan ( 39.973.699.15 ) TL.nin ödenmediğini ileri sürerek fazlaya dair talep hakkını saklı tutarak alacağının, tahakkuk tarihi olan 22.10.1982'den davanın açıldığı 19.12.1983 tarihine kadar işlemiş yasal temerrüt faizi tutarı ( 4.599.713 ) TL. ve dava tarihinden sonra işleyecek temerrüt faiziyle birlikte tahsili için Ankara Asliye Ticaret Mahkemesi'nde dava açmış, mahkemecede asıl alacak ( 39.973.698 ) TL. birikmiş faiz ( 4.330.048 ) TL.nin dava tarihinden itibaren % 10 ve % 30 temerrüt faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Hükmün kesinleşmesi üzerine, asıl alacak, tahsil tarihine kadar birikmiş ( 26.752.066 ) TL. temerrüt faizi ile tahsil edilmiştir. Temyize konu davada davacı bu kez temerrüt faizini aşan zararı için, borçlunun temerrüdü nedeniyle zamanında ödenmeyen bu alacak nedeniyle Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım Bankası A.Ş.den kredi kullandığını, faiz ve masraf olarak bu bankaya ( 58.266.995 ) TL. ödediğini, ilk davada temerrüt faizi olarak tahsil ettiği ( 26.752.066 ) TL.nın mahsubu ile aradaki fark olan ( 31.514.929 ) TL.nın munzam zarar olarak davalıdan alınmasını istemiştir. Mahkemece dava kabul edilmiş temyiz üzerine ise Özel Dairece, davacı ilk davada TTK. 1461. maddesi uyarınca iskonto ( Reeskont ) faizi isteyebileceği halde faiz oranını bölmek suretiyle bir kısmını ilk davada isteyip bakiyesini bu davada munzam zarar olarak istemesi yasal bulunmadığından, davanın açıldığı tarihte davacının isteyebileceği en yüksek faiz oranı esas alınıp bu faiz oranı alt sınır kabul edilerek bunu aşan zararın munzam zarar olarak hüküm altına alınması gereğine işaretle yerel mahkeme kararı bozulmuş, mahkeme eski kararında direnmiştir.
Doğru bir sonuca varılabilmesi ve davacının isteğinin kapsamını tayini bakımından bazı temel kavramların irdelenmesi gerekir. Faiz, hukuki niteliği itibariyle asıl alacağı genişleten feri bir haktır. Bu sebeple, faiz borcunun varlığı ve devamı, her şeyden önce asıl alacak hakkının varlık ve devamına bağlıdır. Asıl alacak hakkı doğmamışsa, faiz borcu da doğmaz. Keza, faiz borcu, asıl alacak devam ettiği sürece devam eder. Faiz, asıl alacağı bağlı fer'i bir hak olduğu için, asıl alacak sona ererse, faiz de sona erer. Alacaklı asıl alacak sona erince, işlemiş faiz alacaklarını talep edebilmek için bu hakkını saklı tutmak veya durumun özelliğinden saklı bırakıldığı anlaşılmış olmak gerekir. ( B.K.113 ) Aynı şekilde alacaklı asıl alacağı temlik ettiği takdirde, faiz alacaklarını da temlik etmiş sayılır. ( B.K. 168/I-III ) Faiz fer'i bir hak olmakla birlikte, asıl alacağın bağımlı bir parçası ( unsuru ) olmadığı için faiz alacağı, asıl alacaktan bağımsız olarak talep edilebilir. ( Borçlar Hukuk Genel Hükümleri Cilt: 1, Sh:159 vd. Prof. DR. Fikret Eren, Kemal Oğuzman Borçlar Hukuk Dersler C.1, Genişletilmiş 4. Baskı Sh: 198. Rolf Weber Art. 73-Zürich 1982 )
Temerrüt faizi, borçlunun para borcunun zamanında ödememesi ve temerrüde düşmesi üzerine kanun gereği kendiliğinden işlemeye başlayan ve temerrüdün devamı müddetince varlığını sürdüren bir karşılık olması itibariyle, zamanında ifa etme olgusuyla doğrudan bir bağlantı içersindedir. Borçlu kusurlu olsun olmasın, sonuçta borç alacaklıya zamanında ödenmemiş demektir. İşte gerek İsviçre ve gerekse Türk Kanun Koyucusu alacaklı, zararın varlığını ve miktarını, borçlunun kusurunu ispat zorunda kalmaksızın temerrüt faizini talep edebilme imkanını tanımıştır. Temerrüt faizi, alacaklının uğradığı varsayılan zararının hiç değilse faiz oranı ölçüsünde zahmetsizce giderilmesi amacını güder. Faiz yükümlülüğünün doğumu için borçlunun alıkoyduğu para miktarından yarar sağlaması şart olmadığı gibi diğer yönden temerrüt faizi talep edebilmek için borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olması da şart değildir. Borçlu bu konuda kendisine hiçbir kusur yüklenemiyeceğini ileri sürerek ve bunu kanıtlıyarak faiz ödeme yükümlülüğünden kurtulamaz. Temerrüt faizi alacaklının aksi iddia olunmayan farazi zararının asgari oranda giderilmesine yönelik maktu ve götürü bir tazminat niteliği taşır. Temerrüt faizi, sözleşmeden doğan para borçlarının yanı sıra, sözleşme dışı bir hukuki ilişkiden kaynaklanan para borçlarında da uygulama alanı bulabilir. ( Dr. Kami Barlas, Para Borçlarının İfasında Borçlunun temerrüdü ve bu temerrüt Açısından Düzenlenen Genel Sonuçlar 1992 sh.127 vd. )
Ancak, alacaklının uğradığı zarar miktarı, çoğunlukla, gerçekleşen temerrüt faizinin üst sınırından fazla olabilir. B.K.105/1 md. göre alacaklının uğradığı zarar temerrüt faizinden fazla olduğu takdirde, borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemiyeceğini ispat etmedikçe bu zararı tazminle yükümlüdür. Bu maddenin uygulanabilmesi için alacaklının temerrüt faizi ile karşılanmıyan aşkın bir zararının bulunması ve bu aşkın zarar ile temerrüt arasında uygun illiyet bağı bulunması yanında borçlunun kusursuzluğunu kanıtlıyamamış olması gerekir. Burada B.K.98/1 de genel esasın özel bir uygulama hali söz konusudur. B.K. 105 da alacaklı yararına bir kusur karinesi kabul edilmiştir. BK.96. maddesi genel kurula uygunluk arzeden bu esasa göre alacaklı, borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olduğunu ispatla yükümlü değildir. Borçlunun kusurlu olduğu varsayılmaktadır. Ancak borçlu sorumluluktan kurtulmak istiyorsa temerrüdün kendisine atfedilebilecek herhangi bir kusur olmaksızın meydana geldiğini kanıtlamak zorundadır. Görüldüğü ve yukarıda vurgulandığı gibi alacaklının temerrüd faizi talep edebilmesi için temerrüd sonucunda gerçekten bir zarar görmüş olması şart olmadığı gibi, borçlu kusurlu olsun olmasın temerrüd faizini ödemek zorundadır. B.K. 103/1 maddesinde borçlu için kurtuluş karinesi öngörülmemiştir. Oysa B.K.105/1 maddesine göre alacaklı temerrüd faizi ile karşılanamıyan ve onu aşan bir zararı bulunduğunu kanıtlaması yanında aşkın zarar ile temerrüd arasında uygun illiyet bağı bulunduğunu kanıtlayacaktır. Borçlu bakımından ise, borçlu temerrüde düşmekte kusursuz olduğunu çeşitli şekilde ispatlıyabilecektir. ( Dr. Nami Barlas age sh.:187 Doç. Dr. Akar Öcel, Munzam zarar Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Dergisi Ocak 1967 Cilt:II, sh: 144 vd. )
Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında bazı üyeler, "kısmi davanın mümkün olması ve B.K. 105/II maddesine göre munzam zarar derhal takdir olunursa hakim, esasa dair karar verirken bu zararın miktarını dahi tayin eder." Kuralı uyarınca işin niteliği itibariyle evvelce hükmolunan % 10 faizle iskonto ( Reeskont ) haddi arasındaki farkın da munzam zarar olarak hüküm altına alınması gerektiği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Çoğunluk şu gerekçelerle bu görüşe katılmamıştır.
İrade beyanının yorumunda genel kural, tarafların gerçek ve ortak amaçlarının tesbitidir. İradesini beyan eden kişinin beyandan önceki ve sonraki durumu, ifade tarzı, hal icaplarını gerçek amacın, tesbitinde rol oynarlar. Davacı ilk davada zararın varlığını ve miktarını ve de borçlunun kusurunu ispat zorunda kalmaksızın iskonto ( Reeskont ) haddi kadar, temerrüd faizini istemek hakkını haiz iken sadece % 10 ( % 30 ) temerrüd faizi istemiştir. İlk davada, fazlaya ilişkin kısım hakkında dava hakkının saklı tutulması iskonto dışında munzam zararın saklı tutulduğu şeklinde yorumlanmalıdır. Çünkü davacı ilk davada iskonto ( Reeskont ) haddine kadar temerrüd faizi alacağı olduğunu ve bu alacağa kolayca ulaşabileceğini bildiği halde bu talebini ne dava dilekçesinde ne de sonradan varabileceği ek bir dilekçe ile istemiştir. Fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulması dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkar olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceği bırakılması anlamına gelir. Davacı, birden fazla ( kalem ) olacağı için kısmi dava açarsa, talep neticesinde, her kalem alacağın ne kadarını ( miktarını ) istediğini ( kısmi dava konusu yaptığını ) açıkça bildirmelidir. ( HUMK. 179/3 ) ( Prog. Dr. Baki Kuru, Hukuk Usulü 4. Baskı 1979 cilt:I, sh: 973 vd. )
Somut olaya baktığımızda davacı ne ilk dava dilekçesinde ne de temyize konu bu davada açık bir şekilde % 10 ( % 30 ) oranını aşan iskonto ( Reeskont ) haddine kadar olan temerrüd alacağını saklı tuttuğunu belirtmemiştir. Aksine dava dilekçesinde borçlunun temerrüdü sebebiyle alacağını zamanında alamadığı için bir bankadan kredi aldığını, masraf ve faiz olarak temerrüd tutarını aşan ödemelerde bulunduğunu ileri sürmüştür. Davacının bu vasıflandırması iskonto ( Reeskont ) haddini aşan munzam zararını istediğini gösterir. Nitekim uygulamada davacının davranışları veya beyanları davasından kısmen feragat ettiği anlamına gelebileceği kabul edilmektedir. ( Baki Kuru age cilt: III 1982 sh:2582 ve 2618 ) ( age cilt:II sh:1205 ).
Yine uygulamada İİK. 72/4. madde uyarınca menfi tesbit davası alacaklı lehine neticelenirse tedbir kendiliğinden kalkacağı gibi hakim alacaklı lehine maktuan % 15 ( % 40 ) inkar tazminatına hükmeder. Davacı hakkını saklı tutsa bile bu maktu inkar tazminatının sonradan açılacak müstakil bir dava ile istenmesine olanak yoktur. ( Y.11.H.D. 1.5.1985 gün ve 85/1750-2626 )
Nitekim YHGK. 21.10.1987 gün 1987/11-244-752 sayılı kararında da aynı ilkelere yer verilmiştir.
Bu nedenlerle Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. O halde direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz harcının geri verilmesine, 12.2.1992 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davacı, ilk davaya ait dilekçesinde, 39.973.695 lira alacağın "faizi aşan zararın istenilmesine ilişkin tüm haklarını saklı tutarak, şimdilik sadece temerrüt faizini.." talep etmiş, açtığı bu ikinci davada da, sözü edilen alacağın yasal temerrüd ( % 10- % 30 ) Faiziyle davalıdan tahsiline dair verilen mahkeme kararının infazı sonucu 1.7.1986 tarihinde asıl alacağın 26.752.066 lira tutan temerrüd faiziyle birlikte temerrüd tarihinden dört yıla yakın bir süre sonra ödendiğini, bu alacak için Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım Bankasından, banka kredisi kullanmak zorunda kaldığını ve 58.266.997 liraya balığ olan kredi giderinden tahsil edilen temerrüd faizi arasındaki farkı teşkil eden 31.514.929 liradan oluşan "faizi aşan müsbet zararın B.K.nun 105. maddesi kapsamında ( munzam zarar ) olarak tazmin ve tahsilini.." istemiş ve yerel mahkemece davanın kabulüne dair verilen hüküm, Özel Dairece davacının hukuki durumu itibariyle isteyebileceği faiz oranını bölmek suretiyle bir kısmını ilk davada isteyip bakiyesini müstakil dava ile istemesi tecviz edilemeyeceğinden, davacının ilk davada isteyebileceği iskonto ( reeskont ) faiz oranı esas alınıp bu orana kadar olan faiz isteğinden evvelki davada davacının feragat ettiğinin kabulü icabedeceği, bu tavanı aşan zararın munzam zarar olarak hükmedilebileceği gerekçesiyle oyçokluğu ile bozulmuştur.
2. davanın bir munzam zarar davası olduğu, borçlunun temerrüdü sonucu davacının para borcunu geç almasından dolayı ihtiyaci olan parayı kredi ile temin etmesi nedeniyle yasal temerrüd faizini aşan ( 31.514.929 ) lira zarara uğradığı, davalı borçlunun kusursuzluğunu kanıtlayamadığı ilk davada munzam zarara ilişkin hakkın saklı tutulduğu, davada uyuşmazlık konusu değildir.
Uyuşmazlık, ilk davada para alacağını yasal temerrüd faiziyle tahsilini talep eden davacının, yasal temerrüd faizi ile iskonto veya ( 19.12.1984 tarihinden sonra ) reeskont faizi arasındaki faiz alacağından zimnen feragat etmiş sayılıp sayılmayacağı, diğer bir ifade ile BK.nun 105.deki gecikme faizinin hangi gecikme faizini kapsadığı hususunda toplanmaktadır.
Borçlunun sözleşme hükümlerine aykırı hareketinin meydana getirdiği en tabii sonuç, meydana gelen zararın giderilmesi yükümlülüğüdür. BK.nun 96. maddesi, alacaklı hakkını kısmen veya tamamen elde edemediği takdirde, borçul kendisine hiç bir kusurun yüklenemeyeceğini kanıtlamadıkça bundan doğan zararı tazmine mecbur olduğu esasını koyduğu gibi, borçlunun temerrüdünün sonuçlarını düzenleyen 102/1 maddesinde de temerrüt halinde aynı kuralı kabul etmiştir. Borçlu her iki halde de kusurlu olmadığını ispat edebilir ve bu suretle zarar ziyanödeme yükümlülüğünden kurtulur. ( B.K. 102/2 )
Temerrüdün para borçlarına ilişkin sonuçları B.K.nun 103/1 ve 105/1 maddelerinde düzenlenmiştir. Paranın ödenmesinde mütemerrit olan borçlu, sözleşme ile daha az bir faiz saptanmış olsa bile, geçmiş günler için ( % 5 veya % 10, 19.12.1984 tarihinden itibaren % 30 oranında ) temerrüd faizi ödemeye mecburdur. Alacaklının uğradığı zarar geçmiş günler faizinden fazla ise borçlu kendisine hiç bir kusurun yüklenemeyeceğini kanıtlamadıkça, bu fazla zararı tazminle yükümlüdür. ( B.K.105/1 ) O halde, para borçlarında borçlunun temerrüdü nedeniyle alacaklı B.K.nun 103/1 e göre önceden tespit edilmiş maktu temerrüd faizi ile yetinerek bunu istemek, yahut temerrüd faizini aşan bir zararı varsa onu da BK.nun 105/1. maddesine dayanarak istemek hakkı vardır.
Munzam zarar, para borcu alacaklısının gecikme faizi ile karşılanamayan zararını gideren bir ödeme, bir tazminat niteliğindedir. Bu tazminta, gecikme faizi karşılayamadığı için bir "ek tazminat" durumundadır. Kanun koyucu böyle bir ek tazminat kabul etmekle B.K.nun 96 ve 101/1 maddeleriyle paralellik kurmuştur. Bu tür zararlar dava konusu olayda ve kur farkından doğan munzam zararda olduğu gibi genellikle temerrüd tarihi ile dava veya takip ve tahsil tarihleri arasında doğar ve çoğu zaman asıl alacakla birlikte dava konusu yapılamazlar. Çünkü henüz doğmamıştır veya zararın miktarı belli değildir. Gerek bu nedenle ve gerekse bir tazminat davası olması bakımından kısım kısım dava edilebilirler.
Çoğunluk görüşünde kabul edildiği gibi davacı ilk davada talep edebileceği en yüksek faiz oranını yani iskonto ve reeskont faizi istenmemiş olması durumunda artık davacının istemiş olduğu ( % 10 veya % 30 ) yasal temerrüt faizi ile iskonto faizi arasındaki farkı, faiz veya munzam zarar olarak isteyemeyeceği veya bu durumda aradaki farktan sarfınazar etmiş sayılacağı hususunda herhangi bir kural bulunmamaktadır. BK. 105. maddesinde bahsi geçen gecikme faizi, her şeyden evvel, kanuni gecikme faizini kapsamaktadır. mukavele ile kanuni gecikme faizi nisbetinden fakklı bir faiz nisbeti kabul edildiği hallerde de yine BK. 105. maddesinden istifade imkanı mevcuttur. Bir kere gecikme faizi nisbetinin artırılması, munzam zarar talebinden feragat edildiği anlamına gelmez. Gecikme faizinden daha az bir faiz nisbetinin mukavele edilmesi halleri için de aynı şey söylenebilir. Bu bakımdan, B.K.105. maddesindeki gecikme faizi, hem kanuni hem de akdi gecikme faizini kapsamaktadır. ( Doç. Dr. Akar Öcal, Munzam Zarar, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, no.26/3 sh.144 vd. )
Genel kurul ve dairemiz çoğunluk görüşüne dayanak gösterilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.10.1987 tarih ve 1987/11-244-752 sayılı kararında talep şekli değişik bulunması nedeniyle dava konusu olaya uygulanması mümkün olmayıp, emsal bir kararı olarak gösterilemez. Sözü edilen davada Yargıtay 11. Hukuk Dairesi davaya BK. 105'e dayalı ek bir tazminat davası olarak nitelimiş, iskonto faizini de asgari zarar tavanı olarak kabul ettiği halde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, davanın bir munzam zarar davası olduğu görüşüne iştirak etmiş, ancak iskonto faiz oranına göre faiz isteğinin kabulü neticeten faiz isteminin aşamalı olarak dava edilmesi sonucunu doğuracağından davacı temerrüt faizini aşan zararını istediğinden, iskonto oranını aşan zararını ispat zorunda olduğundan, iskonto zararını aşan munzam zararını ispat edilemediğinden bahisle direnme kararını onamıştır. Bu karar öğretide geniş bir şekilde tenkide uğramıştır. ( Prof. Dr. Hayri Domaniç, Türk Ticaret Kanunu Şerhi C/11 1988, sh.1147, Türk Ticaret Kanunu Şerhi, C/IV ten ayrı bası, 1990 sh.1177 vd., Prof. Dr. Fahiman Tekil, Ticari İşletme Hukuku, 1990 sh.91 )
Munzam zarar davası, ayrı bir tazminat davasıdır. Bir alacak davasında, alacaklının tacir olması veya işin ticari nitelikte bulunması nedeniyle ilk davada iskonto faizi oranına kadar olan zararını istemesi gerekir, aksi halde yasal temerrüt faizi ile iskonto ( veya reeskont faizi tavanı arasında kalan kesimden zimnen feragat etmiş sayılacağı sonucu çıkarılamaz. HUMK.nun 237. maddesinin amacı, bir hakkın elde edilmesi için bu hakkın kısım kısım dava edilmesini önlemek değil, kesin mahkeme kararına bağlanan kısımların yeniden dava edilmesini engellemekten ibarettir. Aksinin kabulü "kanunen sarahat olmadıkça hiç kimse, lehine olan davayı ikameye ve hakkını talebe icbar olunamaz." şeklindeki HUMK.nun 79. maddesinin ihlal edilmesi olur. Diğer taraftan davacı ilk davada hiç faiz talebinde bulunmasa veya davacı alacaklı tacir olmasa, ilk davada saklı tuttuğu para borcunun geç ödenmesinden doğan zararının tamamının hüküm altına alınmasına karar verilecekti. Yüksek enflasyon ortamında, temerrüd tarihinden 4 seneye yakın bir süre sonra alacağını tahsil edebilen alacaklının çok açık tazminat hakkının kesintiye tabi tutulmasının yasaya ve adalete uygunluğu kabul edilemez.
B.K.nun 105. maddesi konulan amacına uygun yorumlanmalıdır. "Zarar ne ise onun tazminin öngören B.K.nun 105 ini düzenlenmesindeki amaçtan sapma düşünülmemelidir. Aksi takdirde, zararın tamamını ödememek durumunda bırakılacak borçlu, borcunu vadesinde ödemediği takdirde ve ödemediği için kanun yolu ile korunmuş olur ki böyle bir durumda hakkın sırf başkasına zarar verir biçimde kullanılmasını kanun elbetteki himaye etmez. O bakımdan yalnız uğranılan maddi zararı ( damnum emergens ) değil, yoksun kalınan karı ( luorum cassans'ı ) da kapsar şekilde kullanılması, kısacası eksiksiz tazmini, BK.nun 105 in düzenlenmesine neden olan temel düşüncedir. Aksi takdirde, BK.nun 105 in düzenlenmesine hiç gerek kalmaz, zararın tazmini alanında sadece temerrüt faizinin soyut ve sembolik ödenmesinin yeteceği düşüncesi, kanuna egemen olabilirdi... Obakımdan, konuya "temerrüt faizi" değil "ek zararın tazmini" açısından bakılmalı ve hangi aşamada olursa olsun tazmin edilmemiş ve bu nedenle bakiye zarar varsa bunun tazmini yolunun açık olduğu BK. 105 ışığında düşünülmelidir." ( Prof. Dr. Fahiman Tekil, Ticari İşletme Hukuku, 1990, sh.91-94 )
Yukarıda açıklanan nedenlerle munzam zararı BK.nun 105. maddesinin düzenlenmesi amacına uygun biçimde hüküm altına alan mahkeme kararının ONANMASI gerektiği kanaatıyla çoğunluk görüşüne karşıyım. )