 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1990/645
K: 1991/75
T: 13.02.1991
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki "ecrimisil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; KADIKÖY Asliye 4. Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 19.12.1989 gün ve 1989/617-1077 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 1.5.1990 gün ve 1990/2548-3793 sayılı ilamıyla; (... Davalılar ile tarafların murisi arasındaki satış akdi muvazaa sebebiyle iptal edilmiş isede, satış akdine taraf olanların kötü niyetle hareket ettikleri saptanmamış ve tapunun iptaline dair kesinleşen hükümde de bu konuda gerekçeye yer verilmeyerek bozmaya uyularak verilen nihai hükümde aslında bağış olan işlemin satış olarak gösterilmesinden ve bu suretle bağışın şekli şartının yerine getirilmemesinden dolayı tapu iptal edilmiş bulunduğuna göre, davalıların tapuya dayanan işgallerinde kötü niyetli olduğu kabul edilemez.
Muvazaa ancak üçüncü tarafı zarara sokmak olayımızda davacıya mirastan yoksun kılmak amacıyla yapıldığı takdirde muvazaaya murisle birlikte taraf olan davalı kötü niyetli kabul edilebilir ve ancak bu halde ecrimisile ölüm tarihinden itibaren hükmedilmelidir. Oysa, murisle davalı arasında varlığı saptanan muvazaa, davacıyı mirastan mahrum kılmak için değil, iptale ilişkin hükümden de anlaşılacağı üzere ana taşınmazı bağışlamak amacıyla yapılmıştır. Davalının murisin bağışından yararlanması bir kötü niyet belirtisi olamaz. Kötü niyet olmadıkça Medeni Kanunun 908. maddesinde esaslı unsur gerçekleşmiş olamıyacağından ecrimisile de hükmedilemez.
Muvazaa nedenine dayalı iptal kararı, geriye doğru da hüküm ifa eden kararlardan olmakla beraber, iptal edilen mülkiyetin karinesi olan tapudur. Oysa iyi niyetli zilyetlikle taşınmazın işgali ve ondan yararlanmak için geçerli ve hukuken korunan bir olgudur.
Bu nedenlerle ecrimisile tapu iptali davası sonunda verilen kararın kesinleştiği tarihten itibaren hükmedilmesi gerekirken murisin ölüm tarihinden itibaren hükmedilmesi doğru değildir.
Bundan ayrı kabul şekline göre de, davalıların dava konusu taşınmazı kiraya vererek gelir elde ettikleri anlaşılmakta olup bu konuda, ibraz ettikleri kira sözleşmesinin muvazaaya dayalı bulunduğu yada davalıların aldıkları gerçek kiranın bundan fazla olduğu iddia ve isbat edilmediğine göre davalıların ancak aldıkları kira miktarı ile sorumlu tutulmaları gerekir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Taraflar müşterek miras bırakanın, dava konusu taşınmazları tapuda satış göstermek suretiyle davalılara yaptığı temlik, davacının muris muvazaası sebebine dayanarak açtığı dava sonunda temlikte gerçek satış değil davacı mirasçıdan mal kaçırma amacını sağlamaya yönelik bağışın üstün tutulduğu görünürdeki satış akdinin muvazaa ile illetli olduğu gibi geçerli olan ancak örtülü bırakılan bağışın da yasal biçim koşullarını içermediğinden geçersiz bulunduğu gerekçesiyle iptale karar verilmiş karar Yargıtay'ca da onanarak kesinleşmiştir. Medeni Kanunumuzda ayrık hükümler saklı kalmak kaydıyla gayrımenkul mülkiyetinin edinilmesinde tapuya tesçil asıldır. Ancak, tescilin geçerliliği içinde hukuken geçerli bir sebebe dayanması gerekir. Olayda davalılar adına olan tapu kaydının oluşmasının muvazaa ile illetli bulunduğu mahkeme ilamı ile belirlenmiştir. Muvazaa, en kısa olarak irade ile beyan arasında üçüncü şahısları aldatmak amacıyla kasden yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Doktirinde benimsenin ağırlıklı görüşe göre de muvazaanın müeyyidesi sözleşmenin butlanıdır. O itibarla da sözleşmenin icra olunduğu tarihten itibaren muayyen bir sürenin geçmiş olması veya sözleşmeye icazet verilmesi, yahut akitlerin yükümlülüklerini ifa etmeleri muvazaalı sözleşmeye geçerlilik kazandıramaz. Bu nedenledir ki muvazaa hukuksal sebebine dayalı tapu iptal davaları açılması herhangi bir süreye tabi değildir. Belirtmek gerekir ki muvazaa sebebine dayalı iptal davalarıda temelde geçersiz olan sözleşmelere karşı ileri sürülür. Olayda miras bırakan 1984 Kasım ayında vefat etmiş davacı evlat tarafından, davalılar yeğenlerine karşı muris muvazaası nedeniyle iptal davası 22.5.1985 tarihinde açılmış ve temyize konu davada da murisin ölüm tarihinden itibaren pay oranında ecrimisil talep edilmiştir.
Davacı mirasçının, miras bırakanı ölmedikçe bu hakkını kullanamayacağı kuşkusuzdur. Davacının engeç dava açtığı tarih itibariyle davalıları temerrüde düşürdüğünün kabulü gerekir. Yine dava konusu taşınmazın tamamının kiraya verilmek suretiyle davalıların tasarrufunda bulunduğu, davacıyı intifadan men ettikleri hususu da saptanmış durumdadır. Olayın açıklanan oluş biçimine göre davalıların kötü niyetli bulundukları da aşikardır. Hal böyle olunca temliki sağlayan satış sözleşmesinin muvazaa sebebiyle geçersizliği gözetilerek miras bırakanın ölüm tarihinden itibaren davalıların ecrimisille sorumlu tutulmaları doğrudur. Ancak, ecrimisil istenilen taşınmazın, murisin sağlığından beri kirada bulunduğu ve bu yerden kira parası alındığı anlaşılmaktadır. Taşınmaza ilişkin kira sözleşmesinin davacının zararına ve muvazaalı olarak düzenlendiği ileri sürülmediği gibi bu husus kanıtlanmışta değildir. Ecrimisili bir yerde en az kira bedeli olarak anlamak gerekir. Bu itibarla taşınmazdan elde edilen kira geliri gözetilerek davacı yararına payı oranında ecrimisile hükmedilmesi gerekirken taşınmaz boş vaziyette kabul edilip, emsalleri gözetilerek getirebileceği gelirin hesaplanması suretiyle tayin edilmesi isabetsizdir.
O halde direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 13.2.1991 gününde oyçokluğuyla karar verildi.