 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1990/450
K: 1990/608
T: 05.12.1990
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki "tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; GEMEREK Asliye Hukuk Mahkemesinde davanın reddine dair verilen 15.2.1988 gün ve 233-41 sayılı kararın incelenmesi Davacı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 5.2.1988 gün ve 8836-13834 sayılı ilamı: (..."Kararların temyizi kabul bulunması" ve temyizin yasal sürede olması "Anayasa ve Yasa uyarınca Yargıtay'ın üstlendiği" temyiz incelemesi" bütünün birer parçası ve bu incelemenin yapılabilmesinin ön koşullarıdır. Öte yandan, temyiz dilekçesinin gerçek muhatabı ve bunu inceleyebilecek tek yetkili de Yargıtay'dır. Ne var ki HUMK.nunda 2494 Sayılı Yasa ile konuya ilişkin yeni bir düzenleme getirilmiş ve davaların çabuklukla sonuçlandırılması ilkesinden hareket edilerek, yerel mahkemeye iki halde temyiz isteğini reddetme olanağı (yetkisi) tanınmıştır. HUMK.nun 432. maddesi ile getirilen bu düzenlemeye (değişikliğe) göre, yerel mahkeme, temyiz olunan kararın temyiz edilemez, kararlardan bulunduğunu veya, temyiz edilebilir karar olmakla birlikte, temyiz süresinin geçirildiğini saptadığı takdirde, dosyayı Yargıtay'ca göndermiyecek ve Yargıtay'ın denitimi altında temyiz isteminin reddine karar verecektir. Ancak, Yerel Mahkeme, sınırlı iki hal için kendisine tanınan bu olanağı kullanırken, açık maddi yanılgıya düşerek temyiz edilebilir (temyizi kabil) bir karara yönelik ve süresinde yapılmış temyiz isteğini bilir (temyizi kabil) bir karara yönelik ve süresinde yapılmış temyiz isteğini reddederse; red kararı, yedi günlük süre içerisinde temyiz edilmezse dahi, esas hükmün süresinde yapılmış olan temyiz incelemesini engellemiyecek diğer bir anlatımla, bu karar (temyiz isteminin reddi kararı) hukuki sonuç doğuramıyacaktır. Çünkü bitirici (nihai) kararını vermek suretiyle dosyadan elini çeken hakimin, yasada öngörülen iki halin dışına çıkıp, süresinde verilmiş dilekçeden ötürü Yargıtay'a gönderilmesi gereken, dosyayla ilgili olarak vediği karar gerçekte verilmemiş sayılır. Verilmemiş sayılan bir kararın kesinleşmesinde elbette söz konusu olamaz. Aksine bir düşünce, esas hükmün temyiz süresinin geçirilmiş bulunmasına karşın "temyizin süresinde yapıldığına" dair verilen ve yedi günlük sürede temyiz edilmeyen bir karara da kesinleştiğinden bahisle hukukilik kazandırma şeklindeki bir yorumu beraberinde getirebilir, işte gerek yukarıda belirtilen nedenlerden, gerekse 1.2.1984 tarih 9/2 Sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme kararının konusuyla sınırlı olmasından dolayı, Dairece Yerel Mahkemenin 25.4.1988 tarih 233/41 Sayılı kararının hukuki sonuç doğuramayacağı kabul edilmiş ve davanın esası ile ilgili hükme karşı süresinde yapılmış temyiz itirazının incelenmesine geçilmiştir. Somut olayda davacı hazine vekili (18052) m2 yüzölçümündeki çekişmeli taşınmazın Hazine adına tapuya tescilini ve davalılardan Dursun Elmas'ın elatmasını önlenmesini istemiştir. Gerçekten yanlar arasında önceden görülen davada, çekişmeli taşınmaz için davalı kişi (Dursun Elmas) yararına kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile mülk edinme koşullarının oluşmadığı ve bu yer hakkındaki davadan da vazgeçildiği, saptanmış anılan yönler 27.2.1984 tarih 310-23 sayılı ilama geçerek kesinleşmiştir. İşbu davanın yapılan soruşturmasından ise, 3402 Sayılı Yasanın 18. maddesine göre davacı Hazine, adına tescil istenebilme olanağının doğduğu anlaşılmaktadır. O halde değinilen hususlar gözetilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : 9.5.1960 gün ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararın da açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü meydana gelir. Usulü kazanılmış hak olarak tanımlayacağımız bu durum mahkeme hükmüne koyduğu Yargıtay bozma kararındaki esas çerçevesinde işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirir.
Uzun yıllardan beri Yargıtay uygulamaları ve öğretide benimsenen usuli kazanılmaş hak müessesesi, usul hukukunun dayandığı vazgeçilmez ana temellerden biridir. Bu kuralın uygulanmasında iki istisna öngörülmüştür. Bunlar mahkemce Yargıtay Dairesi bozma kararına uyulduktan sonra görülmekte olan davaya uygulama imkanı bulunan yeni bir İçtihadı Birleştirme kararı çıkması diğeri de 4.2.1959 tarih 13/5 sayııl Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında vurgulandığı üzere hükmüne uyulan bozma kararından sonra göreve ilişkin yeni bir yasal düzenlemenin getirilmiş olmasıdır. Bunlar dışında maddi yanılgıya dayalı bozma kararına uyulmuş olması itibariyle kazanılmış hakkın bulunmadığından söz edilebilmesi için ancak Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısının dışında hiç bir suretle başka biçimde yorumlanamıyacağından söz edilebilmesi için ancak Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısının dışında hiç bir suretle başka biçimde yorumlanamıyacak, tartışmasız ve açık bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise o takdirde yine usuli kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı kuşkusuzdur. Yine özellikle belirtilmelidirki bozma kararında hukuki yönden bir niteleme yapılmamış veya deliller belli bir doğrultuda değerlendirilerek bozma kararı verilmişse bu karara uyulması halinde bozmayı yapan daire hukuki görüş değiştirme ya da delil değerlendirmesinin yanlış olduğunu sonradan benimsese dahi maddi hatadan söz edilemiyeceğinden usuli kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekir.
Olayda, davanın kabulünü öngören nitelikteki Özel Daire bozma kararına uyulmakla, davacı Hazine yönünden usuli kazanılmış hak doğmuş olduğu aşikardır. Bu hakkın hukuki sonuç doğurmayacağı ayrık haller söz konusu değildir.
Bu itibarla, davacı Hazine lehine doğmuş bulunan usuli hakkın korunması gerekir. O halde Hukuk Genel Kurulunca da aynen benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı BOZULMASINA, 5.12.1990 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.