 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1990/4
K: 1991/1
T: 20.02.1991
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Davacı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Başkanlığı'na hitaben verdiği 4.12.1990 tarihli dava dilekçesiyle; mahkemelerce aleyhine verilen kararların Yargıtay 1. ve 14. Hukuk Daireleri'nce hataen onandığını ve bu yüzden zarara uğradığını, Anayasa'nın 40/2. maddesi gereğince Devletin, istihdam eden sıfattıyla kamu görevlilerinin kusurundan sorumlu olduğunu ileri sürerek, zararının ödetilmesini veya kanuna aykırılığın giderilerek eşitliğin sağlanmasını istemiştir. Davalı olarak Yargıtay Başkanlığı gösterilmiştir.
Anayasa'nın 154. maddesinin 1. fıkrasında; Yargıtay'ın, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merci olduğu belirtildikten sonra, kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakacağı hükme bağlanmıştır. Bu hükmün gerekçesinde; Yargıtay'ın temyiz mercii olarak asli görevinin yanında, kanunda gösterilen belli davalara ilk derece mahkemesi olarak bakması bazen işin niteliğinden ve bazen yargılanacak kişinin sıfatından ileri geldiği, bunun da toplum düzeni için zorunlu olduğu, Yargıtay'ın hakimlik teminatı esaslarına göre bağımsız bir yüksek mahkeme olarak çalıştığı ve düzenlemenin bu ilkelere göre yapıldığı açıklanmıştır (Danışma Meclisi, S. 1666).
Anayasa'nın bu hükmü gereğince kabul edilen 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 13/2 ve 15/3. maddelerinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun Yargıtay Başkan ve Üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Başsavcı Vekili ile yargılama görevi özel kanunlarında Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'na verilen kişiler aleyhindeki görevden doğan tazminat davalarına ilk ve son derece mahkemesi olarak bakacağı kurala bağlanmıştır.
Her ne kadar bu davada, Yargıtay Üyelerinin şahısları söz konusu edilmemiş ve Yargıtay 1. ve 14. Hukuk Daireleri'nin hatalı karar verdiklerinden bahisle dava açılmış ise de; Dairelerin kararları, Daire Başkanı ile Üyelerin kararlarından oluştuğu için, davada Başkan ve Üyelerin hatalı karar verdikleri ve dolayısıyle onların yargısal görevleriyle ilgili kusurlarının ileri sürüldüğü anlaşılmaktadır. Anayasa'nın 154. maddesine dayanılarak çıkartılan 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 13/2 ve 15/3. maddelerinde, Yargıtay Üyeleri aleyhine açılan görevle ilgili tazminat davalarına Yargıtay hukuk Genel Kurulu'nca bakılacağı hükme bağlanmıştır. Öyle ise sonucu itibariyle Yargıtay Üyelerinin yargısal görevlerini yerine getirirken işledikleri kusurun tartışılacağı bir davanın Devlet aleyhine istihdam eden sıfatıyla açılıp açılamayacağı sorununun dahi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nca incelenip karara bağlanması zorunludur. Bu yön incelenmeden işin salt görevsizlik kararıyla sonuçlandırılması halinde, hem böyle bir davanın açılabileceği zımnen kabul edilmiş olur ve hem de görevli yargı yerinin gösterilmesi zorunluluğu ortaya çıkar. Bu durumda, Yargıtay Üyelerinin hukuki sorumluluklarıyla ilgili böyle bir davanın Hukuk Genel kurulu yerine başka bir yargı merciinde incelenebileceği kabul edilmiş olur ki; böyle bir kabul, Anayasa'nın anılan 154. maddesi hükmünün konuluş amacına ve Yargıtay Kanununun ilgili hükümlerinin lafzına ve ruhuna aykırı olur. İşte açıklanan bu nedenlerle Hukuk Genel Kurulu'nda öncelikle böyle bir davanın açılıp açılamayacağı hususu üzzerinde durulmuştur.
Anayasa'nın 9. maddesinde; yargı yetkisinin, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı hükmü yeralmıştır. Mahkeme bağımsızlığının anlam ve kapsamının ne olduğu da Anayasa'nın yargı ile ilgili üçüncü bölümünde 138, 139, 140, 142 ve izleyen maddelerinde etraflı bir şekilde açıklanmıştır. Özellikle mahkemelerin bağımsızlığı ile ilgili 138. maddede: "Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiç bir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır, bu organlar ve idare mahkeme kararlarını, hiç bir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez" denilmiştir.
Yukarıdaki hükmün içeriğinden, mahkemelerin bağımsızlığı ilkesinin iki önemli temel üzerine oturduğu görülmektedir. Bunlardan birincisi; hiç bir organ, makam, merci veya kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat verememeleri, genelge gönderememeleri, tavsiye ve telkinde bulunamamaları hususudur. Hakimler, sadece Anayasa'ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm vereceklerdir. Bu düzenlemeye göre, Devlet ile hakimler arasında özel hukukun anladığı manada bir çalışan-çalıştıran ilişkisi bulunmadığı gibi, idare hukukundaki idare ile memur veya diğer kamu görevlileri arasındaki idari hizmet ilişkisi de söz konusu olmamaktadır. Özel hukukta hizmet akdiyle çalışan, çalıştıranın emir ve talimatı, denetim ve gözetimi altında çalıştığı için Borçlar Kanununun 55. maddesi gereğince hizmetlerinin üçüncü kişilere verdiği zararlardan dolayı çalıştıran hukuken sorumlu tutulmuştur. Öte yandan, Anayasa'nın idare ile ilgili bölümünde yer alan 137. maddesinde, kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimsenin üstünden aldığı emri yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse yerine getirmeyeceği ve bu aykırılığı o emri verene bildireceği açıklandıktan sonra ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emri yerine getireceği; bu halde, emri yerine getirenin sorumlu olamayacağı; konusu suç teşkil eden emrin, hiç bir suretle yerine getirilemeyeceği, yerine getiren kimsenin sorumluluktan kurtulamayacağı açıklanmıştır. Görülüyor ki, Devletin idare görevlerinin ifasında idare ile memur arasında idari görevlerin, üst makamın emir ve talimatları gereğince yerine getirilmesi öngörülmüştür. Bu nedenle, memurlara bir güvence olmak üzere Anayasa'nın 129. maddesinin 5. fıkrasıyla memurların ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceği hükmü gösterilmiştir.
Hakimler görevlerinde bağımsız olduklarından ve yargı yetkisinin kullanılmasında hiçbir organ, makam, merci veya kişi kendilerine emir ve talimat veremeyeceğinden, tavsiye ve telkinde bulunamayacağından, hakimlerin vermiş olduğu kararlardan dolayı Borçlar Kanununun 55. maddesi gereğince Devlet aleyhine istihdam eden sıfatıyla tazminat davası açılamayacağı gibi, Anayasa'nın 129/5. maddesine dayanılarak dahi İdare aleyhine doğrudan doğruya bir tazminat davası açılamaz.
Öte yandan, Anayasa'nın 40. maddesinin 2. fıkrasında, kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zararın, kanuna göre, Devletçe tazmin edileceği ve Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu haklarının bulunduğuna dair hükmün dahi hakimler hakkında yargısal görevlerinden dolayı yukarıda açıklanan nedenlerle uygulanması mümkün değildir.
Anayasa'nın yukarıda anılan 138. maddesindeki yargı bağımsızlığının ikinci önemli temeli, yasama ve yürütme organlarıyla idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda olmaları; bu organlar ile idarenin, mahkeme kararlarını hiç bir suretle değiştirememeleri ve bunların yerine getirilmesini geciktirememeleri hususudur. Bağımsız mahkemelerce verilen ve kesinleşen yargı kararları kesin hüküm olarak herkesi ve bu arada Devletin yasama ve yürütme organlarını da bağlar. Devlet aleyhine istihdam eden sıfatıyla açılacak bir davada bu kesin hükümlerin yeniden ele alınarak tartışma sorumlu tutulması, kesin hükmün bağlayıcılığı ilkesine de aykırıdır. Çünkü Devlet, o hükmün oluşturulmasında hakimlere hiç bir emir ve talimat vermek, genelge göndermek, tavsiye ve telkinde bulunmak yetkisine sahip olmadığı için ve Devletin kendisi dahi bu hükümlere uymak zorunda olduğundan, istihdam eden sıfatıyla bu hükümlerin yanlış verilmesine sebebiyet verdiği ileri sürülemez ve tazminatla sorumlu tutulması cihetine gidilemez.
Yargısal tasarruflar ancak hukuk kuralları içerisinde üst mahkemelerce denetlenir ve böylece kesinleşir ve kesin hükümler meydana gelir. Yargıtay dahi, bağımsız bir yargı organı ve bir üst mahkeme olarak verdiği yargısal kararlardan dolayı bir yargı organı olarak tazminatla sorumlu tutulamaz. Ancak, Yargıtay Kanununun 13/2 ve 15/3. maddeleri gereğince yargısal tasarruflarından dolayı Yargıtay Üyelerinin şahsi sorumlulukları söz konusu olunabilir ki, bu sorumluluğun nasıl gerçekleşeceği de, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 14.1.1987 günlü ve Esas: 1986/1, Karar: 1987/1 sayılı kararında açıklanmıştır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, Yargıtay Dairelerinin hatalı karar verdikleri ileri sürülerek Yargıtay 1. Başkanlığı hasım gösterilmek suretiyle Devlet aleyhine istihdam eden sıfatıyla tazminat davası açılamayacağı ve böyle bir dava dinlenemeyeceğinden dava dilekçesinin REDDİNE 20.2.1991 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.