 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1990/215
K: 1990/356
T: 13.06.1990
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki "rücuan, alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Gebze İş Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 25.11.1987 gün ve 987/54 Esas, 1989/187 K. sayılı kararın incelenmesi davacı Kurum vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 7.2.1989 gün ve 1989/1 E. 1157 K. sayılı ilamı :
"...Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı SSK.'nun 26. maddesi haleflik ilkesine dayanır. Kurum'un rücu hakkı, sigortalı ya da hak sahiplerinin tazmin sorumlularından isteyebilecekleri tazminat miktarı ile sınırlıdır. Hak sahiplerinin destekten yoksun kalma zararı da maddi zarar niteliğinde olup, kavram itibariyle umumi zarardan ayrılmamaktadır. Yani, destekten mahrumiyet zararı da muayyen bir şahsın mal varlığının, zararlandırıcı sigorta olayından önce ve sonraki vaziyetleri arasında oluşan farktan ibarettir. Başka bir anlatımla, haksız fiilin işlenmemesi halinde mal varlığı hangi durumda bulunacak idiyse o durumla haksız fiil işlendikten sonraki durum arasındaki fark zararı oluşturur.
Zararlandırıcı sigorta olayının meydana gelmemesi halinde rapor tanzim tarihine kadar hak sahiplerinden her birinin ne miktar destek görecekleri belli olduğuna göre gerçek belli iken varsayıma gidilemez. Rapor tanzim tarihine kadar her bir yıl için ayrı ayrı saptanan destek kayıp miktarlarına, olay tarihinden sonraki yıllar için gerçekleşecek destek zararına, zarar gerçekleştiği tarihte ödenmediği takdirde faize hükmedilmesi gerektiği halde, uygulamada, haksız fiil tarihinden itibaren faize hükmedilmediği, olay tarihinden zararın gerçekleştiği tarihe kadar tahsil edilen faizin haksız iktisaba neden olduğu görüşü ile, olay tarihi ile rapor tarihi arasındaki yıllar destek kayıp miktarları için 19.12.1984 tarihine kadar ki seneler hakkında % 5, sonraki seneler için % 30 oranında hesaplanacak faiz tutarları indirilmek sureti ile de davanın, gerçek destek kaybı zararından daha az tespiti cihetine gidilemez.
İskonto, vadesi gelmemiş bir borcun vadesinden önce ödenmiş olması, alınan paranın vadeye kadar değerlendirilme olanağının bulunması nedeni ile borcun haksız iktisaba imkan vermeyecek oranda indirilmesidir. Rapor tanzim tarihine kadar sene sene hesaplanan destek zararı, tazmin sorumluları tarafından hak sahiplerine henüz ödenmemiş bulunduğundan vadesinden önce ödenmiş bir borçtan söz edilemez. Dolayısıyla, rapor tanzim tarihine kadar bu şekilde saptanan destekten yoksun kalınan miktarlar iskontoya tabi tutulamaz. Aksinin kabulü, vadesi gelmiş ve henüz ödenmemiş bir borcun iskontoya tabi tutulması olur ki, iskonto kavramı ile bağdaştırılamaz. Ayrıca işveren ve haksız fiil faillerinin sebepsiz zenginleşmesi haksahipleri veya Kurum'un bir kesim hakkının, işveren, ya da haksız fiil faillerine bırakılması sonucunu doğurur ki, bu sonuç adalet ve nesafet kuralları ve hukukla bağdaştırılamaz.
Olay tarihinden yıllar sonrası için yoksun kalınan destek zararı miktarına, olay tarihinden itibaren faiz hükmedilmiş olması nedeniyle tavanın faiz oranında netleştirilmesi gerektiği görüşüne gelince; destekten yoksun kalma zararının gerçekleştiği andan itibaren desteğin ölümünden sorumlu olan kişi tazmin mükellefiyeti altına girer. Bu mükellefiyetin yerine getirilmesindeki gecikme süresi için borçlu ayrıca faiz ödemek zorundadır. Demek oluyor ki, faizin işlemeye başladığı an zararın doğduğu andır. (Tekinay, Ölüm Sebebiyle Destekten Yoksun Kalma Tazminatı, s. 229) Ölüm tarihinden itibaren hak sahipleri destekten yoksun kalmış olmaları nedeniyle zarar ölümle birlikte doğmuştur. Destek zararlarının ölüm tarihinden muayyen bir süre sonra başlaması söz konusu değildir. Bu bakımdan davanın belirlenmesinde murisin geliri ile bu gelirden hak sahiplerine ayrılacak pay etkili olup alacağın fer'isi sayılan faizin ise tavanı etkilemeyeceği açık-seçiktir. Üstelik faiz isteğe bağlı olduğundan hak sahipleri tarafından dava açılıp açılamayacağı, dava açılması halinde de faiz istenip istenmeyeceği bilinmemektedir. Kaldı ki, faiz istenmesi ve aksi görüşün kabulü halinde de tazmin sorumluları tarafından ödenecek miktar netleştirilmiş miktar olmayıp (faiz netleştirilmiş miktar, destekten yoksun kalınan miktar) olacağı ortadadır. Bu nedenle rapor tarihinden önceki yıllara ait zarar hesabında, faiz oranlarına göre netleştirilmiş miktarların değil destekten yoksun kalınan miktarın aynen alınması gerekir.
Federal Mahkeme, iratların hüküm tarihinde sermayeye çevrilmesi ve ölüm tarihi ile hüküm tarihi arasında geçecek süre içinde zararın somut olarak hesap edilmesi yolundaki (jdt. 952 I 304) içtihadını, haksız fiilden zarar gören kişinin ölmeyip devamlı sakat kalması halinde, iratların sermayeye çevrilmesinde ölüm tarihinin esas alınması gerektiği şeklinde değiştirmiş ise de (jdt. 959 I 444-445) bu değişiklik, ölen desteğin haksız fiil olmaması halinde ölüm tarihindeki yaşlara göre düzenlendiği için iratların sermayeye çevrilmesi de bu tarih esas tutularak yapılması gerektiği görüşünden kaynaklanmaktadır. Zarar tesbitinde esas alınacak tarihle bu konunun ayrı şeyler olduğu hayata ve beden tamlığına karşı işlenen haksız fiillerde zararın gerçek miktar ve kapsamı zamanla daha iyi anlaşılabileceğinden zararın tesbitiyle mümkün olduğu kadar geç bir tarihin esas alınması gerektiği ortadadır. (Tekinay, a.g.e. s.201,226,227). Gerek Federal Mahkemenin anılan İçtihatları, gerekse bu içtihatlarla ilgili görüşler (Kudat, Cismani Kararlardan Doğan Zararlar Nasıl değerlendirilir, S.148) bağlanan gelirlerin peşin değerinin hesaplanması ile ilgili olup, zararın başka bir anlatımla, destekten yoksun kalınan miktarın saptanması ile ilgili değildir. Bu bakımdan aradaki farkın gözden uzak tutulmaması gerekir.
Mahkemece, açıklanan ilkelere ters düşer şekilde düzenlenmiş rapora dayanılarak yazılı şekilde hüküm kurulması usule ve yasaya aykırıdır..." gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nce incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü :
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere, özellikle Hukuk Genel kurulu'nun 16.3.1988 gün 611-249 ve aynı gün 795-269 sayılı kararlarında açıklanan ilkeye de tamamen uygun bulunan, o itibarla Hukuk Genel kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı Kurum vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, 13.6.1990 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Kurumun isteyebileceği rücu tazminatı, haleflik ilkesi gereği olarak, haksahiplerinin tazmin sorumlularından isteyebileceği destekten yoksunluk tazminatı miktarıyla sınırlı olduğundan, rücu tazminatının tavanını bulmak amacıyla bu davada destekten yoksunluk tazminatı hesaplanmaktadır. Bu tazminatın hesaplanması sırasında desteğin gelirlerinin sermayeleştirilmesinde, rapor tarihinin mi, ölüm tarihinin mi esas tutulacağı, diğer bir deyimle sermayeleştirmenin ölüm tarihinden başlayarak mı, yoksa rapor tarihinden başlayarak mı yapılacağı, tereddüde yol açmıştır. Sayın çoğunluk, rapor tarihinin esas alınacağını, ölüm tarihine göre sermayeleştirme yapılamayacağını ileri sürmektedir.
Oysa, destekten yoksun kalanlar, desteğin yardımından, onun ölümü tarihinden başlayarak mahrum kalmışlardır. Destek ölmeseydi, öldüğü tarihten başlayarak destek süresi boyunca, yardımını sürdürecekti. Bu itibarla, destekten yoksunluk zararının ölüm tarihinden itibaren hesaplanacağı ortadadır. Destekten yoksunluk zararının ölüm tarihinden başlanarak değilde, rapor tarihinden başlanarak hesaplanması, büyük yanlışlıklara yol açar. Bir defa, ölümle gerçekleşen destekten yoksun kalma-o tarihte zarar görme olgusuna, ters düştüğü gibi, ölenin yaşlı kişi olması ve P.H.F. cetveline göre yaşama ve hatta faal ömür süresinin (destek süresinin) rapor tarihinden önce biteceğinin farzolunduğu hallerde, destekten yoksunluk zararının hiç hesaplanmaması gibi, gerçeğe aykırı ve adil olmayan sonuçlara sebep olur. Ölüm olayının meydana geldiği tarih ile, hesap raporunun düzenlendiği tarih arasındaki zaman kesiti, herhangi bir nedenle yargılamanın uzaması yüzünden arttıkça, destekten yoksunluk zararının ölüm tarihinden başlanarak hesaplanmamasının mahzurları da o ölçüde artar. Ve belirgin hale gelir.
Nitekim, İsviçre Federal Mahkemesi 1959, 1971, 1973, 1975 tarihli kararlarında, (BGE. 84-II-292, 97-II-123/131, 99-II-207/211, 101-II-257/263) destekten yoksunluk zararının ölüm tarihinden başlanarak hesaplanmasını ve irat taksitlerinin o tarih itibariyle sermayeleştirilmesini, eski içtihadından dönerek, istikrarlı bir şekilde belirlemiştir.
Karl Oftinger'e göre de, destekten yoksunluk tazminatında, zararın hesaplanma anı, ölüm günüdür. İrat taksitlerinin sermayeleştirilmesinde de ölüm günü esas alınır ve ölüm tarihine göre sermayeleştirme yapılır. (Schweizerisches Haftpflichtrecht, Bant I, Algemeiner Teil, 4. Auflage Zürich 1975, shf. 174) Sayın Prof. Dr. Tekinay, Akman, Burcuoğulu ve Altop da yukarıda açıklanan Federal Mahkeme Kararlarına atfen aynı görüşü yansıtmaktadırlar. (Borçlar II. Shf.873) Sayın Yrd. Doç.H.Tiftik de, iratlar sermayeye çevrilirken, destekten yoksun kalma tazminatlarında ölüm anının esas alınacağını belirtmektedir. (Maddi tazminat, Ank. 1988 Shf. 61, yayınlanmamış doktora tezi).
Gerçekten desteğin, destek süresi boyunca devam edecek olan yardımı, ay be ay ceste ceste gerçekleşir. Bunların tümünü ölüm tarihinde gerçekleşmiş saymak, hem olaylara ters düşer, hem de ölüm tarihine göre peşin sermaye değeri hesaplanmadan kabul edilirse, haksız iktisaba yol açar. Bu mahzurlar ölüm tarihine göre iskonto emsali uygulanarak kapitalize işlemi gerçekleştirilince giderilebilir.
Öte yandan, davada faiz istendiğine göre, hakim, zarar miktarına zararın meydana geldiği andan itibaren faiz eklemek zorundadır. Destekten yoksun kalan, ölüm tarihinde, zarara uğramıştır. O tarihten itibaren tazminat alacağına hak kazanmıştır. Ancak alacağını ölüm gününde alamadığı için, ölüm tarihinden itibaren faize hak kazanmıştır. Ölüm tarihinden karar tarihine kadar, tazminat alacaeğına faiz yürütülecektir. İşte, ölüm tarihinden çok sonra gerçekleşecek bir irad taksidi, ölüm tarihine göre kapitazile edilmeden, ayrıca faiz uygulandığında, yukarıda sözü edilen haksız iktisab, daha da ağırlaştırılmaktadır. Bu konunun, destekten yoksunluk zararının miktarının saptanmasına ilişkin gerçek ve faraziye kurallarıyla, zararın bir kesimini bilinen dönemlere göre belirlenmesi, bir dönem hesabının da farazi ilkelerle saptanması meselesi ile hiçbir ilgisi yoktur.
Öte yandan, ölüm olgusunun belirli bir tarih olması bakımından, hesapta bu tarihin esas alınmasının işlere istikrar ve düzen kazandıracağı da belirgindir. Oysa, rapor tarihi değişkendir. Rapor er veya geç alınabilir veya birkaç rapor sözkonusu olabilir veya rapor hiç alınmayabilir. Her somut olaya ilişkin davada rapor tarihi değişkenlik arzeder. Kimi dosyada uzun, kiminde daha kısa bir dönem kapitalizasyon işlemi dışında tutulmuş olur. Hakkın özüne ilişkin kuralların, tesadüflere göre belirlenmesinde, hukuk cevaz vermez.
Bu nedenlerle destekten yoksunluk zararlarının, ölüm tarihi esas alınarak hesaplanması ve irat taksitlerinin ölüm tarihine göre sermayeleştirilmesi zorunludur.
Aksini öngören sayın çoğunluk kararına karşıyız.