 |
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 1990/11-88
K. 1990/591
T. 28.11.1990
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ANKARA 1. Ticaret Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 23.5.1988 gün ve 239-400 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesi'nin 17.3.1989 gün ve 5744-1723 sayılı ilamiyle; ( ... 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı ve davalı vekillerinin aşağıdaki bentler kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Davacı, açtığı ilk davada fazlaya ait hakları saklı kalmak üzere ( 1.000.000 ) lira yardımcı kişi tazminatı ve ( 14.000.000 ) lira iş göremezlik tazminatı olarak toplam ( 15.000.000 ) lira maddi tazminat istemiş, birleştirilen ek dava ile de yardımcı kişi ve iş göremezlik tazminatı olarak toplam ( 20.000.000 ) lira maddi tazminat istemiş ve bu ek davada istediği miktarın ne kadarının yardımcı kişi, ne kadarının da iş göremezlik tazminatı olduğunu miktar olarak belirtmemiştir. Hükme esas alınan bilirkişi kurulu raporunda tarafların kusuru oranında gerekli indirim yapıldıktan sonra davacının isteyebileceği maddi zarar miktarı, yardımcı kişi tazminatı olarak ( 9.293.321.24 )lira güç kaybı zararı olarak da ( 11.760.336.54 )lira ki toplam ( 21.053.657.78 )lira olarak belirlenmiştir.
Mahkemece birleştirilen ek davadaki davacı talebi nazara alınmayarak sadece ilk davadaki davacı talebi gözönünde tutularak ( 1.000.000 ) lira yardımcı kişi tazminatı ile ( 11.760.336.54 ) lira iş göremezlik tazminatı olarak toplam ( 12.760.336.54 )lira maddi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Davacının birleştirilen davadaki talebinin nazara alınmaması doğru değildir.Bu durumda, davacının yardımcı kişi tazminatı istemiyle ilgili toplam ( 9.293.321.24 ) liranın tamamının kabulü gerekirken bunun ( 1.000.000 ) lira bölümünün kabulü ile fazlasının reddi doğru görülmemiş hükmün bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.
3- Mahkemece, tazminat alacağına olay tarihinden itibaren banka iskonto haddi üzerinden faiz ( binnetice temerrüt faizi ) yürütülmesine karar verilmiştir.
Tazminat alacaklarına temerrüt faizi mi yoksa tazminat faizi mi uygulamak gerektiği uyuşmazlık konusudur.
Bazı görüşlere göre, tazminat alacağına olay tarihinden itibaren temerrüt faizi yürütülmelidir. ( Prof. Dr. S.S.Tekinay, Borçlar Hukuku,, 1971, Sh. 408, Dipnot 27 ). Aksi görüşe göre ise bu halde temerrüt faizi değil, tazminat faizi yürütülmelidir. ( Van Tuhr, Borçlar Hukuku'nun Umumi Kısmı, Cevat Edege çevirisi, Yargıtay Yayınları, 1983, sh. 68 - Becker, İsviçre Madeni Kanunu Şerhi, 6.Cilt, Borçlar Kanun'un 1.Kısım, Genel Hükümler, Fas 4. Dr. Saim Özkök Çevirisi, 1972, Sh. 4-Prof Dr. Kenan Tunçomağ, Türk Borçlar Hukuku, 1. Cilt, Genel hükümler, 1976, Sh. 462 ).
Faize, Borçlar Kanunu'nun genel hükümler bölümünde ve 72 ve 103. Maddeleri'nde değinilmiştir. B.K.nun 72. Maddesi'ne göre, "Bir kimse faiz vermesine mecbur olup da miktarı ve mukavele ile ne de Kanun veya örf ve adetle muayyen değilse bu faiz yıllık yüzde beş hesabıyla tediye olunur". ( 3095 sayılı Kanun'un 1.Maddesi ile bu oran 19.12.1984 tarihinden itibaren % 30'a çıkarılmıştır. )
B.K'nun 103. Maddesi'ne göre ise,"Bir miktar paranın tediyesinden temerrüt eden borçlu, mukavele ile daha az bir faiz tayin edilmiş olsa bile, geçmiş günler için senesi yüzde beş hesabı ile faiz tediyesine mecburdur. ( Bu faiz oranı da 3095 sayılı Kanun ile ve aksi sözleşmede kararlaştırılmamışsa % 30 oranına ve duruma göre reeskont haddine kadar yükselmiştir.
Para borçlarının kendiliğinden faiz meydana getirmediği faiz ödemesi geldiği, bu dayanağında ya hukuki bir işlem veya kanuni olduğu kabul edilmektedir. ( Von Thur, age, Sh. 67-Tekinay, age, Sh. 497 ). Hukuki bir işlemden doğan faizin genellikle bir sözleşmeye dayandığı, kanuni faizlerin ise tarafların iradesi dışında kanundan doğdukları aynı müelliflerce açıklanmaktadır.
Tazminat faizini benimsiyenler bunun kanundan doğan bir faiz olarak veya kanundan doğan faize benzeterek kabul etmektedirler ( Von Thur, age, Sh. 68 ) Aksini, yani haksız fiilden doğan tazminat alacağına da temerrüt faizi yürütülmesi gerektiğini ileri süren görüşün dayanağı ise bu faizin temerrüt faizine benzetilmesidir. ( Tekinay, age, Sh. 498 aynı not 27 )
Burada muacceliyet ile temerrüt mefnunlarına değinmek gerekmektedir. B.K.'nun 74.Maddesi'ne göre, "Ecel meşrut olmadığı veya işin mahiyetinden anlaşılmadığı takdirde borcun hemen ifa ve derhal icrası talep olunabilir". Haksız fiil tazminatlarında, bir ecelin şart koşulmadığı ve işin mahiyetinin de tazminatın daha sonra ödenmesini gerektirmediği açık olduğu cihetle tazminatın haksız fiil tarihinde derhal ödenmesi gerektiğinin, yani o tarihte muaccel olduğunun kabulü gerekir. Ancak borcun muaccel oluş, borçlunun temerrüde düşmesi için yeterli değildir. Genel kural B.K.'nun 101/1. Maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde hükmüne göre, muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarı ile mütemerrüt olur ve ancak temerrüde düşen borçlu, B.K.'nun 103.Maddesi hükmü gereğince, temerrüt faizi ödemekle yükümlü olur. Bu genel kuralın istisnaları ise,B.K.nun 101/2. Maddesi'nde gösterilmiştir. Borcun ifa edileceği gün müttefikan tayin edilmiş veya muhafaza edilen bir hakka istinaden iki taraftan birisi bunu usulen bir ihbarda bulunmak suretiyle tespit etmiş ise, mücerret bu günün hitamı ile borçlu mütemerrit olur. Ancak işbu B.K.nun 101/2. Maddesi hükmünün, maddenin yazılış şeklinden de anlaşılacağı üzere, genelde sözleşmelere, asgari olarak da iki tarafın anlaşmış olmaları hallerine uygulanacağı haksız fiil tazminatlarında bir gün tayininin veya ihbar hakkının tanınması söz konusu olmadığı cihetle bu madde hükmünün uygulanamıyacağı açıktır. ( Tunçomağ, age, Sh. 908 vd. ).
Diğer yandan, acaba haksız fiil tazminatlarında, ihtar keşide edilse dahi, tazminat borçlusunun temerrüdü söz konusu olabilir mi? Borçlar Kanunu'muza göre temerrütten bahsedebilmek için ihtar tarihinde borcun ifasının mümkün olması gerekir. ( Tekinay, age, Sh. 597 ). Borcun ifasının ilk şartı da borcun miktarının bilinmesi veya bilinebilir olmasıdır. Haksız fiillerde ödenmesi gereken tazminat miktarını borçlunun bildiği veya bilmesi gerektiği söylenebilir mi? Örneğin, destekten yoksunluk tazminatında haksız fiil failinden ölenin evli olup olmadığını, evli ise çocuğu olup olmadığı, kaç yaşında kaç çocuğu olduğu, kadının evlenme şansı bulunup bulunmadığını bilmesi, bunların uğradığı maddi zarar tutarını, hele tamamiyle yargıcın takdirine bağlı olan ( B.K. 47 ) manevi tazminat tutarını bilmesini beklemek mümkün müdür?
Temerrüt olabilmesi için ifanın mümkün olması gerekmesine, tazminat borcunun miktarının borçlu tarafndan bilinmesi veya bilinebilir olmasının olanaksız bulunmasına, bu durumda temerrüdün veya temerrüde benzer bir halin varlığı söz konusu olamıyacağına göre tazminat alacağına olay tarihinden itibaren temerrüt faizi yürütülmesi de mümkün değildir.
Borçlar Kanununun, haksız fiil hükümlerinde, tazminata faiz yürütülmesi ve oranı hakkında bir hüküm mevcut değildir. Ancak tazminat alacağının zararın doğduğu, yani olay tarihinde muaccel olduğu ( ödenmesi gerektiği ) ve ödeme için yargıcın kararının beklendiği tarihe kadar mağdurun tazminat alacağını geç almasından doğan olumsuz sonucun Kanunda boşluk bulunduğu noktasından .Borçlar Kanunun 72.maddesindeki faiz oranı ( 3095 S.Kanunu'nun 1.Maddesi'ndeki oranı ) ile doldurularak giderilmesi gerektiğinin de kabulü gerekir. Öğretiin büyük bir kısmı ve Yargıtay uygulaması da, tazminat faizi adı altında bu yoldadır.
İşin yolcu taşıması ile ilgili olması, yani ticari bir sözleşmeden doğmuş bulunması da durumu değiştirecek nitelikte değildir.
Taşıma sözleşmesinden doğan cismani zarar veya ölüm tazminatı tutarını borçlunun bilmesi, yani ifa mümkün olmadığına ve binnetice temerrütten söz edilemeyeceğine göre tazminat borcuna banka reeskont veya iskonto haddi üzerinden temerrüt faizi yürülmesi mümkün değildir.
Bu durumda, mahkemece tespit edilecek tazminat alacağına, B.K.nun 72.Maddesi ve 3095 sayılı Kanun'un 1. maddesi hükmü gereğince, olay tarihinden, 19.12.1984 tarihine kadar %5 ve bu tarihten tahsile kadar %30 faiz yürütmek gerekirken banka iskonto haddi üzerinden faiz yürütülmesi ve ayrıca, kabul şekli itibariyle, faiz oranının belirtilmemiş olması bozmayı gerektirmiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vek. Av.Özkan Kocadoğan
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : 1- Yerel Mahkemece, tazminat istemine ilişkin olarak açılan ek davadaki talebin de gözetilmesi gereğine işaret eden Özel Daire bozma kararının 2. bendine uyulmuş ve bozma çerçevesinde yeni hüküm kurulmuştur. Yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Dairesine gönderilmelidir.
2- Davacı, davalı işletmeye ait trene yolcu olarak bindiği sırada, trenin altında kalarak iki ayağının kesilmesi nedeniyle uğradığı zararın tazminini istemiştir. Taşıma sözleşmesinin tarafı olan Devlet Demiryolları'nın Türk Ticaret Kanunu'nun 806. maddesinde "Yolcuyu gideceği yere sağ salim ulaştırmak yükümlülüğü'ne aykırı davrandığında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sorun, tazminat alacağına yürütülecek faizin niteliğinde toplanmaktadır. Yargıtay 11.Hukuk Dairesi "Ticari iş niteliğinde bulunsa dahi taşıma sözleşmesinden doğan tazminat alacağına temerrüt ticari faiz oranının uygulanmıyacağını" kabul ederken; yerel mahkeme, işin niteliğini gözeterek "tazminat alacağına ticari temerrüt faizi" uygulanacağı gerekçesiyle kararında direnmiştir.
Türk Özel Hukuku'nda 1 Ocak 1957 gününde yürürlüğe giren Türk Ticaret Kanunu'nun 9. maddesiyle, geçmiş günler faizi için işin ticari olup olmamasına göre değişik oranlar uygulanması kabul edilmiştir. Bu ayırım 19.12.1984 gününde yürürlüğe giren 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizi Hakkındaki Kanun'da ( F.K. ) da benimsenmiştir:
Borçlar Kanunu'nun ( B.K ) 72. maddesinde "bir kimse faiz vermesine mecbur olup da miktar ne sözleşme ile ne de Kanun veya örf ve adetle muayyen değilse bu faiz senelik yüzde beş olarak verilir" hükmü getirilmiştir. TTK.nun 9/1. maddesi'nde "ticari işlerde de B.K.nun 72. maddesi'nin yürürlükte olduğu kabul edilmiştir.
B.K.nun 103. maddesi'nde özel olarak temerrüt faizi düzenlenmiş ve faiz oranı % 5 olarak kabul edilmiştir; TTK.nun 9/2. maddesinde ise ticari işlerde temerrüt faiz oranını %10 olarak belirlenmiştir.
Olay tarihinden sonra 19.12.1984 gününde yürürlüğe giren 3095 sayılı BK'nda da aynı düzenleme esas alınmış ve birinci maddede Kanuni faizin yüzde otuz, ikinci maddede ise ( B.K.'nun 103. maddesi'nde olduğu gibi temerrüt faizi düzenlenmiş ve faiz oranı kanuni faizde olduğu gibi yüzde otuz olarak kabul edilmiştir; maddenin ikinci bendinde ise ticari işlerde temerrüt faizinin "T.C.Merkez Bankası'nın kısa vadeli krediler için öngördüğü reeskont faizi oranlarında olacağı açıklanmıştır.
Gerek BK.nun 72 ve gerekse BK'nun 1. Maddesi faizle ilgili genel kural niteliğindedir; özel bir kuralın unsurları gerçekleşmedikçe tüm alacaklara BK.nun 72. ve BK.nun 1. maddesi'ndeki ( Kanuni faiz ) oranları uygulanır. Temerrüt faizi ise 72. madde'nin ve Kanuni faizin özel bir halidir; burada temerrüt olgusu gerçekleştiği an Kanuni Faiz ( B.K. mad.72 ) değil temerrüt faizi veya iş ticari ise ticari faiz uygulanır. O halde olayımızda sorunun sağlıklı olarak çözümlenmesi için temerrüt kavramı üzerinde durulmalıdır.
Borçlunun temerrüdü, henüz ifası mümkün olan muaccel bir borcun, borçlusu tarafından gereken zamanda yerine getirilmemesidir. ( Tandoğan Türk Mesuliyet Hukuku Sh.46 ) Başka bir tanımlı "Borçlu edayı yerine getirme yükümlülüğünü zamanında ifade etmediği takdirde temerrüt halinin oluşacağı" kabul edilmektedir. ( Van Thur- Borçlar Hukuku Sh. 605 )
O halde bir borç ilişkisinde temerrüt olgusundan söz edilmek için "edayı yerine getirme yükümlülüğü" olmalıdır. Bunun için de borcun belirli olması zorunludur. Belirli olmayan veya tarafların karşılıklı iradeleriyle belirlenme olanağı bulunmayan borçlarda temerrütten söz edilemez. Nitekim Yargıtay ( 12.11.1979 gün ve 1/3 sayılı İçtihadi Birleştirme Kararı ) kira tesbitiyle ortaya çıkan kira farkı alacaklarında; Temerrüdün, bu farkın kapsamının kesin olarak belli olmasıyla söz konusu olacağını kabul etmiştir.
Uyuşmazlığın esası, sözleşme ilişkisinden kaynaklandığına göre temerrüt kavramı borç ilişkisi içinde değerlendirilmelidir. Sözleşmeden doğan borç ilişkisi alacaklı ile borçlu arasında bir veya daha çok alacak hakkı ve dolayısıyle "adim yükümlülükleri" ile "yan yükümleri" ihtiva eder.
1- Edim yükümleri, borçlunun alacaklı yararına yerine getirmek zorunda olduğu belirli bir sınırlı davranıştır; asli edim yükümü sözleşmenin tipini belirleyen yükümlülüktür. Bir taşıma sözleşmesinde taşıyıcının taşınanı belirli yere götürmesi, buna karşılık verilmesi gereken ücret ( asli edim ) veya yolculara yolda yemek verilmesi ( yan - tali edim ) gibi, edim yükümlülüklerinin olayımızı ilgilendiren önemli unsuru "belirli veya tarafların iradelerine göre belirlenebilir olması"dır.
2- Yan yükümler ( özen gösterme yükümleri diğer davranış yükümleri ) ise asli edim yükümlerine bağlı yükümlerdir; Taşıma sözleşmesinde taşıyıcının yolcuları can ve mallarına zarar vermeden varacağı yere ulaştırmak gibi, Bu yükümlerin ihlali halinde ortaya çıkan borç belirli değildir: Bu nedenle alacaklı edim yükümlerinde olduğu gibi bunu bir eda davası açarak yerine getirilmesini isteyemez; ancak bundan doğan zararının tazminini isteyebilir. Çünkü tazminat alacağı belirli nitelikte değildir; ancak açılacak tazminat davası sonunda verilecek kararın kesinleşmesiyle halli olacaktır. Ondan önce tazminatın miktarı hatta cinsinin ne olacağı belli değildir. Tazminat, alacağının kapital olarak veya irat şeklinde ve kesin olarak ortaya çıkması ancak hakim kararıyla olur, manevi tazminatlarda ise, tamamen hakimin takdiri söz konusudur.
Temerrüt olayı, ifa etmeme ve ifadan kaçınma şeklinde ortaya çıkan "iradi bir davranış" tır. İfadan kaçınmadan söz edebilmek ve kişiyi bunun sonuçlarından sorumlu tutabilmek için ifanın kapsamının ve niteliğinin bilinebilir olması zorunludur. Bu nedenle temerrüt edim yükümlerinin ( asli ve yan edim ) ifasındaki gecikmede söz konusu olur. Buna karşılık yan ( özen ) yükümlerde temerrüt söz konusu olmaz. Zira yan yükümlerinin bağımsız varlığı bulunmadığı gibi dava yoluyla ifalarının talep edilmesi de mümkün değildir. Bunların ifalarında geçikme temerrüde değil koşulları varsı tazminat talebine olanak verir. ( Eren, Borçlar C: III, Sh. 265-266 ).
O halde tazminat alacağına temerrüt faizinin dolayısıyle ticari faizin uygulanması olanağı yoktur. BK.nun 72 ve 103. maddeleri İsviçre Borçlar Kanunu'nun 73 ve 104. maddelerine uygun olarak düzenlenmiştir. Bu nedenle oradaki uygulamanın bilinmesinde de yarar bulunmaktadır. İsviçre Federal Mahkemesi de tazminat alacağının faizinin söz konusu olabileceğini kabul etmektedir. ( BGE 82 II 512-Kaneti İsviçre Federal Mahkemesi'nin Borçlar Hukuku Kararları Sh. 126; BGE 97 II 123 124-Eren Borçlar Hukuku C: III, Sh.304 ve dip not 22- ). Karşılaştırmalı hukuk doktirininde de tazminat alacağına temerrüt faizi uygulanmıyacağı kabul edilmektedir. ( Becker, İsviçre Medeni Kanun Şerhi, 4.Fasikül, S:4, Dr.Saim Özkök Çevirisi ve Eren age Sh.304 dip not 22'de anılan yazarlar ).
Von Tuhr ( Borçlar Hukuku Sh.611 - Yargıtay Yayını )"Gaspeden daima temerrüt halindedir" ilkesinden hareketle " bir şeyi iadeye veya haksız bir fiil sebebiyle zarar ve ziyan ödemeye mecbur olan kimse hakkında, hukukun umumi prensiplerine göre temerrüt bir borçlu gibi muamele edilmesini" ileri sürmektedir. Bundan amaç tazminat alacağına olay tarihinden itibaren faiz yürütülmesini haklı bir nedene dayandırmaktır. Von Tuhr, bunu aynı parağrafta"... borçlu haksız fiilin işlenmesinden itibaren keza bu meblağın faizinden de mesul olur" sözcükleriyle açıklamıştır. Nitekim yazar ( age, Sh. 67 ), Kanuni faizleri işlerken tazminat faizi ile temerrüt faizinin ayrı ayrı kavramlar olduğunu açıkça vurgulamıştır.
Diğer taraftan, tazminat alacaklarını ticari niteliği nedeniyle ayırıma tabi tutup bir kısmına ticari faiz oranlarının uygulanmasını kabul etmek Türk Özel Hukuku'ndaki ikili faiz oranının getirdiği adaletsizliği daha da artıracaktır.
Bu itibarla 3095 sayılı Yasa'nın yürürlük tarihi ve getirdiği düzenleme gözetilerek olayda uygulanması gereken faizin niteliğine işaret eden ve H.G.K.ca da aynen benimsenen Özel Daire Bozma Kararı'na uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir.
O halde direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : 1- Yukarıda 1 numaralı bentde belirlenen sebeple, bozmaya uyularak toplanan delillerle kurulan yeni hükme yönelik temyiz itirazı hakkında inceleme yapılmak üzere dosyanın 4. Hukuk Dairesi'ne gönderilmesine oybirliği ile,
2- Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire Bozma Kararı'nda ve yukarıda 2. bentde gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, ilk görüşmede çoğunluk sağlanamadığı için 28.11.1990 günü yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Mahkeme ile Özel Daire arasındaki görüş aykırılığı, taşıma işinden kaynaklanan tazminat davalarında, tazminat alacağına yürütülecek faizin niteliğinde toplanmaktadır. Daha açık bir anlatımla mahkemece dava konusu tazminat alacağının ticari işlem kaynaklandığı görüşü ile tazminat faizine olay tarihinden itibaren işten de dikkate alınmak suretiyle TTK.nun 1461. maddesi'nde öngörülen iskonto oranı üzerinden temerrüt dairenin faizine hükmedilmiş olup, çoğunlukla verilen özel daire kararlarında ise, dava konusu tazminat alacağına temerrüt ( direnim ) faizi değil, B.K.nun 72 ve 3095 sayılı Yasa'nın 1. Maddesi'nde öngörülen kanuni faiz oranlarının uygulanması gerektiği kabul edilmektedir.
Genel Kurul görüşmelerinde de iste kanuni faiz adı altında, isterse temerrüt ( direnim ) faizi adı altında olsun alacağa olay tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerektiği oybirliğiyle benimsenmiştir. Görüş aykırılığı, mahkeme ilk özel daire arasında olduğu gibi, olay tarihinden itibaren yürütülmesi gereken faizin niteliğinde, diğer bir deyişle, yürütülerek faizin kanuni faiz mi, yoksa temerrüt faizi mi olduğu noktasında odaklanmaktadır.
Kanımızca, bu konuda doğru bir sonuca varılabilmesi için yürütülecek faizin akdi ilişkinin sona ermesinden sonraki dönemle mi yaksa akdi ilişkiyle ilgili dönemle mi ilgili olduğunun saptanması gerekir. Zira, B.K.nun 72 ve 3095 Sayılı Yasa'nın 1.Maddesi'nde öngörülen ( Kanuni Faiz ), Borçlar Kanunu'na ve TTK.na göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktar sözleşme ile saptanmadığı takdirde ödenecek faizdir. Bu yasal düzenlemelerden de açıkça belli olduğu gibi, doktirinde ( kapital faizi ) adı da verilen kanuni faiz, borcun geç ödenmesi ile ilgili bir faiz niteliğinde değildir. Borcun geç ödenmesi ile ilgili faiz düzenlemesi B.K.nun 103 ve 3095 Sayılı Yasa'nın 2/1 Maddesi'nde öngörülen faizdir; yani temerrüt ( direnim ) faizidir. Temerrüt, ticari bir ilişkiden doğduğu takdirde ise, yasa gereği TTK.nun 9/2, 1461 ve 3095 Sayılı Yasa'nın 2/3 . maddelerinde belirtilen ticari temerrüt faizi oranları uygulanacaktır. ( Bkz.Y.Karayalçın, Ticaret Hukuku, Ticari İşletme, Ankara 1968 sh. 557 vd ).
Dava konusu olayda davacının davalı idareye ait trenle yolculuk yapmak için binerken trenden düşmesi ve altında kalması nedeniyle iki bacağının kesilmesi sonucu taşıma sözleşme ilişkisi o anda sona ermiş ve taşıyıcının TTK.nun 806. Maddesi'nde öngörülen yolcuyu gideceği yere sağ ve salim ulaştırma borcu o andan itibaren yine aynı maddede niteliği belirtilen tazminat borcuna dönüşmüştür. O halde ortada akdi ilişkinin sona ermesinden ve derhal ödenmesi gereken tazminat borcunda bir geçikme olduğuna göre, bu tazminat borcuna yürütülecek faiz niteliği itibariyle ( kapital ) kanuni faiz olmayıp, temerrüt direnim faizi olması gerekir. Bu kural, müşterek hukuktan gelme ( gaspeden daima temerrüt halindedir. ) ilkesinin bir uygulamasıdır. Konunun temyiz incelemesini yapan Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nin yerleşmiş uygulanması bu yönde olduğu gibi, bu gibi durumlarda yürütülecek faizin bir temerrüt faizi olduğu doktrinde de kabul edilmektedir. ( Bkz.Y.Karayalçın age. sh. 569, Tekinay/Akman/Burucuoğlu/Altop, Tekinay Borçlar Hukuku Cilt 2, 5. Bası, İst.1977 sh. 235 vd. ) Kaldı ki, ( tazminat faizi ) kavramına Borçlar Hukuku adlı eserinde değinen Von Tuhr dahi bu faizi açıklarken ( gaspeden daima temerrüt halindedir ) ilkesine dayanmakta ve borçlunun ( mütemerrit bir borçlu gibi ) faizden sorumlu olduğunu kabul etmektedir. ( Bkz.Von Thur;Borçlar Hukuku'nun Umumi Kısmı, Cevat Edege Tercümesi, Yargıtay Yayınları, Ankara 1983 sh.611 )
Dava konusu tazminat alacağına yürütülmesi gereken geç ödeme faizinin bir temerrüt ( direnim ) faizi olduğu ve bu nedenle olayda BK.nun 103/1, 3095 Sayılı Yasa'nın 2. Maddesi uygulanması gerektiği saptandığına göre, bu temerrüt faizinin TTK.nun 9/2, 1461 ve 3095 Sayılı Yasa'nın 2/3 maddelerinde belirtilen talep edilen dönemlerine göre iskonto veya reeskont faizine tabi olup olmayacağı, yukarıda da değinildiği gibi işin ticari nitelikte olup olmadığına göre değişecektir. Zira, TTK.nun 9/2 uyarınca ticari temerrüt faizi ancak ticari işlerde uygulanacağı hüküm altına alınmış bulunmaktadır. Yukarıda da değinildiği gibi, dava korusu alacak bir yolcu taşıma sözleşmesinden doğmasına ve bu tür sözleşme ilişkisi ile taşıyıcının sorumluluğu T.Ticaret Kanunu'nda ( TTK.798 vd ) düzenlendiğine göre, TTK.nun 3.maddesi uyarınca uyuşmazlık ticari bir işten kaynaklanmaktadır. Davalı taşıyıcı bakımından ticari iş olan bu uyuşmazlık sözleşmeden kaynaklandığına göre, TTK.21/2 Maddesi uyarınca tacir sıfatını taşımayan yolcu bakımından da ticari bir iş sayılması gerektiğinden, dava konusu alacak için ticari temerrüt ( direnim )faizi istenebileceğinin kabulü ve ayrıca alacağın dönemine, yani 3095 Sayılı Yasa'nın yürürlüğe girme tarihine nazaran iskonto ve reeskont faiz oranları üzerinden temerrüt ( direnim ) faizinin istenebilmesi yasal olarak mümkündür. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun taşıma sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlık hakkında oybirliği ile verdiği 17.12.1986 gün ve 1985/11-383 esas ve 1986/1099 karar sayılı içtihat bu yolda olduğu gibi, doktrinde de aynı görüş ileri sürülmüştür. ( Bkz.Y.Karayalçın, age, sh. 566-569, Prof. Dr. H.Domaniç, TTK.Şerhi, Cilt I, İst.1988 sh. 130-132, Çetin Aşçıoğlu Trafik Kazalarında Hukuki Sorumluluk ve Tazminat Davaları, Ankara 1989/sh.202 )
Kaldı ki, bu tür tazminat davalarında ülkemizde olduğu gibi yüksek enflasyon yaşanan dönemlerde reeskont faiz oranı üzerinden ödenecek temerrüt faizi, zararın geç tazmin edilmesinden doğan sakıncadan en aza indirecek bir faiz oranı olmaktadır. Hukukun asıl amacı haksız eylem veya sözleşmeye aykırı davranış ile bozulan düzeni tekrar sağlamak ve bu şekilde tarafları bu eylemin olmasından önceki duruma getirmek olmalıdır. Nitekim, tazminat faizi kararını savunan yazanlar dahi tazminat faizi ile tazminatın geç ödenmesinden kaynaklanan zararın tümünün ödenmesinin amaçladığı kabul edilmektedir. ( Bkz.M.Reşit Karahasan, Sorumluluk ve Tazminat Hukuku, Ank, 1981 sh. 1691-1620 )İsviçre Federal Mahkemesi'nin "...zarar göreni, haksız fiilin işlendiği gün zararı tazmin edilseydi hangi durumda olacak idiyse, o duruma getirmek amacını güden şeklinde tanımlamak suretiyle bu amacı açıkca vurgulamıştır. ( Bkz. S.Kaneti, İsviçre Federal Mahkemesi'nin Borçlar Hukuku Kararları sh. 126 ) Kaldı ki, gerek Borçlar gerek Ticaret ve gerekse 3095 Sayılı Kanunlarda gösterilen faize ilişkin hükümler tefsiri nitelikte olduklarından bu hükümlerden bir boşluğu doldurmak için yararlanırken yasa hükümlerinden hayatın gerçeklerine en uygun olanının seçilmesi ve uygulanması uygulamacıya düşen bir görev olmalıdır.
Yukarıda açıklanan görüşe karşı çoğunluk düşüncesinde, tazminat davalarında olay anından hüküm tarihine kadar alacak miktarının belirsiz olduğu, bu nedenle bu tür borçlarda temerrüt olamayacağı ileri sürülmüşse de, aynı belirsizlik karmaşık alacak ve borç ilişkilerinde ve haksız rekabetten doğan tazminat borçlarında da mevcut olduğu halde bu tür alacaklarda dahi ticari temerrüt faizinin uygulanması gerektiği Yargıtay'ın kökleşmiş içtihatlarında kabul edilmiştir. Bir an için böyle bir görüşün yerinde olduğu kabul edilse dahi, aynı sakınca olay tarihinden yürütüleceği kabul edilen tazminat faizinde de mevcuttur. Bu nedenle bu görüş, bünyesinde çelişki taşıdığı için de kanımızca itibar edilmesi mümkün değildir.
Diğer bir eleştiri ise, bir kısım doktrindeki görüşten esinlenerek, yolcu taşıma sözleşmesine taşıyıcının yolcuyu sağ salim götürme yani özen borcunun bir yan yükümlülük olduğu bu nedenle bu nevi borçlarda temerrüt olamayacağı hususudur ki bizce buda yerinde bir eleştiri olmamak gerekir. Zira, yolcu taşıma sözleşmesinde yolcunun asli edimi ücret ödemek, taşıyıcının asli edimi ise, TTK.nun 806/1 Maddesi'nde açıkça vurgulandığı gibi, yolcuları gidecekleri yere sağ ve salim ulaştırmaktadır. Görüldüğü üzere, bu yasal düzende özen borcu taşıyıcı için asli bir edim olarak kabul edilmiştir. Aynı madde de taşıyıcının bu edimini tam olarak yerine getirmediği takdirde yolcunun veya mirasçılarının isteyebilecekleri tazminat alacağı dahi yasal olarak düzenlendiğine göre, özen borcunun ve dolayısı ile tazminat alacağının bir yan yükümlülük olarak tavsif ve kabulü doğru değildir. Kaldı ki, bu görüşün kabulü halinde tazminat alacaklarında direnimin mevcut olamayacağı ve dolayısı ile de geçmiş günler faizi istenemeyeceği sonucuna varılması günümüzde yaşanan yüksek enflasyonda hiç de adil bir çözüm tarzı değildir. Haksız fiil faili ile sözleşmeye aykırı davranarak diğer tarafa zarar veren kimseyi, zarara uğrayan kimseye karşı korunmanın ne yasal, ne de etik dayanakları mevcut olamaz. Öte yandan, çoğunluk görüşüne göre temerrüt ( direnim ) olması dahi yan yükümlülüğe olay tarihinden itibaren düşük oranlı ve zarara uğrayanı hiçbir şekilde tatmin edemeyecek tazminat faizinin yürütülmesinin mümkün olduğu kabul edilmektedir ki bu görüş dahi gerek bünyesinde çelişki taşıması, gerekse hayatın gerçeklerine ters düşmesi itibariyle bizce itibar edilmesi gereken hukuksal bir düşünce tarzı olamaz.
Yukarıdan beri anlatılan nedenlerle, olayda kanuni faizi verilmesi gerektiği yönünden mahkeme kararını bozan sayın çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Bizce, mahkeme kararı, bu yönde istem bulunduğuna göre, tazminat miktarına 3095 sayılı öngörülen iskonta faizi yürütülmesi, bu tarihten itibaren ise 3095 Sayılı Yasa'nın 2/3. Maddesi'nde belirtilen reeskont faizine hükmedilmesi gerektiği yönlerinden bozulmalıdır.
Işıl ULAŞ
11. Hukuk Dairesi Üyesi