 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1989/688
K: 1990/191
T: 21.03.1990
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki rücuan alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Zonguldak 2. İş Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 13.4.1989 gün ve 656-562 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 22.6.1989 gün ve 4690-5601 sayılı ilamı ile; "..Meslek hastalığı sonucu ölen sigortalının maden işlerinin yeraltı bölümünde çalıştığı tartışmasızdır. Diğer yönden, bu tür çalışmaların 50 yaşına kadar yer altında geçeceği, bu yaşın ikmalinden sonra 60 yaşına kadar olan sürede kişinin yer üstünde çalışarak kazanç elde edeceği, bu süreler toplamının aktif çalışma dönemini oluşturacağı, 60 yaşın ikmlalinden itibarende PMF cetveline göre bakiye ömrün pasif dönemi oluşturup sadece yaşlılık aylığından yararlanılacağı yasa hükümleri ile yaşam gerçeklerine uygun olduğu gibi, Daire'mizin ve yargıtay'ın da bugüne dek oturmuş ve yerleşmiş görüşlerindendir.
Tazminatın irat olarak değilde, sermaye şeklinde ödenmesine hükmedilmesi halinde sigorta olayına maruz kalan sigortalının ve sigortalı ölmüşse hak sahiplerinin, sebepsiz zenginleşmesine yol açmamak için, faal ömür ve kazanma döneminde gelecekte sağlanacak kazançların, önceden ödenmesi nedeniyle bir miktar indirilmesi zorunludur. Bu indirme iskonto ve indirilmiş iskonto edilmiş meblağada peşin sermaye değeri denilmektedir.
Şu halde, hükmün konusunu oluşturan peşin sermaye değeri, sigortalının çalışabileceği ve kazanabileceği zaman içerisinde, gerçekleşecek iratların peşin olarak ödenmesi, dolayısıyla iskonto faizinin indirilmesi suretiyle bulunan miktarıdır.
Gerçekten, ileri tarihlerde gerçekleşecek irat taksitlerinin, önceden ve topluca elde edilmesinin tazminat alacaklıları yönünden, gerçek zararlarının dışında ek bir mali güç oluşturacağı ve tazminatın belirlenmesinde, bu unsurun gözönünde tutulmasının, onların haksız iktisapta bulunmalarına yol açacağı kuşkusuzdur. Buradaki sorun, haksızlığın ne yolda önleneceği konusunda, adalet ve nesafete uygun ilke ve yöntemlerin belirlenmesinden ibarettir.
Bu güne kadar, Yargıtay uygulamalarında, peşin sermaya değeri, kazançlar toplamından iskonto faizinin düşülmesi suretiyle bulunarak, bu konuda, faiz indirme sistemi benimsenmiştir. Aslında sermaye olarak önceden alınan meblağın, sigortalı veya haksahipleri tarafından, mütesevver çalışma ve kazanma süresince değerlendirilmesinden sağlanacak yararın, iskonto faizine eşdeğer sayılması, pratik ve kolay bir yöntemdir. Ve Anayasa'nın benimsediği, davaların yürütülmesindeki çabukluk, ucuzluk ve kolaylık ilkelerine de uygundur. Gerçekten, bu yararın salt sermayeden kaynaklanması, sigortalı ya da haksahiplerinin kişisel emek, tecrübe, uzmanlık ve sair niteliklerinin katkısı ayıklanarak belirlenmesi zorunludur. Salt sermayeden kaynaklanan yararın, sermaye piyasasının, yasal banka faizinden gayri unsurlarıyla belirlenmesi dahi, öteki etkenleri, işin içine katacağından dolayı, söz konusu çabukluk kolaylık ve ucuzluk ilkelerine ters düşebilir. Şu halde, indirime konu yararın belirlenmesinden, salt mevduat faizinin gözönünde tutulması ve iskonto oranının buna göre saptanması yukarıdan beri açıklanan ilkelere uygun alacaktır.
Ne var ki, çalışma ve kazanma dönemi içerisinde, iskonto faizlerinin de tekdüze seyretmeyerek değişik oranlarda gerçekleşeceği, ülkenin ekonomik ve tarihi koşullarının gereğidir. Bu gerçek, kazanç artışlarının tahmininde olduğu gibi, iskonto faizi oranlarındaki dalgalanmaların dahi saptanmasını zorunlu kılar. Söz konusu dönemde, iskonto faiz oranları ekonomik durum, enflasyon, sermaye piyasası ve bunlara etkili sosyal, siyasal ve tarihi unsurlar, sağlam ve bilimsel güvenilir kaynaklara dayanılarak uzman bilirkişilerce belirlenmeli ve kontrol ve değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bu faiz oranlarına göre bulunacak iskonto emsalleri yardımıyla peşin sermaye değerleri saptanmalıdır. Böylece çalışma ve kazanma döneminde her yıl değişen kazançlar ve iskonto faizleri söz konusu olduğundan, bunların aritmetik ortalamasını alıp, kazanç ve iskonto faizlerinin sabitleştirildiği farz edilerek, sabit rant formülünün uygulanması suretiyle iskonto işlemi gerçekleştirilerek peşin sermaye değerinin hesaplanmasının, ortalama sayıların büyüme rakamların fazlasıyla etkisinde kalması nedeniyle sağlam ve doğru bir sonuca ulaşılmasını engellemesi olasılığı üzerinde durulup, her yıla ait kazanç kaybının başlangıç yılına göre peşin sermaye değeri bulunarak, bunların toplanması suretiyle, sonuca ulaşılması yöntemi benimsenmeli, çalışma ve kazanma dönemi boyunca saptanacak işkonto faiz oranlarına göre başlangıç yılı esas alınarak her faiz oranı için ayrı ayrı saptanmış peşin değer emsalleri gözönünde tutulmalıdır. Şu var ki kazanç artışları (enflasyon payı terfi ve tefeyyüz) unsurlarına dayanır. Mevduat faizi ise (enflasyon payı reel faiz)den oluşur. Bir toplumda, emeğin sağladığı, artış ve gelirlerin, sadece banka faiziyle değerlendirilen sermayenen sağladığı gelirden fazla olması gerekir. Bu insan yaşamına ve alın terine verilmesi gereken önem ve saygının doğal bir sonucu olmak icab eder. Bu ilke çerçevesinde düşünülerek, iskonto değerleri hiç bir zaman kazanç artışlarından daha yüksek kabul edilmeli ve uygulanmamalıdır.
Mahkemece, açıklanan maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın ve aksi yasal delillerle ve dayanaklarla saptanmadan, sözü edilen ilkelere ters düşen yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı biçimde hüküm tesisi usule ve yasaya aykırıdır..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü :
KARAR : 1 - Özel Daire bozma kararının 2 nolu bendinde belirtilen (ölen sigortalının maden işçisi olarak çalıştığı gözetilerek işin niteliği gereği ancak 50 yaşına kadar yer altında, bu yaştan sonra 60 yaşına kadar olan sürede yer üstünde çalışarak kazanç elde edebileceği, işbu süreler toplamının aktif çalışma dönemini oluşturacağı vurgulanıp, 60 yaşın ikmalinden itibaren PMF cetveline göre bakiye ömrünün pasif dönemi oluşturup yalnızca yaşlılık aylığından yararlanacağına ilişkin bozması usul ve yasaya uygun olup, Hukuk Genel kurulu'nca da aynen benimsendiğinden bu sebebe yönelik temyiz itirazları yerinde değildir. Diğer temyiz itirazlarına gelince,
2 - Tazminatın hesabında ve belirlenmesinde, bu tazminatın niteliği itibariyle ileriye yönelik bazı hesaplamaların yapılması ve bu hesaplamaların da, gerçeğe en yakın bir şekilde bulunması zorunludur. Ülkemizdeki ekonomik konjoktür, milli gelirdeki artış hızlı, milli gelirden değişik kesimlerdeki bireylere düşen miktar ve diğer etmenler gözönünde tutulduğunda yerel mahkemenin reel ücret artışının ne olacağı konusundaki görüşü gerçekçi kabul olunmamıştır.
Hukuk Genel Kurulu'nda yapılan müzakerelerde, ücret artışının % 10 olduğu hususundaki Yargıtay uygulamasının devamında yarar görülmüştür.
Ücret artışı yanında iskonto oranının olması gerektiği konusu uzun müzakerelere sahne olmuş ve iskonto oranının ücret artışından fazla olamayacağı konusunda görüş birliğine varılmıştır.
Bilindiği gibi, iskonto oranının kabulü, tazminatın sermaye olarak belirlenmesinin bir sonucudur. Çünkü bu tür tazminat türünden, hak sahipleri yıllar sonra elde edecekleri destek yardımını, peşin sermaye olarak alma imkanını elde etmektedirler. Eğer peşin ve sermaye olarak alınan bu miktarda bir indirim yapılmadığı takdirde, tazminat hukukunun tazminatın hiçbir zaman zarardan fazla olamıyacağı ilkesine ters bir durum meydana gelecek, tazminat zararı aşar duruma girecektir. Sorun, bu iskonto oranının ne olacağıdır. Bugün ülke genelinde mevduat faizlerinin vardığı düzey ve destek tazminatının belirlenmesine hakim olan temel ilkeler nazara alındığında iskonto oranında denklik kuralı gereği ücret artışı oranı gibi % 10 olması gerektiği çoğunluk görüşü olarak belirlenmiştir.
Tazminat hesabının bilirkişiye gidilmeden hakim tarafından yapılması gerektiği görüşüne, destek tazminatının belirlenmesi çok ayrıntılı ve teknik hesaplamaları gerektirdiğinden katılmak mümkün olmamıştır.
Her ne kadar müzakereler sırasında B.K.'nin 43. maddesine dayanılarak kararın onanabileceği ileri sürülmüş ise de, tazminatın gerçek miktarını belirleyen bir yöntem uygulanıp, zararın tutarı saptanmadan bulunan miktarın B.K.'nin 43. maddesinden hareketle benimsenmesi, tazminat ilkeleriyle bağdaşmıyacağı, belirsiz, keyfi sonuçlara götüreceği gerekçesiyle bu görüşe de iştirak edilmemiştir.
SONUÇ : Davacı idare vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 1 nolu bentte gösterilen sebeplerde oybirliğiyle, 2 nolu bentte gösterilen sebeplerde ise oyçokluğu ile BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 21.3.1990 gününde karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Uyuşmazlık, destek ya da beden gücü kaybı zararının hesaplanmasında iskonto oranının ne olması gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği gibi iskonto, borçlunun borcunu vadesinden önce ödemesi, halinde alacaklıdan elde ettiği indirimdir. Yıllar sonra elde edilecek bir gelir veya mahrum kalınan desteğin yıllar önce peşin olarak alınması ve peşin alınan bu tazminatın yıllarca değerlendirme olanağının bulunması nedeniyle iskonto oranını, haksız iktisaba yol açmayacak oranda belirlenmesi için, küçük ve orta tasarrufların ne oranda değerlendirme olanağı bulunduğu üzerinde durmak gerekir. Zira, genelde hükmedilecek tazminat miktarı, paranın satın alma gücü karşısında küçük veya orta tasarruf düzeyinde kalmaktadır.
Küçük ve orta tasarrufların (enflasyon oranı + 5)'in üzerinde değerlendirme olanağı ülkemizde geçmişte olmamıştır, halen yoktur, yakın bir gelecekte olmayacagı anlaşılmaktadır. Son senelerde mevduat faizlerinin % 50 civarında seyretmesi enflasyonun % 50 civarında olmasından ve küçük tasarrufların enflasyondan etkilenmemesi, küçük tasarruf sahiplerinin tasarrufa teşvik edilmesi hakkındaki hükümet politikasından kaynaklanmaktadır. Paranın enflasyon nedeniyle değer kaybetme durumu nazara alındığında, mevduat faizi ve devlet tahvillerine ödenen faizin % 50 civarında olmasına rağmen net gelir artışı % 5'in altında kalmakta, çoğu kez bu tasarruf ve yatırımlardan reel bir gelir sağlanamamaktadır. Son alınan kararlarla faiz oranlarının bir ölçüde serbest bırakılması üzerine gelecek yıllar enflasyon oranının ne olacağı, küçük ve orta tasarruf sahiplerinin hangi oranda net gelir artışı sağlayacakları bilinmemektedir. Taşınmazların getirebileceği net gelirinde uzun bir zaman kesiti içinde % 5 düzeyinde kaldığı izlenmektedir.
Gerek 1982 yılından önce bilirkişilerce alınan % 5, gerekse 1982 yılından sonra alınan % 7,5-10 artış ve % 5 iskonto oranlarında enflasyon oranı nazara alınmadan iskonto ve net gelir artışı düşünülmüş olduğu açıktır. Gerek bilinmeyen yıllar gelir artışı, gerekse iskonto oranının saptanmasında enflasyonun nazara alınması son derece aldatıcı ve aldatıcı olduğu kadar da sakıncalıdır. Bilirkişiliğin henüz kurumlaşmadığı ülkemizde, bu konuda gerçekten uzman bilirkişinin yok denecek kadar az olduğu düşünülürse, enflasyon oranının, bilinmeyen yıllar gelir artış ve iskonto oranını ne ölçüde etkiliyeceğini, araştırma ve saptamanın ne kadar sakıncalı olacağı işleri ne denli uzatacağı, bu konuda objektif bir ölçü bulunamayacağı, hesabı karıştırmak ve zorlaştırmaktan ve davaları uzatmaktan öte bir sonuç doğurmayacağı son 5 sene içindeki uygulama ile sabit olmuştur.
506 sayılı Sosyal Kanununun 22. maddesi gereğince, Çalışma ve Sosyal Yardım Bakanlığınca birlikte tesbit edilen tarifede de iskonto oranı % 5 alınmıştır. Bilindiği gibi sigortalı ya da Bağ-Kur sigortalısının ölümü üzerinde hak sahipleri tarafından tazmin gibi sigortalı ya da Bağ-Kur sigortalısının ölümü üzerinde hak sahipleri tarafından tazmin sorumluları aleyhine açılan maddi tazminat davalarında, hak sahiplerinin destek zararları saptanmakta, bundan bağlanan gelirlerin peşin değerleri çıkarılıp kalanına hükmedilmektedir. Kurumlarca bildirilen peşin değerin % 5 iskonto oranına göre saptanmasına karşı yapılan itirazlar 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26. ve 22. maddelerinin açıklığı karşısında reddedilmekte, peşin değer hesabında % 5 iskonto esas alınmaktadır. Destek zararı hesabında iskonto oranının % 5'in üzerinde, mahsubu yapılacak bağlanan gelirin peşin değerinin hesabında ise % 5 kabulü çifte standartlı bir uygulamaya yol açacağı hak sahiplerinin bir kısım hakkını tazmin sorumlularında, ya da, Kurumlarda bırakacağı açıktır. Örnek vermek gerekirse, % 10 artış, % 10 iskonto oranına göre hak sahibinin destek zararı 1.000.000, % 10 iskonto oranına göre bağlanan gelirin peşin değeri 500.000 TL. ya da % 10 gelir artışı % 5 iskontoya göre destek zararları 1.5000.000, % 5 iskonto oranına göre bağlanan gelir ğeşin değeri 1.000.000 lira ise, hem zarar hesabı, hemde bağlanan gelir peşin değer hesabında iskonto oranı aynı alınması halinde, aradaki fark alan 500.000 liranın tahsiline karar verilecek zarar hesabı, % 10 gelir artışı % 10 iskonto, peşin değer hesabı % 5 iskonto oranına göre yapılması halinde zarar 1.000.000, bağlanan gelirin peşin değeri de 1.000.000 lira olduğundan dava reddolunacak, çifte standartlı bir uygulama sonucu hak sahiplerinin 500.000 liralık hakkı tazmin sorumlularında bırakılmış olacaktır. Bu şekilde çifte standartlı bir uygulamaya yasal ve mantıksal hiçbir gerekçe bulunamayacağına göre, 22. maddede yazılı tarife değiştirilene kadar uygulamada birlik sağlamak, haksızlıkları önlemek bakımından da iskonto oranının % 5 olarak kalmasında zorunluk bulunmaktadır.
Eskiden, bilinmeyen yıllar gelir artış oranı ile iskonto oranının % 5 kabul edilmil olması, bundan sonra uygulanacak artış ve iskonto oranında eşit olmasını gerektirmez. Zira, bunlar farklı kavramlardır. Biri diğerine bağlı değildir. Bilinmeyen yıllar gelir artış oranı, milli gelirde zaman içinde meydana gelen artış ve kişinin zamanla uzmanlaşması ve kıdeminin artması ile ilgili, iskonto oranı ise tasarrufların reel olarak % kaç oranında değerlendirme olanağı bulunduğu konusu ile alakalıdır. B u nedenle denklik kuralının burada uygulama yeri olamayacağı açık-seçiktir. % 5 artış, % 5 iskonto oranına göre bulunan miktarlar somut olay adaletine uygun bulunmadığına, yukarıda açıklandığı gibi iskonto oranının % 5'in üzerinde uygulanması çifte standarta yol açacağı gibi tasarrufların reel olarak % 5'in üzerinde değerlendirme imkanı da olmadığına göre iskonto oranını, % 5, bilinmeyen yıllar gelir artış oranını ise % 5'in üzerinde saptamakta zorunluk vardır.
Bazı olaylarda, % 5 iskonto oranına göre bulunacak rakamların fahiş olabileceği endişesine de katılmak mümkün değildir. Zira, hakim, zararın belirlenmesinde Borçlar Kanununun 43/1 maddesi gereğince tarafların ekonomik ve sosyal durumlarını gözönünde bulunduracak, bilirkişi tarafından yapılan hesap sonucu sigortalıya da, hak sahiplerinin bulunan zarar miktarlarının fazla olması, bulunan rakamların fahiş kabul edilmesi halinde tazminat miktarının adalete uygun bir düzeye indirebilecektir.
Bilirkişi tarafından düzenlenen raporda iskonto oranının % 5, bilinmeyen yıllar gelir artış oranının % 10 alınması açıklanan nedenlerle isabetlidir. HGK.nun 9.11.1988 tarih ve 88/10-512-891 sayılı kararına ve anılan kararda belirlenen ilkelere uygundur. Bu nedenlerle sayın çoğunluğun iskonto oranını % 10 alınması hakkındaki görüşüne katılmıyorum.
Ne var ki, bilirkişi, aktif dönemde sigortalının senede 180 gün çalışacağını kabul ederek zarar hesabı yapmış, pasif dönemde yaşlılık aylığının belirli bir oranını zarara dahil etmiştir. Aktif dönemde sigortalının 60 yaşına kadar devamlı çalışacağı, yaşlılık aylığından maluliyeti nedeni ile bir azalma yapılamayacağına göre pasif dönemde zarar söz konusu olamayacağı düşünülmeden yetersiz rapora dayanılarak hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır. Bu gerekçe ile kararın bozulması oyundayım.