 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:1988/8-861
K:1989/211
T:29.03.1989
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
ÖZET: 3402 sayılı Yasanın geçici 4/3. maddesindeki bir yıllık hak düşürücü süre, anılan yasadan önceki dönemde on yıllık hak düşürücü süreye bağlı olan davalarda uygulanmamalı, aksine o dönemde on yıllık hak düşürücü süreye bağlı olmayan davalarda uygulanmalıdır.
(3402 s. Kadastro K m. 4/3)
Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (İstanbul 11. Asliye Hukuk Mahkemesi)nce davanın kabulüne dair verilen 17.2.1988 gün ve 726-79 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin 24.5.1988 gün ve 7355-6984 sayılı ilamı ile; (...Hükmüne uyulan bozma ilamında özetle; (...Hak düşürücü sürenin başlangıcı tescil tarihi olup bu tarihten davanın açıldığı tarihe değin 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiştir. Bu sebeple davanın reddine karar verilmesi...) lüzumuna değinilmiştir. Mahkemece bozmaya uyulmuş ve fakat bu kerre sonradan yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun geçici 4. maddesi dikkate alınarak yine istemin kabulü cihetine gidilmiştir. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesi gereğince yeni hükümler getirilmiş, geçici 4. madde ise bu yeni hükümler karşısında 1 yıllık ek dava hakkı tanımış bulunmaktadır. Bu hükmün 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanununun 22/H maddesi gereğince yapılan tahditler sonucu oluşturulan tapu kayıtlarının iptali için açılan davalarda uygulanmaz. Bu nedenle hükmüne uyu~an bozma kararı uyarınca istemin reddi cihetine gidilmek gerekirken mahkemece bundan zuhül ve aksine düşüncelerle yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: 1- Maliye Hazinesi vekili. 2- Davalı belediye vekili.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı, tapuda kayıtlı bulunan taşınmazı iyiniyetle imar ve ihya ile zilyet bulundurduğunu iddia ederek zilyetliğe dayanmak suretiyle tapu kaydının tashihi suretiyle adına tescilini istemiştir. Mahkemece dava önce reddedilmiş, karar MK.nun 639. maddesi koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılması yönünden bozulmuş, bozmaya uyulmuş ve olayda MK.nun 639. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleştiği gerekçesiyle dava kabul edilmiş bu karar Dairenin 7.10.1987 günlü ilamiyle, olayda 2613 sayılı Yasanın 22/H maddesine göre yapılan tahdit işleminin 4.7.1947 tarihinde kesinleştiği ve taşınmazın tapuya 16.7.1947 de tescil edildiği davanın ise 10 yıllık hak düşürücü süre geçirildikten sonra açıldığı bu durumda, önceki bozmaya uyulmuş olmasının usuli kazanılmış hak doğurmayacağı ve davanın hak düşürücü süreden reddi gerektiği düşüncesiyle bozulmuş mahkeme 3402 sayılı Kadastro Kanununun geçici 4. maddesiyle 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olması halinde yeni Yasanın yürürlüğe girmesiyle 1 yılık yeni bir sürenin tanındığı gerekçesiyle tescile karar vermiş; bu karar da geçici 4. madde ile getirilen 1 yıllık sürenin bu davada uygulanamayacağı nedeniyle bozulmuş, mahkeme direnmiştir.
Görüldüğü üzere uyuşmazlığın çözümünü 3402 sayılı Kadastro Kanununun geçici 4. maddesi ile getirilen 1 yıllık sürenin olayda uygulanabilip uygulanamayacağı sorununun çözümüne bağlıdır.
3402 sayılı Yasanın geçici 4. maddesinin 3. fıkrası ile aynen şu düzenleme getirilmiştir: "2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu ile diğer Kanunlar gereğince özel Kadastrosu yapılan ve tutanakları kesinleşmiş bulunan taşınmazlar için 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş ise, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde hak sahipleri dava açabilirler." Burada 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunundan söz edildiğinden kısaca değinilmesi gerekmektedir. 2613 sayılı Yasanın 221H maddesi uyarınca sahibi bilinmediğinden Hazine adına tesbit ve tescil edilen taşınmaz mallar hakkında açılacak iptal ve tescil davaları 10 yıllık hak düşürücü süreye tabi tutulmuş; ancak Anayasa Mahkemesi on yıllık hak düşürücü süreyi öngören hükmü (ki Anayasa Mahkemesi "on seneye kadar" sözlerinde ifadesini bulan kısma hasretmiştir) iptal etmiştir (Anayasa Mahkemesi'nin 10.2.1970 gün ve 60/8 sayılı kararı). İptal kararı ile hasıl olan duruma göre Yargıtay uygulaması 2613 sayılı Yasanın 22/H maddesi uyarınca Hazine adına tespit ve tescil edilen taşınmazlar hakkında açılan davada, tapu kaydına dayanılması halinde davanın 10 yıllık hak düşürücü süreye tabi tutulamayacağı, tapu kaydına dayanılmayıp da zilyetliğe dayanıldığı takdirde ise açılacak davanın hak düşürücü süreye tabi tutulacağı doğrultusunda oluşmuş ve kararlılık kazanmıştır. O halde, 3402 sayılı Yasanın geçici 4/3. maddesi yorumlanırken maddenin göndermede bulunduğu 2613 sayılı Yasanın 22/H maddesine ilişkin olarak az önce açıklanan Yargıtay uygulamasının gözönünde tutulması gerekir. Hal böyle olunca 3402 sayılı Yasanın geçici 4/3. maddesindeki hak düşürücü sürenin 2613 sayılı Yasanın 22/H maddesi uyarınca Hazine adına tescil edilen tapulu taşınmazlar hakkında uygulanması; zilyetliğe dayanılarak açılacak davalarda ise, bunlarda 10 yıllık hak düşürücü süre esasen söz konusu olduğundan uygulanmaması icabedecektir. Buradaki ilkeyi başka türlü açıklamak gerekirse denilebilir ki dava esasında hak düşürücü süreye tabi ise ki bu davalar zilyetliğe dayanılarak açılan davalardır- artık, bu süre dolmakla dava hakkı düşmüş olacağından yeniden ek bir yıllık sürenin uygulanması düşünülemiyecek; dava esasında hak düşürücü süreye tabi değilse davacının önceki yasal duruma göre her zaman dava hakkı mevcut olduğundan yeni Yasa ile dava hakkının birdenbire ortadan kalkması durumunun önlenmesi amacıyla Yasaya konulan ek bir yıllık hak düşürücü süre uygulanacaktır.
Kısaca özetlemek gerekirse 3402 sayılı Yasanın geçici 4/3. maddesindeki bir yıllık hak düşürücü süreyi 3402 sayılı Yasadan önceki dönemde on yıllık hak düşürücü süreye tabi olan davalarda uygulamamak; aksine o dönemde on yıllık hak düşürücü süreye tabi olmayan davalarda ise uygulamak gerektiği doğrultusunda yorumlamak gerektiğinin kabulü icabeder. Aksi esas kabul edildiği takdirde on yıllık hak düşürücü süreye tabi olup da bu sürenin geçirilmiş olması hallerinde munzam bir yıllık bir süre tanınmış olacaktır ki bu görüşü yasakoyucunun amacı ile bağdaştırmak mümkün olamayacaktır.
Olayda yukarıda açıklanan hukuki esaslar uyarınca zilyetliğe dayanılarak açılmış bir dava söz konusu olmakla bu sürede geçirilmiş bulunmakla hak düşürücü süre de usulü kazanılmış hakta da söz edilemeyeceğinden mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: davalı belediye ve Hazine vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 29.3.1989 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Daire ile mahkeme arasındaki uyuşmazlık, 3402 sayılı Yasanın geçici 4. maddesinin 3. fıkrasının, 2613 sayılı Yasanın 22/H maddesinde belirlenen tesbit şekli için öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süreyi geçirmiş ve dava açamamış vatandaşa dava açması için 1 yıllık ek süre tanıyıp tanımadığı noktasında toplanmaktadır. Mahkeme tanıdığı, daire ise tanımadığı inancındadır. Hukuk Genel Kurulu'nun çoğunluk görüş ve yorumuna göre 2613 sayılı Yasanın 22/H maddesinde belirlenen tesbit şekli için aynı madde 10 yıllık hak düşürücü süre tanıdığı için 3402 sayılı Yasanın 4/3. maddesi bu tesbit şekline uygulanmaz. Ancak bu tesbit şeklinin dışında kalan tesbitler için 2613 sayılı Yasa bir süre getirmediğinden bu tesbitler için 3402 sayılı Yasanın 4/3. maddesi geçmişe şamil olmak üzere 10 yıllık hak düşürücü süre getirmiş, bu sebeplede bir yıllık ek süre tanımıştır. Vatandaşlar 3402 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği Ekim 1987 den itibaren isterlerse 1 yıl içinde dava açabilirler. Kanatimize göre bu görüş ve yorum hem 3402 sayılı Yasanın 4/3. maddesinin açık metnine, hem de ruhuna uygun düşmemektedir. 3402 sayılı Yasanın geçici 4/3. maddesi aynen şöyledir: 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu. ile diğer Kanun gereğince özel kadastrosu yapılan ve tutanakları kesinleşmiş bulunan taşınmazlar için 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş ise, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1 yıl içinde hak sahipleri dava açabilirler. Eğer kanunkoyucunun amacı çoğunluğun görüşü doğrultusunda olsa idi bu maddeyi şu şekilde yazardı: 2613 sayılı Yasanın 22/H maddesi dışında kalan tesbitler kesinleştikleri tarihten itibaren geçmişe şamil olmak üzere 10 yıllık hak düşürücü süre ile sınırlandırılmıştır. Bu süreyi geçirenlere bu kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1 yıl içinde dava açma hakkı tanınmıştır. Ne varki kanunkoyucu bu maddeyi tamamen değişik şekilde kaleme almıştır. Bu gün gerek uygulamada gerekse öğretide kanunların yorumunun bir bilim işi olduğu kabul edilmektedir. Yorumda kanunun açık metni esas alınmakta ve buna ilaveten bu metnin tüm hukuki düzen içindeki yeri ve fonksiyonu, uygulanması halinde doğuracağı sonucun makül olup olmadığı, objektif yararlar dengesine uygun düşüp düşmediği dikkate alınarak sonuca varılmaktadır. Bu yorumun ışığı altında maddeyi incelemek gerekir. Maddenin açık metninden anlaşılan şudur: 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kan ununa göre, kadastrosu yapılıp tutanakları kesinleşen yerler için hak sahipleri dava açmak üzere bu kanunda öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süreyi geçirmişlerse, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1 yıllık ek süreden yararlanarak dava açabileceklerdir. Kanun koyucu 10 yıllık hak düşürcü süre nedeniyle gerçekten hakkı zayi olan vatandaşların bulunabileceğini düşünerek bu maddeyi koymuştur. Yargıtay 'a gelen dosyalardan bu nevi davaların hayli fazla olduğu görülmektedir. 2613 sayılı Yasa incelendiğinde görülecektir ki 10 yıllık hak düşürücü süre sadece 22/H maddesinde öngörülen tesbit şekli için kabul edilmiştir. Bu madde ise aynen şöyledir: Yapılacak ilanlar ve tahkik üzerine sahibi bulunmayan gayrimenkuller devlet namına kaydolunur. Bu malların 10 seneye kadar hükmen müstahiki çıktığı takdirde namına kaydı tashih edilir ve satılmış ise bedeli verilir. Bunun dışında yapılan tesbitlerde süre öngörülmemiştir. Vatandaşın her zaman dava açma hakkı vardır, örneğin tapusundan sözedilerek Hazine adına yapılan tesbitlerde, yitik kişilerden kaldığından veya zilyetlik süresi 20 yılı doldurmadığından sözedilerek Hazine adına yapılan tesbitlerde, aynı şekilde bir kimseye ait yerin başka kimse adına yapılan tesbitlerde hak iddia edenler her zaman dava açabilirler. Ancak taşınmazın başında bulunmadığı nedeniyle hazine adına yapılan tesbitlerde 22/H maddesinin 10 yıllık hak düşürücü süreyi öngörmesinde kanunkoyucu bir haksızlık sezdiği içindir ki 3402 sayılı Yasanın geçici 4/3. maddesi ile bu kimselere 1 yıllık ek süre daha lütfetmiştir. Çoğunluk görüşünün doğru olamıyacağını bir örnek vererek açıklamak mümkündür. 2613 sayılı Yasa 1934 yılında yürürlüğe girmiştir, o tarihte bu kanuna göre yapılan kadastro sırasında Ahmet 'e ait tapusuz bir yerin, Ali'nin adına tesbit edildiğini ve tesbitin kesinleştiğini o günden itibaren 3402 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği 1987 yılına kadar Ali 'nin bu yere zilyet olduğu ve tapuda bu yerin Ali adına kayıtlı olduğunu düşünelim: Çoğunluğun görüşüne göre bu kanun Ahmet'e 1 yılık süre içinde dava açma hakkı vermiştir. Ahmet dava açtığı takdirde ne olacaktır? Ali, Medeni Kanunun 639/1 maddesine dayanarak 1934 yılından 1987 yılına kadar tam 53 seneden beri bu yere malik sıfatıyla zilyet olduğunu, bu maddede öngörülen 20 yılın çoktan geçtiğini iddia ederek davanın reddini isteyecektir. Ve dava her Halukarda reddedilmeye mahkumdur. Kanun koyucu davanın reddedileceğini bile bile vatandaşa dava açma hakkı verir mi? Kanunkoyucunun abesle iştigal etmeyeceği ve anlamsız kanun yapmıyacağı varsayılır. Diğer taraftan çoğunluk görüşü eşitlik ilkesine de ters düşmektedir.
2613 sayılı Yasanın 22/H maddesi dışında yapılan tesbitlerde vatandaşa 1 yıllık ek süre tanınması bu maddeye göre yapılan tesbitlerde tanınması eşitlik ilkesi ile bağdaşmaz. Yüce Genel Kurul bu kararı ile 3402 sayılı Yasanın geçici 4/3. maddesini doğmadan mezara gömmüştür. Çünkü, anılan Kanun 10. 10. 1987 senesinde yürürlüğe girmiş, ek 1 yıllık süre 10.10. 1988 'de sona ermiştir. Bu süre içinde açılan davalar 2613 sayılı Yasanın 22/H maddesindeki 10 yıllık hak düşürücü süreyi geçiren vatandaşlar tarafından açıldığı anlaşılmaktadır. Genel kurul yorumuna uygun bir davanın bu müddet içinde açıldığını sanmıyoruz. Bundan sonra süre geçmiş olduğu için yoruma uygun dava açılamıyacaktır. Maddede sözü edilen diğer kanunlar gereğince özel kadastrosu yapılan yerlerden maksat 7269 sayılı Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle İlgili Kanundur. Bu Kanunun 18. maddesinde, afetlere maruz kalan yörelerin özel kadastrosu 2613 sayılı Yasaya göre ivedilikle yapılır. Bu özel kadastroların 2613 sayılı Yasaya göre yapılacağı öngörüldüğünden yukarıda belirttiğimiz hususlar bu tesbitler içinde geçerlidir, sonuç olarak diyebiliriz ki; 2613 sayılı Yasaya göre yapılmış kadastro tesbitleri sırasında gurbette olduğundan veya başka nedenlerle taşınmazı başında bulunamayan vatandaşların taşınmazları 2613 sayılı Yasanın 22/H maddesine göre Hazine adına yazıldıklarına sıkça rastlanmaktadır. Vatandaş yurt dışında bulunduğu için memleketine uzun süre dönmeyebilir veya zilyetlik durumunda bir değişiklik olmadığı için Hazine adına tescil edildiğini öğrenmeyebilir, öğrendiği zamanda 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş olabilir, işte bu hallerde vatandaşın hakkı ziyan olmuştur. Kanunkoyucu bu durumu bildiği için 3402 sayılı Yasanın geçici 4/3. maddesinde bu haldeki vatandaşlara kanunun yürürlük tarihinden itibaren 1 yıllık ek süre lütfetmiştir. Bu yorumun kanunun açık metnine ve ruhuna keza objektif yararlar dengesine uygun olduğu düşüncesiyle' çoğunluk görüşüne karşıyım.
Niyazi DURAK 16. Hukuk Dairesi Üyesi