 |
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1988/875
K: 1989/15
T: 25.01.1989
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kuyucak Asliye Hukuk Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 27.11.1986 gün ve 135-606 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 7.4.1987 gün ve 1735-3057 sayılı ilamı: (... Dosya içeriğine göre, davacı ana, 70 yaşında okuma-yazma bilmeyen (Ümmi) bir köylü kadınıdır. Davalı olan, oğlu ile birlikte oturduğu evi içeren dava konusu 5630 m2 miktarlı tarla ve incir bahçesi ile dava konusu olmayan 1560 m2 yüzölçümlü yerin malikidir. Davalı Turgut'dan başka çocukları da vardır.
Ahır yapmak üzere annesinden davalının bir binaya yetecek miktarda yer vermesini istediği, davacının iradesinin, oğluna salt (uzman bilirkişi krokisinde Kırmızı ile belirlenen bu ölçüde yer bağışlama arzusu ile sınırlı olduğu, buna karşın, davacının hata ve hileye düşülerek dava konusu olan 757 parsel sayılı taşınmazla, dava konusu olmayan 568 sayılı parselin 225.000 liraya satılmış gibi gösterilip elinden alındığı ileri sürülmüş, 757 parsel kaydının iptali ile davacı adına tescili istenmiştir.
Davalı oğul, bir yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden, satışın gerçek olduğundan sözederek savunmuştur. Mahkemece, hata, hile iddiasının kanıtlanmadığından ve hak düşürücü sürenin varlığından hahisle dava reddedilmiştir. Bu iki gerekçenin analizlerine geçmeden hemen önce belirtmek gerekir ki; bir davada hak düşürücü sürenin gerçekleştiği kabul edildiği takdirde mahkemece işin esasına girilmemesi, esastan hüküm kurulmaması gerekir. Usul hukuku açısından bu yön bir kuraldır. Aksine bir davranış hak düşürücü sürenin geçip geçmediği konunda mahkemenin inançlı olmadığı kanısını yaratır.
Nitekim mahkemenin hak düşürücü süre yönündeki gerekçesi böyle bir kanının ağırlığı altından kurtulmuş değildir.
Şöyle ki, Borçlar K.nun 31. maddesinde yer alan bir yıllık hak düşürücü süre, hata ve hileyi öğrenme (yasadaki deyimi ile ıttıla) tarihinden itibaren başlar. Gerçekten akit tarihi ile dava tarihi arasında bir yıldan çok fazla zaman geçmiş ise de davacı ana, tüm içtenliği ile hileyi, hatayı öğrenme tarihini, aksi kanıtlamayan bir olayda açıklanmış, birlikte oturduğu gelinin, davadan on gün önce (burası bizim tapulu malımız), Zeytin ağaçlarını ister budar, ister budamayız) biçimindeki sözlerinden anladığını ve gereği Tapu Dairesinden soruşturduğunu ileri sürmüştür.
Okuma yazma bilmeyen, artık hastalıklar dönemine girmiş bir köylü kadını, hata ve hileye düşürülmüşse, yedi küsur dönüm taşınmazının elinden alındığını yıllarca öğrenememesi olanaklar içerisindedir. Ve davacının doğal yapısına, yaşadığı ortamın koşullarına uygundur.
Yukarıda da değinildiği gibi, dosyada davacının öğrenme tarihi konusundaki iddiasını yalanlayacak hiçbir delil yoktur. Davalı, akit tablosunun katı şekil paravanasına sığınıp, savunmayı yeterli bulmuştur.
Tarafların üzerinde uyuştukları olayların gerçek yönleri ve davacı ile davalının toplumsal ve gerçek kişilikleri ve dosyadaki deliller dikkatle incelendiğinde ananın iddiasının baskın olduğunu, hatayı öğrenme tarihinin hak düşürücü süre içinde rastlandığını, bu dosya içerisinde aksine hiçbir delil bulunmadığını kabul etmek gerekir. Mahkemenin hak düşürücü süreyi akit tarihinden başlatması, yanılıgılı bir değerlendirmedir.
Esasa ilişkin olan gerekçeye gelince;
Toplanan deliller takdir süzgecinden geçirilirken, olayların özellikleri, tarafların toplumsal yapıları, kültür düzeyleri, yaşam koşulları, ekonomik güçleri gibi hayat faktörleri gözönünde tutulmalı ve değerlendirmeler ona göre yapılmalıdır.
Yadsınamayacak olan öyle bir gerçek vardır ki; yetmiş yaşına gelmiş, iki parça taşınmazından başka hiçbir sosyal güvencesi olmayan ve köyde yaşayan bir kadın, iki milyon liranın üstünde değer taşıyan tüm mal varlığını ortada hiçbir inandırıcı neden yokken 150 bin lira gibi düşük bir bedelle, evlatlarından sadece birisine sözde satacak ve sonrada yaşamak için çocuklarının eline bakacak. Böylece bir mantık hayatın gerçeklerine ve olayın akışına aykırıdır. Böyle davranan bir kadın ya hukuki ehliyetten yoksundur, ya da iradesi hata, hile, ikrah, gabin gibi nedenlerle malüldür. Akit tablosunda yer alan, aynı gün davalıya 75 bin liraya satılmış gibi gösterilen, fakat iptal davasına konu edilmeyen 568 parsel sayılı taşınmazın dahi satıldığı olgusu, davacının aleyhinde yorumlanamaz. Akit tablosu düzenlenirken davacının hata ve hileye düşürüldüğü kabul edilince, bu satışın daha hata ile illetli olduğundan kuşkuya düşmemek gerekir.
Davacının iradesi, iki parça taşınmazının değil, bir taşınmazından bir, ahır binası inşasına yetecek bir kaç yüz metre karelik kısmının ayrılıp, davalı oğluna bağışlamaktan ibarettir. Davalı tarafından fırsat iyi değerlendirilmiş, davacının bu iradesi yok sayılmıştır. Yaşlı köylü ana bir oğluna ancak böylesine bir bağışta bulunabilir. Yoksa kendisini karanlık bir geleceğe bırakacak ve açlığa mahkum edecek şekilde tasarrufta bulunması hususunu açıklamaya hem dosyanın, hem de davalının güçü yetmemiştir. Kaynana ile gelin arasındaki belki biraz sert bir konuşmanın "geçimsizlik" olarak nitelendirilip abartılması, üstelik davanın "sebep ve saiki" olarak kabul edilmesi dahi, dayanaktan yoksun bir yargı, yanılgılı bir değerlendirmedir. Tanık Kamil Özkan, Mehmet Üstünova, Yusuf Değirmençevirir'in verdikleri küçük bilgiler bir araya getirildiğinde dahi davacının hata ve hileye uğratıldığı anlaşılmaktadır.
Kanıtlanan davanın kabulü gerekirken, yanılgılı değerlendirmeler sonucu reddedilmesi doğru değildir, gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, 25.1.1989 tarihinde oybirliği ile karar verildi.