 |
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 1988/11-706
K. 1989/661
T. 13.12.1989
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA VE KARAR : Taraflar arasındaki "masaya kayıt" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ( Ankara Asliye 1. Ticaret Mahkemesi )`nce davanın reddine dair verilen 15.4.1987 gün ve 1987/85-438 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi`nin 21.12.1987 gün ve 5170/7455 sayılı ilamı ile; ( ...Davacı kurumun davalı iflas masasına yazdırmak istediği ve iflas idaresinin sıra cetveline kabul etmediği alacak 12.7.1985 tarihinde iflası açılan şirketin ödemediği sigorta prim borcuna ilişkin gecikme zammından kaynaklanmaktadır.
Sosyal Sigortalar Kurumu`nun sigorta primi alacakları ve bunun eklentisi olan gecikme zamları İİK`nun hükümleri dairesinde ve icra memuru marifetiyle tahsil olunur. Gerçekten 6183 sayılı AATU. Kanunu`nun 1. maddesinde belirtildiği üzere sadece devletin il özel idarelerinin ve belediyelerin kamu hukukun`dan doğan alacaklarının takibi ve tahsili anılan yasa hükümlerine tabi olup, Sosyal Sigortalar Kurumu`nun prim ve gecikme zammı alacaklarının tahsili 6183 sayılı Yasa`nın kapsamı dışındadır.
Öte yandan 506 sayılı S.S. Kanunu`nun 3203 sayılı Yasa ile değişik 80. maddesi sigorta prim alacaklarının ve gecikme zamlarının tahakkuk ve tahsili hususlarını düzenleyen 6183 sayılı Yasa`nın bazı maddelerine ve sınırlı olarak atıflarda bulunmuştur. Anılan 80. maddenin 3. fıkrasında sigorta priminin ödeme süresinde ödenmemesi halinde uygulanacak gecikme zammının sadece oranı bakımından 6183 sayılı Kanun`un gecikme zammını düzenleyen hükümlerine atıfta bulunulduğu gibi anılan maddenin 6. fıkrasında da 6183 sayılı Kanun`un 9,12,21, ila 27 ve 36, 101,103 maddelerine yollama yapılmıştır. Atıfta bulunulan bu maddeler arasında kamu alacaklarına ilişkin gecikme zammının iflasın açıldığı tarihten itibaren uygulanamayacağını öngören 52. madde yer alamamaktadır. Diğer bir deyişle 6183 sayılı Yasa`nın 52. maddesinin sosyal sigorta primlerine ilişkin gecikme zammının uygulanacağı sürenin belirlenmesi hususunda uygulama yeri yoktur.
Öte yandan SSK`nun 80. maddesinde öngörülen gecikme zammı sigorta priminin geç ödenmesinden ötürü husule gelen Kurum zararının giderilmesine yönelik bir gecikme tazminatı niteliğinde olup faiz değildir. ( Mustafa ÇENBERCİ/Sosyal Sigortalar Kanunu Şerhi; Ankara 1977, Sh.637. ) Bu durumda iflasın açılması ile faizlerin müflise karşı kesileceğini öngören İİK`nun 196. maddesinin de gecikme zamları hakkında tatbiki mümkün değildir. Nitekim Yargıtay 12. Hukuk Dairesi`nin 28.11.1985 gün, 4200-10216 sayılı ve 30.3.1987 gün, 7964- 4288 sayılı içtihatları da bu doğrultudadır.
Şu hale göre, davacı Kurumun tahsil edemediği sigorta prim borçları nedeniyle müflis şirketten iflas tarihinden sonra da gecikme zammı istemeye hakkı olduğu kabul edilerek buna göre bir hüküm kurulması gerekirken aksine düşüncelerle davanın reddi cihetine gidilmiş olması doğru görülmemiştir... ) gerekçesiyle bozularak, dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden : Davacı vekili.
Hukuk Genel Kurulu`nca direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü :
506 sayılı SSK. gereğince, işveren tarafından prim alacağının tam ve süresinde ödenmemesi nedeni ile uygulanacak gecikme zammının, borçlunun iflasına karar verilmesi halinde, iflasın açıldığı tarihten itibaren işleyip işlemeyeceği diğer bir anlatımla kesilip kesilmeyeceği, anlaşmazlığın temelini teşkil etmekte ve çözümü gereken husus olarak ortaya çıkmaktadır.
Evvelemirde, gecikme zammının hukuki niteliği üzerinde durulmalıdır.
506 Sayılı Kanun`un 80`inci maddesi ile ilgili 2167 sayılı Kanunla getirilmiş değişikliğe ait gerekçede, kanuni temerrüt faizi oranının, prim alacağının zamanında ödenmeyerek işveren tarafından düşük faizle alınmış kredi gibi kullanılmasına meydan verildiği, primin gecikmeksizin ve birikmeden zamanında alınmasını sağlamak amacı ile gecikme zammı tahakkuk ettirilmesinin uygun olacağına işaret edilmiştir.
Gecikme zammı, temerrüt faizi ile aynı nitelikte sayılmak ya da prim alacağının eklentisi olmalarından öteye ortak yanı bulunmayan temerrüt faizine benzetilip aynı hukuki sonuca tabi tutulmamalıdır. Zira, maddenin gerekçesi kanunlarda bu deyimlerin ayrı ayrı veya yanyana kullanılması, 506 sayılı Kanun`un 80. maddesinin tedvin amacı karşısında, deyimlerin bilinçli bir şekilde ve yekdiğerinden ayrı kavramlar olarak kullanıldığı ortaya çıkmaktadır. Örnek verilmek gerekir ise, 22.5.1987 tarihli Resmi Gazete`de yayımlanmış olup" 506 sayılı Kanun`a Üç Geçici Madde Eklenmesine Dair" 277 sayılı KHK`nin hemen her maddesinde "prim, gecikme zammı, faiz borcu" kavramları yanyana yer almıştır. Keza, özel yasalarda gecikme zammı deyimine faizden ayrı olarak madde metninde yer verilmiştir: 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu`nun 20/2. maddesi gibi, Yargıtay 1. Başkanlığı`nın 1.3.1984tarih, 18 sayılı yazısında, "gecikme zammının faiz niteliğinde bulunmadığı için İçtihadı Birleştirme yoluna gidilmesine gerek olmadığı" belirtilmiştir. Bundan başka, İçtihadı Birleştirme HGK`nun 13.2.1987 tarih, esas 1986/6, 1987/1 sayılı kararında, "kıdem tazminatının geç ödenmesi ile alakalı gecikme tazminatının temerrüt faizi ile birlikte istenip istenmeyeceği" konusunda İçtihadın Birleştirilmesine yer olmadığına işaret edilmiştir.
Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulu`nun 3.7.1989 tarih, esas 1988/5, karar 1989/13 sayılı kararında ise" gecikme zammının temerrüt faizi olarak nitelendirilmesine mümkün değildir" denilmektedir.
6183 sayılı AATUHK`nun gecikme zammının amme alacağına uygulanma süresi ile ilgili ve ona "iflasın açıldığı ana kadar" hayatiyet tanıyan 52. maddesinin SSK`nın prim alacağı yönünden işyelecek olan gecikme tazminatı hakkında uygulanıp uygulanamayacağı keyfiyeti tartışma konusu olan başlıca noktalardan biridir. Anılan 52. madde hükmü karşısında, S.S.Kurumu`nun prim alacağına Hazine alacağından daha fazla rüchaniyet tanınamayacağı, 506 sayılı Kanun`da iflas halinde nasıl bir çözüm getirileceğine dair yasal bir düzenleme bulunmadığı ve 6183 sayılı Kanun`a atıfta suskun kalındığı, iflasda faizin kesilmesi sebebiyle ve ödeme gücü kalmamış borçluyu daha müşkül duruma sokmamak üzere gecikme zammının da artık iflas anından itibaren işlememesi gerektiği savunulmuştur.
6183 sayılı AATUHK.`nun 1. maddesi, bu Kanun`un kapsamını belirtmiştir. SSK.alacağı bu maddede sayılanlar arasında yer almamıştır.O halde, 52. maddenin amme alacağı ile ilgili bulunmayan prim alacağına uygulanabilmesi için bu kanuna ve bu maddeye yollama yapılması gereklidir.
14.5.1985 tarih, 3202 sayılı Kanun`la değişik, 506 sayılı Kanun`un 80.maddesinin 6. fıkrasında aynen, "6183 sayılı Kamu Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun`un 9,12,21 ila 27 ile 36 101 ve 103. maddeleri Kurum alacakları hakkında da uygulanır" denilmektedir. Görülüyor ki, yollamada, bulunulan maddeler açıkca sayılmıştır. Sayılan bu maddelerin tümü, amme alacağına teminat veya rüchaniyet tanıyan, zaman aşımını kesme açısından amme alacaklısının lehine BK. ve TTK. hükümlerine ilaveten çok daha geniş, elverişli yeni sebepler yaratan düzenlemeler ve tahsili kolaylaştıran "diğer koruma" hükümleridir. Amme alacaklısının yararına sevk olunmuş bu hükümlerin, Kurum alacağının tahsilinde de uygulanmasını arzu eden kanun yapıcının, gecikme zammının tahsilini müddete tabi kılan, 52. maddeyi bilerek 80. maddede ele almadığı ve yollama yapmadığı kuşkusuzdur. Kanun yapıcının bu noktadaki suskunluğu var ise yerindedir, bilinçlidir. "Mantiki yorum" metodu varılan bu soncu doğrular niteliktedir. O halde, gerek lafzı gerekse ruhu itibariyle, amme alacağına has bir düzenleme getirmiş 52. maddenin SSK`nun prim alacağına uygulanması kabil olmadığı sonucuna kolayca varılabilir.
506 sayılı Kanun`un "Primlerin Ödenmesi" başlıklı 80. maddesi özel hükümdür, çözüme kendi bünyesinde yer vermiştir: Gecikme Zammı, borç ödenene kadar devam edecektir. Dava veya icra takibi açılması, prim alacağına gecikme zammı, uygulanmasını engellemeyecektir. 6183 sayılı Kanun`un 52. maddesi atıf yolu ile sayılan maddeler arasında bulunmadığından, iflasın açılması halinde prim aslının iflas masasına kaydedilmesi filan ödeme yerine geçemeyeceği için, gecikme zammının ise, borç ödenene kadar devam edeceğine dair yasa emri nedeni ile, primin ödenmemiş kısmı bakımından işlemesini sürdürecektir demektir.
80 inci madde, gecikme zammının yalnız prim alacağına uygulanacağını, prim borcunun ertelenmesi halinde uygulanmıyacağını da zikretmek suretiyle, gecikme zammını kesen sebepleri dahi metninde göstermiştir.
"Ödeme güçlüğü içindeki müflisin durumunun daha da ağırlaştırılmaması arzu edildiği" görüşüne de katılmak mümkün değildir. Aciz vesikasında yazılı alacak miktarı için faiz istenemez hükmünü muhtevi İİK`nun 143. maddesi karşısında, 52 inci maddeye atıf nedeni ile, iflas halinde müflise karşı gecikme zammı uygulanamayacak ve fakat yine borcunu ödemekte aczi gerçekleşmiş diğer takip yolları borçluları bakımından faiz kesilmesine rağmen, gecikme zammı işlemeye devam edeceği tarzında çelişkili bir yoruma ve uygulamaya sebebiyet verilecektir. 3494 sayılı Kanun`la değişik 196. maddeye ait gerekçe bu anlayışa müsait değildir.
25.1l.1988 tarihindeki değişiklikten önceki İİK`nun 196. madde metnine göre, bütün alacakların faizleri müflise karşı işlemez. Bu madde sadece faizden bahsetmiştir. Gecikme zammı, bu madde kapsamına ithal edilemez.
Bir sosyal güvenlik kuruluşu olan SSK`nun, kanunun kendisine tevdi ettiği görevleri gereği gibi yerine getirebilmesi, Kurum`un "prim, gecikme zammı, faiz" alacaklarının tam olarak ve zamanında tahsil edilebilmesine, ödemedeki eksiklik veya gecikmeden doğan zararlarının karışılanabilmesine bağlı olduğu unutulmamalıdır. Bu gerçekler ve amaç gözardı edilemez. Sosyal Hukuk Devleti`nin, kurum alacağının tahisiline Hazine alacağının tahsilinden daha fazla önem vermesi ve daha titiz davranması yadırganmamalıdır.
Gecikme zammı ve faiz lişkisi, iflas halindeki hukuki akibetleri, H.G. Kurulu`na ilk defa gelmemektedir. H.G. Kurulu`nun 1.11.1989 tarih, esas 1988/11-768, karar 1989/566 sayılı keza, 1.11.1989 tarih, esas 1988/12-837, karar 1989/567 sayılı İçtihatları da şimdi varılan sonuç doğrultusundadır.
İflasın açılmasından sonra da işlemeye devam etmesi gereken gecikme zammının ne tarzda hesaplanacağı ve ödeneceği hususu ise, anlaşmazlığın konusu dışında kaldığından temasa gerek görülmemiştir.
O halde, H.G.K. Kurulu`nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki hükümde direnilmesi yersizdir. Direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı S.S. Kurumu vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmekle kabulü ile 9.5.1988 tarhli direnme kararının, gerek yukarıda açıklanan gerekse Özel Daire Bozma Kararı`nda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK`nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 13.12.1989 tarihinde ve ilk toplantıda oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davacı Sosyal Sigortalar Kurumu, müflis B.......Madencilik Ticaret ve İhracat A.Ş.`den prim alacağına 506 sayılı Kanun`un 80. maddesi gereğince yürütülen "gecikme zammının iflas tarihinden sonra işleyecek kısmının masaya kaydedilmediğini" ileri sürerek, bu yolda iflas masası memurluğunca alınan kararın iptalini istemiştir.
Mahkeme, Amme Alacakları Kanunu`nda bile gecikme zammının iflas açıldıktan sonra kesildiği gerekçesiyle isteğin reddine karar vermişti. Yerel mahkeme kararı üzerinde Yargıtay denetimi yapan yüksek daire" İcra İflas Kanunu`nun 196. maddesinde getirilen ( rehin ile temin edilmemiş alacakların faizleri iflasın açılmasıyla birlikte müflise karşı işlemez ) hükmün yalnız faizle ilgili olduğunu, gecikme zammının faiz niteliğinde olmadığını, bu nedenle iflasın açılmasından sonra işleyecek gecikme zammının istenmesinde yasal engel bulunmadığı görüşüyle yerel mahkeme kararını bozmuştur.
Yerel mahkeme ile Yargıtay Yüksek Dairesi arasındaki görüş ayrılığı, "iflasın açılmasından sonra talep tarihine kadar işleyecek gecikme zammının" masaya kaydedilerek istenip istenmeyeceğinde toplanmaktadır.
Yasal Durum : 1- Davacı S.S.K.`nun pirim alacağı İcra İflas Kanunu`na göre takip edilmektedir. Olay tarihinde yürürlükte bulunan İİK`nun 196. maddesi Rehin ile temin edilmemiş bütün alacakların faizleri iflasın açılması ile müflise karşı işlemeyeceğini kabul etmiştir. Madde yalnız faizden söz etmiş, gecikme zammı hakkında bir hüküm getirmemiştir.
2- Diğer taraftan Sosyal Sigortalar Kanunu`nun 80. maddesinin 7. bendinde 6183 sayılı Kamu Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki Kanun`un 9, 12, 21, ila 27 ile 36, 101 ve 103. maddeleri Kurum alacakları hakkında uygulanacağı kabul edilmiştir.
80. maddede, "gecikme zammının tatbiki müddeti iflas halinde iflasın açıldığı güne kadar olan müddettir" kuralını getirmiş olan Kamu Alacaklılarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun`un 52. maddesine yollama yapmamıştır.
Yorum: Gecikme zammı, "sigorta priminin geç ödenmesinden dolayı meydana gelecek kurum zararının karşılanmasına yönelik bir gecikme tazminatı niteliğinde olup faiz değildir" görüşüne biz de katılıyoruz. Bu nedenle yalnız faizden söz eden İİK`nun 196. maddesinin "doğrudan doğruya" olaya uygulama olanağı yoktur. SSK`nun 80. maddesinde Kamu Alacakları Kanunu`nun 52. maddesine yollama yapılmadığından aynı yargı 52. madde için de geçerlidir.
O halde sorunun çözümlenmesinde yoruma ihtiyaç vardır. Hukukta yorum suretiyle sağlıklı sonuçlara ulaşılması için "ortak deney kurallarından yararlanılacak ortaya konulmuş ve bilimsel alanda kabul görmüş yöntemlerden" yararlanılması zorunludur. Sırf mantık ( kaba mantık ) yoluyla yapılacak yorumlarla doğru sonuçlara ulaşılması her zaman mümkün olmaz; çünkü biçimlendirilmemiş böyle bir mantıkla "aynı olayda değişik yargılara varmak" olanağı oldukça güçlüdür.
Bu nedenle davaya konu olayda yorum suretiyle sonuca gidilirken bilimsel yöntemler kullanılmalıdır.
Kanun Boşluğunun Belirlenmesi : Gecikme zammı hakkında yasa koyucu gerekli bir düzenleme yapmadığına göre bir kanun boşluğundan söz edilebilir. Kural olarak, yasa koyucu, kanunda düzenlenmemiş olan bir konuda yeni kurallar koymak olanağına sahip olmakla beraber, bunu yapmamış ise genel olarak bir boşluğun varlığından şüphe edilebilir.
Somut olayda kanun boşluğunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde boşluk teşkil etmeyen durumlar üzerinde durulmak suretiyle sonuca varılmalıdır. Boşluk tespit etmeyen üç husus vardır. Hukukdışı-Alan, Kanun Eksikliği ve "Bilerek Susma", olayımızda ne hukuk dışı bir alan söz konusudur ne de kanun eksikliği; bu nedenle "kasıtlı bilerek susa" üzerinde durulmalıdır.
Kasıtlı Bilerek Susma ve Karşıt Kavram Kanıtı : Kanun koyucunun belirli bir konuda bilerek susması halinde bir kanun boşluğundan söz edilemez. Çünkü böyle bir düzenlemede boşluk yoktur. Bunun belirlenmesi için "karşıt kavramı kanıtı" ndan yararlanılır.
Herhangi bir konuda kanun koyucu belirli bir çözüm öngörürken aynı veya benzer çıkar uyuşmazlığı sözkonusu olmasına rağmen başka bir hukuki ilişkide çözüm öngörmemişse bu tutumu o ilişkide aynı çözümü benimsemek istemediğinin bir işareti olarak kabul edilebilir. İşte bilimsel alanda bu yorum şekli "karşıt kavramı kanıtı" diye adlandırılır. Karşıt kavram kanıtı dar görüşlü bir kanun uygulama biçimi olduğu için ve bir hukuki fikrin tam etkisini göstermesine engel olduğu gerekçesiyle genellikle başvurulmasından sakınılması önerilen bir kavramdır. ( Edis, Medeni Hukuka Giriş ve Başlangıç Hükümleri,1983, Sh. 118, 136 ).
Kanun koyucunun, SSK`nun 80. maddesinde Kamu Alacakları Kanunu`na yollama yaparken amme alacaklarında gecikme zammının iflasın açıldığı güne kadar işleyeceğine yolundaki maddeye yollama yapmaması bilerek bir susma anlamına gelmez. Başka bir anlatımla yasa koyucu 80. madde ile Kamu Alacakları Kanunu`nun çeşitli maddelerine yollama yaparken 52. maddeden söz etmemesinin karşıt kavramından 52. maddedeki kuralı sigorta primlerinin uygulanmasında kabul etmediği anlamı çıkarılamaz. Çünkü, 80. madde ile Kamu Alacakları Hakkındaki Kanuna yollama yapılmasının amacı tamamen Sosyal Sigorta Kurumu`nun alacağı olan primlerin tahsilatını hızlandırmaktır. ( Çenberci, Sosyal Sigortalar Kanunu Şerhi, s. 538 ). O halde yasakoyucu sosyal sigortalara ait primlerin hızlandırılması yolunda bir düzenleme yaparken Kamu Alacakları Kanunu`nun 52. maddesine yollama yapmaması belirli bir amaca ( susma ) ilişkin olduğu söylenemez. Bu nedenle yasakoyucu 52. maddeye bilerek yollama yapmamıştır demek ( karşıt kavramdan ) doğru olmaz.
İİK`nun 196. maddesine gelince; burada da yasakoyucunun, yalnız faizden söz etmesinin karşıt kavramından hareketle iflasın açılmasıyla gecikme zammının müflise karşı işleyeceğinin kabulünü bilerek ( kasıtlı ) bir susma anlamına gelmemelidir. Çünkü İİK`nun 196. maddesi SSK`nun 80. maddesinden önce düzenlenmiş ve yürürlüğe girmiştir. Bu nedenle 196. maddede de yasakoyucunun gecikme cezaları hakkında bilerek sustuğunu söylemek mümkün değildir.
Tüm bu nedenlerle yasakoyucunun ne 80 ve ne de 196. maddede gecikme zammı ile ilgili olarak bilerek ( kasıtlı olarak ) sustuğunu söylemek açık bir değerlendirme hatası olur ve olayda bir kanun boşluğu olduğu kabul edilmelidir.
Kanun Boşluğunun Doldurulması : Hakim, Medeni Kanun`un 1. maddesi gereğince kanun boşluğunu doldururken çeşitli yöntemlerden yararlanacaktır. Bunlar arasında kıyas önemli bir yer tutar. Bilindiği gibi, belli bir olay için konulmuş bulunan bir kuralda öngörülen ilkenin benzer bir başka olayda uygulanmasına hukukta kıyas denir. Bir kuralın kıyas yoluyla uygulanması için söz bakımından bir benzerlik aranmaz. Buna karşılık, o kuralın düzenlediği olay ve hukuki ilişkideki çıkar uyuşmazlığının, hakkında kural öngörülmemiş olan olay veya hukuki ilişkideki çıkar uyuşmazlığı ile "az çok benzer" bir nitelik taşıması aranır. Bir başka deyişle hukuk boşluğunu doldurma amacı ile kıyasen uygulanacak kuralın buna elverişli olması için -işin niteliği bakımından- aynı veya benzer bir çıkar uyuşmazlığını çözüme bağlanması ve ayrıca hakkında hüküm bulunmayan olaydaki çıkar uyuşmazlığı için dahi uygun çözüm sağlaması gereklidir ( Edis, age, s: 133-134 )
İİK`nun 196. maddesinde iflasın açılmasıyla birlikte müflise karşın faizin işlememesinin amacı alacaklılar arasında bir eşitlik sağlamaktır. Diğer taraftan faizle gecikme zammı arasında tam bir benzerlik vardır. Gecikme zammında kanun boşluğu yoktur kıyas suretiyle dahi doldurulmaz dendiği anda 196. maddeyle gözetilen eşitlik kuralı bozulur.
SONUÇ: Çoğunluk görüşünün ve dair kararının kanunda boşluğun belirlenmesi için bilimsel alanda belirlenmiş kuralları gözetmeden mantık yoluyla vardığı sonuca katılmıyorum.
D.Cemil SONBAY Çetin AŞÇIOĞLU ( Yarg. 7. Huk. Dai. Bşk. ) ( Yarg. 4.Hk. Dai.Üyesi )
KARŞI OY YAZISI
Davacı SSK`nun iflasın açılmasından sonra da işlediğini ileri sürdüğü gecikme zammının hukuki niteliği nedir ? Görüşmeler sırasında gecikme zammının, bir tazminat olduğu ileri sürülmüş ve çoğunlukla bu görüş kabul edilmiş bulunmaktadır. Kanımızca bu görüşü paylaşmak olanaksızdır.
506 sayılı Yasa`nın 80. maddesinde prim ve gecikme zammından söz edilmektedir. Bu madde, 3203 sayılı Yasa ile değiştirilmiş ve anılan değişiklikten önce Yasa`da ödenmeyen sigorta primleri için, gecikme zammı ve faiz alınacağı öngörüldüğü halde, 3203 sayılı Yasa ile faiz kaldırılmış ve sadece gecikme zammı öngörülmüştür. 506 sayılı Yasa`nın 80. maddesiyle 6183 sayılı Yasa`ya gecikme zammı oranları ve tahsil biçimi için yollama yapılmıştır. Bakanlar Kurulu 3418 sayılı Yasa ile tanınan yetkiye dayanarak 24.5.1988 gün ve 88/12947 sayılı Kararı`nda gecikme zammı oranları için aylık sırasıyla % 10, % 8 ve % 6 kabul etmiştir ki toplamı yıllık % 90 olduğuna ve bu tutar oldukça yüksek bulunmasına ve banka faizlerinin üzerinde olmasına göre, sigorta priminin veya gecikme zammının geç ödenmesi nedeniyle artık temerrüt faizinin istenmeyeceği kuralı getirilmiş bulunmaktadır. Başka bir deyişle, bugün için sigorta priminin geç ödenmesi sonucu gecikme zammından ayrıca temerrüt faizi istenemeyeceği 506 sayılı Yasa`da öngörülmüştür. Yani, sigorta primine temerrüt faizi işlemeyeceği gibi, gecikme zammının oluşmasından sonra bu gecikme zammı ödenmezse, ödenmeyen bu gecikme zammına da temerrüt faizi işlemeyecektir. Bunun sonucu olarak gecikme zammına, temerrüt faizi niteliği verebiliriz. Çünkü, temerrüt faizinden vazgeçmek olağan bir durum olmadığı için, gecikme zammının temerrüt faizinin yerine geçtiğini kabul etmek biçimindeki yorum yasanın amacına aykırı düşmemektedir. Hal böyle olunca, gecikme zammı ile İİK.`nun 196. maddesinde öngörülen kuralın uygulanması gerekmektedir.
Öte yandan Bakanlar Kurulu 24.5.1988 gün ve 88/12947 sayılı Kararının başlığında aynen, "Vadesinde Ödenmeyen Amme Alacaklarına Uygulanacak Faiz Oranlarının Tespitine Dair Karar" denmek suretiyle, 6183 sayılı Yasa`daki gecikme zammını "FAİZ" olarak tanımlamıştır. 506 sayılı Yasa`da öngörülen gecikme zammının da "FAİZ" olduğu açıktır. Öyleyse, prim, gecikme zammını temerrüt faizi olduğunun kabulüyle buna göre işlem yapılması açıklanan bu açıdan zorunlu görülmektedir.
Eğer gecikme zammının temerrüt faizi olmadığı ve tazminat kabilinden bir alacak olduğu ve iflastan sonra da işlediği kabul edilse bile, bizce gecikme zammının sıra cetvelinde yazılması olanaksızdır. Çünkü, iflasın açılması ile gecikme zammının işleyeceği yasalarda açıkça yazılı değildir.
Sözgelimi, ilama dayalı nafaka alacakları paylaştırmaya kadar işleyecek olan karı, koca ve çocuk nafakalarının ödeneceği İİK`nun 206/4. maddesinde açıkça öngörülmüştür. 506 sayılı Yasa ve diğer yasalarda gecikme zammı için açıkça iflastan sonra ödeneceği öngörülmediğinden işleyen gecikme zammı iflas masasından ödenemez. Bu durumda, iflasın açılmasından sonra oluşan gecikme zammı da yeni bir alacak olarak ortaya çıkar. Davada istenen gecikme zammı da iflasın açılmasından sonra oluşan gecikme zammıdır. Dava konusu gecikme zammı yeni alacağı oluşturduğuna göre, sıra cetveline yazılması ve bunun sonucu iflas masasından ödenmesi düşünülemez. Yeni alacaklar ise, iflas masasının dışında ve ancak müflisin çalışarak kazandığı gelirinden ödenebilir.
Bundan başka sigorta primleri ve bunun gecikme zammı rüçhanlı olduğundan sıra cetvelinde 5. sırada yer alacaktır. Bu sıradaki alacaklar ödenmedikçe 6. sıradaki alacaklar ödenemez. Sigorta priminin dşında ayrıca gecikme zammının da tamamının ödenmesi kabul edildiği takdirde, diğer alacakların ödenme şansı azalacaktır. Bu da eşitsizliğe neden olacağından hak ve adalete aykırı bir durum ortaya çıkaracaktır. Alacaklılar arasında eşitsizliğe yol açan bir yoruma katılmak ise, olanaksızdır. Gecikme zammının, temerrüt faizi olduğunu kabul etmek doğru ve adil bir davranış olacaktır.
Bilindiği üzere, İcra ve İflas Kanunu`nun bazı maddeleri ve bu arada 196. maddesi 3494 sayılı Yasa ile değiştirilmiştir. Bu değişik maddeye göre, artık iflasın açılması ile faizler kesilmeyecek ve ancak iflas masasında bakiye kalırsa bundan ödenecektir. Yerel mahkeme kararından sonra yasada yapılan değişikliğin gözönünde bulundurulması ve davacının haklarının korunması bakımından zorunlu görüldüğü için yerel mahkeme kararının "İİK`nun 196. maddesinde öngörülen değişikliğin tasfiye sonucunda uygulanması gerektiği" görüşüyle, yani ek gerekçeyle onanması uygun görüldüğünden çoğunluğun bozma gerekçesine katılmıyorum.
Gönen ERİŞ
( Yargıtay 11.
Huk.Dai.Üyesi )
KARŞI OY YAZISI
Konuyu düzenleyen İİK`nun 80. maddesinde gecikme zammının icra kovuşturması ve dava açılması hallerinde de yürütüleceği hükme bağlandığı halde prim borçlusunun iflası halinde gecikme zammının yürütülmesine devam edilip edilmeyeceği yönünde bir düzenleme bulunduğu kabulü gerekir. Böyle bir durumda da gecikme zammının iflasın açılma tarihinden sonrada yürütülüp, yürütülemeyeceğinin tespiti için gecikme zammı kavramının hukuki niteliğinin belirlenmesi zorunluluğu doğar. Yapılacak bu tespit sonunda gecikme zammının bir nevi temerrüt faizi olduğu saptanırsa o zaman İİK`nun 196. maddesi hükmüne tabi tutulması, aksi halde anılan yasa hükmündeki sınırlamaya tabi olmadığının kabulü gerekir.
Çoğunluk görüşüne göre gecikme zammı, prim ödemelerindeki gecikmeleri önlemek ve prim zamanında toplamak amacını güden bir tür medeni ceza ve bir nevi tazminat olduğu görüşü savunulmuştur. Doktrinde de temerrüt faizinin, bir miktar para borcunun zamanında ödenmemesi halinde ödenmesi gereken tazminat olarak kabul edilmektedir. ( Bkz. Dr. H. Becker, İsviçre Medeni Kanunu Şerhi- Borçlar Kanunu, Fasikül IV, sh. 5, Dr. S. Özkök Çevirisi, A. Von Tuhr. Cilt : 1,2, sh. 617, C. Edege Tercümesi; Tekinay, Borçlar Hukuku, Cilt : 2, Sh. 1246, İst. 1985 ) Açıklanan bu tanımlamalardan da açıkça görülüyor ki, gecikme zammı ile temerrüt faizi kavramları aynı amaca hizmet etmek için oluşturulmuş hukuki kavramlardır.
Öte yandan, 506 sayılı Yasa`nın 80. maddesinin önceki düzenlemesinde gecikme zammı ve faiz kavramlarına ayrı ayrı yer verilmişken 3203 sayılı Yasa gereğince son düzenlemeyi teşkil eden metinde artık sadece gecikme zammı kavramına yer verilip ayrıca faizden söz edilmediğine göre, gecikme zammının tamamının temerrüt faizi niteliğine dönüştürüldüğü açıkça anlaşılmaktadır. Yine, aynı yasal düzenlemede gecikme zammının sadece ana borç olan prim borcu üzerinden yürütüleceği diğer bir deyişle, gecikme zammına gecikme zammı yürütülemeyeceğini hükme bağlamakla, temerrüt faizine temerrüt faizi yürütülemeyeceği hakkında BK.`nun 104/son fıkrasındaki ilkeyi aynen benimsemiştir ki, bu dahi gecikme zammının tam bir temerrüt faizi niteliğinde olduğunu göstermektedir.
Yine çoğunluk görüşüne esas alınan ve tartışmalarda hükme dayanak yapılması gerektiği ileri sürülen 277 sayılı KHK`deki prim borçlarının ertelenmesi ile ilgili düzenlemede, hem gecikme zammına, hem de faiz kavramlarına yer verildiği bu nedenle de bunların eş değerli kavramlar olamayacağı görüşü ileri sürülmüşse de bu düzenleme 506 sayılı Yasa`nın 80. maddesindeki tadilden önceki düzenlemeden doğan ve birikmiş gecikme zammı ve faiz borçları dikkate alınarak yapıldığından, u düzenleme de, sözü edilen 80. maddenin bugünkü vazediliş şekli dikkate alındığında çoğunluk görüşünün hukuki dayanağını teşkil etmesi mümkün değildir.
Bütün bunlara ilaveten 506 sayılı Yasa`nın 80. maddesindeki gecikme zammı kavramının ana kaynağını teşkil eden 6183 sayılı Yasa`nın 51. maddesindeki gecikme zammı oranlarını saptamaya yetkili kılınan Bakanlar kurulu`nun 88/12947 sayılı Kararnamesi`nde de gecikme zammı oranlarını tespit eden metnin başlığında "Vadesinde Ödenmeyen Amme Alacaklarının Uygulanacak Faiz Oranlarının Tespitine Dair Karar" denilmek suretiyle gecikme zammının aslında vadesinde ödenmeyen para borcuna yürütülecek temerrüt faizi oranları olduğunu açıkça belirtmiş bulunmaktadır.
O halde, bütün bu somut açıklamalar karşısında 506 sayılı Yasa`nın 80. maddesinde yer alan gecikme zammının aslında bir temerrüt faizi olduğu ve bu nedenle de İİK`nun 196. maddesindeki düzenlemeye tabi olduğu görüşünü benimseyen ve sonuçta iflastaki külli tasfiyede tüm alacaklılar arasında adil bir dağıtım çözümü benimseyen ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesi`nin son içtihatlarına uygun bulunan mahkeme kararının onanması gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
Işıl ULAŞ
( Yarg. 11. Hukuk Dai. Üyesi )