 |
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E : 2001/17 H.D-294
K : 2002/1
T : 22.01.2002
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Taahhüdü ihlal suçundan sanık Nusret K...'nın İİY'nın 340.maddesi uyarınca 1 ay hafif hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Kozaklı İcra Ceza Mahkemesinde verilen 07.12.2000 gün ve 5/5 sayılı hüküm sanık tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 17.Hukuk Dairesince 13.11.2001 gün ve 9612/9513 sayı ile;
"Sanığın üzerine atılı suçun içerik ve niteliğine, 17 Ekim 2001 tarih ve 24556 mükerrer sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 4709 sayılı Kanunun 15.maddesi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının 38.maddesine eklenen son fıkra uyarınca "Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz" hükmü ile yapılan bu düzenlemenin sanığın lehinde bulunması ve TCK'nın 2/2.maddesi de gözetilerek sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu" bulunduğu gerekçesiyle diğer yönleri incelenmeksizin bozulmuştur.
Yargıtay C.Başsavcılığı 12.12.2001 gün ve 114292 sayı ile;
İİY'nın 340'ıncı maddesi "111'inci madde mucibince veya alacaklının muvafakatı icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlu, alacaklının şikayeti üzerine tetkik mercii tarafından bir aydan üç aya kadar hafif cezası ile cezalandırılır" hükmünü içermektedir.
İİY'nın 340'ncı maddesinde düzenlenen suçu inceleyecek olursak; Suçun ön koşulu
Borçlu hakkında geçerli bir icra takibi bulunmasıdır.
İİY'nın 111 inci maddesi gereğince bir taksitlendirme yapılması ya da alacaklı ile borçlu arasında borcun ödenmesini içeren bir anlaşmaya varılması ve ödeme taahhüdünün ihlal edilmesi, suçun maddi unsurunu oluşturur.
Bu suç kasten veya taksirle islenebilir. Maddedeki "makbul bir sebep olmaksızın" ibaresi bu sonucu doğurmaktadır. Dolayısıyla burada bir objektif sorumluluk hali mevcut değildir. Çünkü borçlu yönünden makbul bir nedenin- mevcudiyeti halinde suç oluşmayacaktır. Burada ifade edilen "makbul bir neden", kuskusuz borçlunun kusuru ile oluşmayan nedendir. Dolayısıyla buradaki taahhüdün ihlali, kusura dayanan bir ihlaldir, yani sorumluluk kusur sorumluluğudur.
Suçun faili ise icra takibine manız kalan borçludur.
İİY'nın 111 inci maddesi uyarınca yapılan ödeme taahhüdünde; icra takibi kesinleştikten ve borca yeter derecede mal haczedildikten sonra, satış yapılmadan, borcun birinci taksidinin peşin ödenmesi ve kalanının da muntazam taksitlerle en çok üç ayda üç taksit halinde ödenmesinin taahhüt edilmesi gerekmekledir. Bu taahhüt alacaklının kabulüne bağlı değildir. Borçlunun taahhütte bulunması ile yani tek taraflı beyanı ile İİY'nın 111 inci maddesi uyarınca süreler durduğundan. Kanun da borçluya bir takım yükümlülükler yüklemektedir. Burada alacaklının da kabulü aranmadığından bir sözleşmeden bahsetmek mümkün değildir. Kanundan kaynaklanan yani alacaklının iradesine değer verilmeyen bir durumda, borçlunun beyan edip yerine getirmediği taahhüdü nedeniyle cezalandırılması söz konusudur. Bu halde hiç bir şekilde bir sözleşme söz konusu değildir. Kanundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali nedeniyle cezalandırılmaktadır.
Alacaklı ve borçlunun icra memurunun huzurunda miktarı belli olan para borcunun ödenmesine ilişkin olarak mutabakata varmaları, borcun ödenmesine ilişkin taksitler ile taksit miktarı, taksit süreleri, tüm borcu karşılayacak, infazda tereddüt yaratmayacak şekilde olmalı ve herhangi bir kayıt ve şarta bağlanmamalıdır. Taahhüt alacaklı veya vekilinin yokluğunda yapılmış ise, bir muhtıra ile adı geçenlere bildirilmelidir. İtiraz edilmeyen taahhüt kabul edilmiş sayılır. Burada borçlunun taahhüdüne ilişkin zaptın İİY'nun 8 ve bu kanuna göre çıkartılan yönetmeliğin 20/2 nci maddesi uyarınca icra memuru tarafından imzalanması şarttır. Bu imza hukuken geçerlilik şartıdır. Burada taahhüt işleminde icra memurunun bulunma zorunluluğu onun işlemde bir taraf değil, ancak taahhüdün geçerliliği için bulunması gerekli şekli şartlardan biri olması nedeniyledir. Zira icra memurunun taahhüdün içeriğine müdahale imkanı bulunmamaktadır. Bu taahhüt hacizden önce olabileceği gibi sonra da olabilecektir. Buradaki taahhüdün alacaklı tarafından da kabulü gerektiğinden, bu işlem iki taraflıdır. İİY'nın 111 inci maddesindeki gibi tek taraflı değildir. Yalnız başlayan cebri icra sırasında alacaklının ve borçlunun ödeme konusundaki bu karşılıklı mutabakatları nedeniyle, talebe bağlı olan icra takibi de, bu taahhüt ihlal edilmediği sürece İİY'nın 110/3,4 üncü maddeleri uyarınca kanundan dolayı durmakta; taahhüt gereğince ödemeler sürdüğü, bir aksama olmadığı sürece bu durma devam etmekte, ancak karşılıklı anlaşma nedeniyle adeta askıda beklemekte olan cebri icra, ihlal söz konusu olunca olduğu yerden işlemeye devam etmekledir, İİY'nın 111 inci maddesinin üçüncü fıkrasında, bu haldeki taahhüt bir taklit sözleşmesi olarak nitelendirilmiş ise de, bu ödeme şartının kabulünü sadece tarafların karşılıklı anlaşmalarından yani buradaki işlemin iki taraflı olduğundan hareketle tipik bir özel hukuk sözleşmesi olarak da değerlendirmek mümkün değildir.
O halde İİY'nın 111 inci maddesinden kaynaklanan yasal taksit hali nedeniyle yasal taksit uygulaması başlatıldıktan sonra, bunun ihlal edilmesi yasa ile öngörülen yükümlülüklerin ihlal edilmesidir. Bu halin hiç bir şekilde sözleşme ile ilgisi yoktur.
İİY'nın 340 inci maddesinde düzenlenen kabule bağlı taksit taahhüdünün ihlali ile ihlal edilen yalnızca sözleşme olmayıp, yapılan sözleşme üç durması sağlanan cebri icra nedeniyle, cebri icra örgütünün kurulup çalışmasının esası olan kamu düzenidir.
Taahhüdü ihlal suçunda korunan hukuki değer, kanunla öngörülen yükümlülüktür. Bu ihlalin sözleşmeyle veya yalnızca sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülükle ilgisi bulunmamaktadır.
Ancak, bu suç ile ihlal edilen tek değerin kamu düzeni olduğu söylenemez. Alacaklının başvurduğu cebri icra yolunun yapılan taahhüt nedeniyle durması karşısında, alacağına geç kavuşmakta, zarara uğramaktadır. Yani ihlal edilen diğer hukuki konu mamelek hukukudur.
2004 sayılı Yasanın 340 inci maddesinde öngörülen taahhüdü ihlal suçunda ihlal edilen sözleşme hukuku olmayıp, suç sözleşmeye aykırılıktan değil, yasayla öngörülen bir yükümlülükten kaynaklanmaktadır. Borcun ödettirilmesine matuf objektif bir sorumluluk hali sözkonusu olmayıp, kusur sorumluluğu esas alındığından, Anayasanın 38 inci maddesinin sekizinci fıkrası kapsamında kalmamaktadır.
Diğer yandan 4709 sayılı Yasa ile getirilen düzenleme! genel bir kurala ilişkin olup, doğrudan uygulanabilir içerik ve nitelikte değildir. Bu nedenle Yüksek Dairece hükmün doğrudan uygulanabilir nitelikte kabul edilerek bozma karan verilmesi de yerinde değildir." gerekçeleriyle itiraz yasa yoluna başvurarak, özel Daire bozma ilamının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Dosya 1. Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın taahhüdü ihlal suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda çözümlenmesi gereken hukuki sorun, Anayasa'nın 38 nci maddesine 4709 sayılı Yasa ile eklenen, "Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz" şeklindeki kandın İcra iflas Yasası 'nın 340 inci maddesinde düzenlenen ve yaptıranı özgürlüğü bağlayıcı ceza olan suç bakımından nazara alınıp alınamayacağı, diğer bir anlatımla ödeme taahhüdünün ihlal edinmesinin, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün yerine getirilememesi olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve 4709 sayılı Yasa ile getirilen düzenlemenin doğrudan uygulanabilir bir kural niteliğinde bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Sorunun çözümünde sağlıklı bir hukuki sonuca ulaşılabilmesi için, konuya ilişkin yasal bunların TBMM'inde görüşülmesi sırasında yanlan görüşmelerin, öğretideki düşüncelerin ve taahhüdü ihlal suçunun hukuki yapısının ele alınıp değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
"Borçlunun ödeme şartını ihlali halinde ceza" başlığını taşıyan İcra ve İflas Yasası 'nın 340'ıncı maddesinde;
111'inci madde gereğince veya alacaklının mucafakatı ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartının, borçlu tarafından makbul bir sebep olmaksızın ihlali, seçimlik hareketli suçlar olarak düzenlenmiş, yaptırımı ise özgürlüğü bağlayıcı ceza olarak öngörülmüştür.
İİY'nın 111 inci maddesine göre; borçlunun, yeterli miktarda malının haczedilmiş olması,
satış talebinden önce boranın muntazam takatlerle ödemeyi taahhüt etmesi ve birinci taksiti
derhal yatırması, her taksidin borcun dörtte bir miktarından aşağı olmaması, taksitlerin aydan aya olup sürenin üç ayı aşmaması halinde icra işlemi durur ve aynı Yasanın 106 ncı maddesinde belirtilen satış isteme sureleri islemez. Bu maddeye göre kararlaştırılan ödeme taahhüdünde alacaklının onayına gerek bulunmayıp, borçlunun bu hakkı Yasadan kaynaklandığından, uygulamada "yasal taksit hakkı" olarak da adlandırılmaktadır. Belirtilen bu ödeme şartı, sözleşmeden değil Yasadan kaynaklandığından, borçlunun ödeme şartını ihlali halinde özgürlüğü bağlayıcı ceza ile cezalandırılması, Anayasa'nın 38 inci maddesine 4709 sayılı Yasa ile eklenen 9 uncu fıkradaki kurala aykırılık oluşturmaz.
İİY'nın 340'ıncı maddesindeki ikinci ödeme şartı ise; icra takibinin kesinleşmesinden sonra alacaklının muvafakatıyla icra dairesinde kararlaştırılan borcun taksitle ödenmesidir.
Ödeme koşulunun bu biçiminin ihlalinin suç oluşturabilmesi için, borçlu hakkında geçerli ve kesinleşen bir icra takibinin bulunması, borçlunun taahhüdünün alacaklı, vekili veya yasal temsilcisi tarafından kabul edilmesi, ödenecek toplam miktarın rakamsal olarak belirlenmesi, tarafların belirlenen bu miktar üzerinde icap ve kabulde bulunmaları, taahhüt esnasında, alacaklı veya vekili veya yasal temsilcisi hazır değil ise, alacaklının kabul keyfiyetinin ödeme tarihinden önce borçluya bir muhtıra ile bildirilmesi gerekmekledir. Sayılan koşullardan birinin bulunmaması halinde ödeme şartını makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun bu madde ile cezalandırılması olanağı bulunmamaktadır.
A.Tahir Ö... ve A.Ç... Uygulamalı icra ve iflas Kamımı isimli eserlerinin 1298. sayfasında "Borçlunun taahhütte bulunması ve bu taahhüdün alacaklı tarafından kabul edilmesi bir akittir. Akit, iki tarafın karşılıklı ve birbirlerine uygun surette rızalarını beyan ettikleri takdirde tamam olur. (B.K md. 1) Kabul için bir süre tayin ederek başka bir kimseye bir akdin yapılmasını teklif eden kimse, bu sürenin bitimine kadar icabından dönemez. Bu süre bitmeden evvel kabul haberi kendisine yetişmezse icabı ile bağlı kalmaz (B.K.md.3) Bu itibarla, borçlunun taksit talebinin, ilk taksit tarihinden evvel kabul keyfiyetinin borçluya bildirilmiş olması zorunludur. Aksi halde, borçlu icabı ile bağlı kalmadığından akit tamamlanmamış olur" biçimindeki açıklamalarla bu ödeme şartının bir sözleşme olduğunu ifade etmişler, İİY.nın 111'inci maddesinin 3'üncü fıkrasında da bu ödeme koşulunun "sözleşme" olduğu ve bu sözleşmenin devamı süresince 106'ncı maddedeki sürelerin işlemeyeceği açıkça belirtilmiştir.
Borçlu ve alacaklı tarafından kararlaştırılan ödeme koşuluna ait tutanağın, ilgililer ve icra müdürü veya yardımcısı veya katibi tarafından imzalanması zorunluluğu bulunmakta ise de bu zorunluluk, İİY.nın 8 inci maddesi uyarınca tutanakların aleniyeti ve ispat kuvvetinden kaynaklanmaktadır. İmza, sözleşmenin değil tutanağın geçerlilik şartı olup, icra memurları bu taahhütte taraf olmadıklarından içeriğine müdahale edememekte, sözleşme sadece icranın tarafları arasında yapılmaktadır.
Maddede "makbul bir sebep olmaksızın'' ödeme şartını ihlal eden borçlunun cezalandırılacağı öngörülmekte, postaya gönünden önce verilen taksidin icra dosyasına gecikerek girmesi, hastalık, yangın, su baskını ve deprem gibi olağanüstü olaylar nedeniyle taahhüdün yerine getirilememesi gibi haller uygulamada haklı neden olarak kabul edilmekte, Anayasa'nın 38 inci maddesinin 9 uncu fıkrasında belirtilen "yerine getirememe" kavramı ise"makbul sebeb"i de kapsayacak şekilde kendi ihmal ve kusuru olmaksızın, sadece sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüğünü istese bile yerine getirememeyi ifade etmekte ve hakime daha geni? bir değerlendirme yapma olanağı vermektedir. Bu nedenle "makbul sebep" kavramının "yerine getirememe" kavramı ile aynı anlamı taşıdığının kabulüne olanak bulunmamaktadır.
Alacaklının muvafakatıyla kararlaştırılan ödeme şartını ihlal suçunun hukuki yapısı irdelendikten sonra; Anayasanın 38 inci maddesine 9 uncu fıkra olarak, 4709 sayılı Yasanın 15 inci maddesi ile eklenen "Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz." şeklindeki düzenlemenin anlam ve amacı. Meclisteki görüşmeler, uluslararası temel metinler ve öğretideki görüşler ışığında ele alınıp değerlendirilmelidir. Anılan Yasa değişikliğinin Mecliste görüşülmesi esnasında, bir soru üzerine Anayasa Komisyonu Başkanı; "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 4. Protokolünün 1 inci maddesi borçlar hukuku ilişkisinden kaynaklanan borçlarını rızasıyla ödeyemeyen bir borçlunun bu yüzden hapis cezasıyla cezalandırılmasını yasaklamıştır. Borcun ödenmemesi, ya borçlunun mal varlığı bulunmadığı için çaresizlikten veya buna rağmen kötü niyetten olabilir. 1. halde, yani, kendi ihmal veya kusuru olmaksızın borcunu ödemekte acze düşen kişi, bu yüzden hapis cezasına çarptırılamaz, ancak, borçlunun hileyle veya kasten borcunu ifa etmekten kaçınması halinde protokolün bu hükmünden yararlanması mümkün değildir." Şeklinde açıklamalarda bulunmuş,
Değişikliğe ilişkin Anayasa Komisyonu raporunda ise, 4 Nolu Protokol gereği değişikliğin
Hükme eklendiği, sözleşmeden doğan yükümlülük içinde borçların da olduğu belirtilmiştir.
19.10.1992 tarihinde ülkemiz adına imzalanıp, 23.2.1994 tarih ve 3975 sayılı Yasayla onaylanarak, o tarihten itibaren yasa değerinde bir büküm olan ve 4709 sayılı yasal değişiklik ile de Anayasal bir kural haline gelen 4 Nolu Protokolün l inci maddesinin öğretide ve konuya ilişkin sempozyumlarda ele alınarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır.
Nitekim Prof. Dr. Tekin A... l Aralık 2001 günü yapılan bir sempozyumda sunduğu tebliğinde (AIHS ve Anayasa md.38, f.8 Açısından ödenmeyen Para Borçlarında Yaptırımlar Sempozyumu sh. 4 vd.)
"Genellikle uluslararası andlaşmalarda hazırlık sırasında kullanılan "açıklayıcı belge" (explanatory report) buna bir çeşit gerekçe belgesi denebilir, sonradan andlaşmaya eklenirken, AIHS'nin ve 4 Nolu Protokole ek açıklayıcı belge bul anmamakladır. 4 Nolu Protokolün uzmanlar komisyonunca yapılan bir açıklayıcı raporu vardır, ancak yayınlanmadığından hizmet içi belge olarak kalmıştır.
Fransız ceza hukukunda ve pek çok Avrupa ülkesinde borçlunun ödemeye zorlanması için hapsedilmesi (la contrainte par corps) denilen hukuki usul, kanundan doğan borçlarda veya kamu gücü iradesinden doğan borçlarda halen uygulanmaktadır.
Bu madde yetkili kamu makamlarının kişi özgürlüğünü kaldırma yetkisini sınırlamaktadır. Bu nedenle AİHS 5 inci maddesinin l (b) hükmü ile bağlantılıdır. Madde 5 l(b) hükmüne göre; "Bir mahkeme tarafından yasaya uygun olarak verilen bir karara riayetsizlikten dolayı veya yasanın koyduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak için bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanması veya tutulması" söz konusudur.
Başka bir anlatımla, kanunun öngördüğü yükümlülükler arasından "sözleşmeden doğan borçlan" çıkarmak gerekir.
Borçtan (obligation) ne anlaşılmak gerekir? Madde sadece "sözleşmeden doğan borcu" (obligation contractuelle) korumaktadır.
Sözleşme bir para borcuna ilişkin olabileceği gibi satın alma, satma borcuna ilişkin de olabilir. Ayna şekilde bir şeyi verme, yapma, yapmama taahhütleri de kapsamdadır. Sözleşme sadece özel kişiler arasında ya da özel hukuk alanında yapılanları değil, taraflardan biri kamu tüzel kişisi olan ya da kamu hukukuna giren botun sözleşmeler (idari imtiyaz sözleşmeleri, devlet ihale kanunu kapsamındaki sözleşmeler) l inci maddeye girer. Bu bakımdan AİHS 5/1 (b) de geçen "Yasanın koyduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak için" devimi 4 Nolu Protokol 1 inci maddenin öngördüğü "sözleşmeden doğan borç" kavramına dahil değildir.
1. madde "yerine getirememe"den (inability) söz etmektedir. Dolayısıyla borçlu ödeyebilecek durumda olup da ödemeyi reddediyorsa koruma kapsamına girmez. Ayrıca maddede "yalnızca" (merely) kelimesi de kullanılmıştır. Borçlu hileyle ya da kötü niyetle hareket etmişse 1 inci madde hapsine engel değildir. Sonradan ödemeziik durumunda olduğu anlaşılsa bile durum değinmez. Gerçekten l inci madde iradi olmayan ödeyememe durumuna ilişkindir. Maddede geçen "yerine getirememe" (n'cst pas en mesure d'executer/on the ground of inability) deyiminin "istese bile ödeyemeyecek" olan bir kimsenin durumunu anlattığı açıktır.
Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun verdiği bir karara göre; bir kimsenin kamın emrettiği halde buna uymayarak alacaklısına malvarlığı hakkında beyanda (affidavit) bulunmamış olduğu için mahkemece hapsine karar verilmesi l inci maddenin koruduğu alana girmez.
AİHS'nin 5/l(b) hükmü nasıl anlaşılmaktadır? Madde 5 l (b): "Bir mahkeme tarafından yasaya uygun olarak verilen bir karara riayetsizlikten dolayı veya yasanın koyduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak için bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanması veya tutulması"ndan söz etmektedir. Avrupa insan Haklan Mahkemesine göre (Engel ve diğerleri karan) "kanunun emrinden kaynaklanan borç" ifadesi, bir kimsenin o zamana kadar yerine getirmeyi ihmal ettiği belli ve somut bir borç veya edimi yerine getirmeye zorlanması amacıyla hapsedilmesini anlatmaktadır. Bu kural geniş yorumlanmamalıdır. "Bir vatandaşın genel nitelikte kanuna itaat ödevinden bahisle mecburi oturmaya mahkum edilmesi" (Guzzardi kararı), "bir ordu mensubunun bundan böyle borçlarına sadık kalması amacıyla oda hapsinde tutulması" (Ciulla kararı) genel nitelikte ödev ifasına zorlamadır, AİHS 5/l(b) kapsamına (koruduğu alana) girmez." şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.
Doç, Dr. Metin F... aynı sempozyumda sunduğu tebliğinde; (Sözleşmeden Kaynaklanan Yükümlülükler Nedeniyle Hürriyetin Kısıtlanması Age. sh. 15 vd)
"Anayasa md. 38, sözleşmeden kaynaklanan borcunu yerine getirmeyenin değil, getiremeyenin hürriyetinin kısıtlanamayacağı hükmünü içermektedir. Öyleyse, borcunu yerine getirebilecekken getirmeyenler, bu yasaktan yararlanamazlar. Bu çerçevede, İİK. md. 340'daki makbul sebep kavramını dar yorumlayan ve makbul sebebi örneğin, borçlu ya da onun talimatıyla başkası tarafından taksitin yatırılmasına imkan bulunmamasıyla ya da postadaki gecikmelerle sınırlayan bir uygulama. Anayasa md. 38'e aykırı olacaktır.
Ödeme şartını ihlal suçunda ödeme şartı, alacaklı ve borçlu arasında karşılıklı rıza ile yapılan bir sözleşmeye dayanıyorsa, bu suçu hükme bağlayan İİK. md. 340'daki ""makbul sebep", ceza hukukundaki "beklenmeyen durum" olarak anlaşılırsa ve borçlunun gelir elde edip, taksidi ödemesini engelleyen beklenmeyen durumlarda ceza verilmesi yoluna gidilmezse, sözü geçen suç Anayasa md, 38'e aykırı olmayacaktır."
Yine öğretide Dr. Şeref Ünal (Avrupa insan Hakları Sözleşmesi 329 ve 330 uncu sh.) konuya ilişkin olarak;
"Bu hüküm borçlar hukuku ilişkisinden kaynaklanan borçlarını rızasıyla ödemeyen bir borçlunun, bu yüzden hapis cezasıyla cezalandırılmasını yasaklamıştır. Borcun ödenmemesi, ya borçlunun mal varlığı bulunmadığı için çaresizlikten veya buna rağmen kötü niyetten olabilir.
1. halde, yani kendi kusuru olmaksızın borcunu ödemekte acze düsen kişi, bu yüzden hapis cezasına çarptırılamaz. Ancak borçlunun hile ile veya kasten borcunu ifa etmekten kaçınması halinde, protokolün bu hükmünden yararlanması mümkün değildir.
Akde muhalefetin suç sayılarak hapis cezasıyla cezalandırılabilmesi için, suçun yasal unsurlarının bulunması gerekir, örneğin, borçlarından kurtulmak için ülkeden kaçma hazırlıkları yapan bir kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması, Sözleşmeye aylan sayılamaz.
Nitekim, bu gerekçeyle İİY'nın 331 ve onu izleyen maddelerinde kötü niyetli borçlular için cezai müeyyideler öngörülmüştür. Buna göre, alacaklısını zarara sokmak kastıyla malvarlığını eksilten, borç ödemeden aczine kendi fiiliyle sebebiyet veren borçluların hapis cezasıyla cezalandırılmaları mümkündür. Bu gibi hallerde yasal dayanak İİY'nın söz konusu hükümleri olduğu için, borçluların cezalandırılması, Protokolün bu hükmüne aykırı sayılmamalıdır.
Borcun ifasının imkansızlığı, sonradan borçlunun mali durumunun bozulması yüzünden ortaya çıkabileceği gibi, başlangıçta, yani akdin yapıldığı anda da söz konusu olabilir. Örneğin, BK'nun 117 inci maddesine göre, "borçluya isnat olmayan haller münasebetiyle borcun ifası mümkün olmazsa, borç salat olur." bu ikinci halde borç kendiliğinden ortadan kalkacağından, borcun ödenip ödenmemesi zaten söz konusu değildir." şeklinde görüş bildirmiştir.
Bu belirlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Borçlu-sanık hakkındaki icra takibi sırasında borcunu 1.8.2000 tarihinde ödeyeceğini bildirmiş, bu talebi kabul edilerek kabul muhtırası 8.8.2000 tarihinde borçlu-sanığa tebliğ edilmiştir.
İİY'nın 340 inci maddesi uyarınca "alacaklının muvafakati ile kararlaştırılan ödeme şartının" ise bir sözleşme olduğu yönünde herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Maddedeki "makbul sebep" kavramı, Anayasa'nın 38 inci maddesinin 9 uncu fıkrasındaki "yerine getirememe" kavramından daha dardır. Bu nedenle üst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren bu yeni Anayasal düzenleme çerçevesinde, sanığın borcunu hangi nedenle veya nedenlerle yerine getiremediğinin araştırılarak, hukuki durumunun belirlenmesinde zorunluluk bulunduğundan Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kural Başkanı M.Kaban; "Yalnızca sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğün yerine getirilememesinden dolayı bir kimsenin özgürlüğünden alıkonulamayacağına ilişkin. 4709 sayılı Yasa ile Anayasa'nın 38 inci maddesine eklenen kuralın uygulanabilmesi için iki koşulun bir arada bulunması gerekmekledir. Bunlardan birincisi yükümlülüğün doğrudan doğruya sözleşmeden kaynaklanması, araya başka bir otoritenin girmemesi, ikincisi ise, borçlunun ihmal ve kusanı olmaksızın bu yükümlülüğü istese bile verine getiremeyecek olmadadır, öğretide de anılan fıkranın uygulanma koşullan uluslararası temel metinlerden yararlanılarak bu şekilde açıklamakladır. (Prot Tekin Akıllıoğlu, Age. sh.7. Y.Doç.Dr. İbrahim Ercan, Mukayeseli Hukuktaki Düzenlemeler) Alacaklının muvafakatıyla kararlaştırılan ödeme şartı, geçerli ve kesinleşen icra takibi esnasında yapıldığından, dolayısıyla araya kamu otoritesi girdiğinden yükümlülüğün yalnızca sözleşmeden kaynaklandığını kabule olanak bulunmaktadır.
Ayrıca, İIY.'nın 340 ıncı maddesinde ödeme koşulunun makbul bir sebep olmaksızın ihlali yaptırım altına almış olup, bu olgu "yerine getirememeyi" de kapsadığından, taahhüdü ihlal suçunun özgürlüğü bağlayıcı nitelikteki yaptırımın Anayasa'nın 38 inci maddesinin 9 uncu fıkrasındaki yasak kapsamında değerlendirilemeyeceği.
İki kurul üyesi ise; Yargıtay C.Başsavcılığı itirazında ileri sürülen görüşlerin haklı nedenlere
dayandığı ve itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının REDDİNE, dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 22.01.2002 gününde yasal oyçokluğuyla karar verildi.