 |
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 2001/10-209
K: 2001/212
T: 9.10.2001
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- CEZAİ SORUMLULUĞU BULUNMAYAN SANIĞIN SORGUYA ÇEKİLMESİ
- KİŞİSEL HAK İSTEMİ
ÖZET: 1- Akıl hastalığı nedeniyle cezai ehliyeti bulunmayan sanığın Anayasanın 36, Ceza Yargılama Yasasının 135 ve 136. maddeleri uyarınca, usul yasalarında öngörülen yönteme uygun olarak sorguya çekilmesi gerekir.
2- Suçu işlediği sırada tam akıl hastası olup cezai ehliyeti bulunmadığı saptanan sanık hakkındaki şahsi hak isteminin, işin uzayacağından bahisle reddine karar verilmesi, Borçlar Kanununun 54/1. maddesine aykırı olup. ilgilisinin hukuk mahkemesinden istemde bulunulmasını kısıtlayacak niteliktedir.
(2709 s. Anayasa m. 36)
(1412 s. CMUK. m. 135, 136)
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Kamu malına zarar vermek suçundan sanık Yaşar hakkında TCY.nın 46. maddesi uyarınca ceza tertibine yer olmadığına, en az dört hafta süreyle şifa bulana kadar resmi bir kurumda muhafaza ve tedavi altına alınmasına, tüfeğin zoralımına, katılan T... Telekom A.Ş.'nin tazminat isteminin reddine ilişkin (İhsangazi Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 18.11.1999 gün ve 24/37 sayılı hüküm katılan vekili tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 19.2.2001 gün ve 17499/7126 sayı ile;
"1- Sanığın sorgusu yapılmadan karar verilmek suretiyle CMUK.nun 135. ve 236. maddelerine aykırı davranılması,
2- Müdahil idarenin tazminat konusunda hukuk mahkemesinde her zaman dava açması mümkün olduğu gözetilmeden, tazminat hakkını tamamen ortadan kaldıracak şekilde reddine karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yerel Mahkeme 19.4.2001 gün ve 10/8 sayı ile;
(1) nolu bozma nedenine karşı: "ifade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır" ilkesi karşısında kendini savunamayacak derecede malul sanığın sorgusuna başvurulması CMUK.nun 135/a, Anayasanın 17. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesi hükümlerine aykırıdır. Kendisini makul şekilde müdafaa edemeyecek derecede malul sanığın duruşma ve sorgu engeli bulunduğu kabul edildiğine göre, sorgusu yapılarak kendisinden herhangi bir şekilde delil elde etmek de "Dürüst işlem" ilkesine aykırıdır.
(2) nolu bozma nedenine karşı: CMUK.nun 358. maddesinde düzenlenen "davacının hukuk mahkemesine başvurmakta özgür olduğuna karar verebilme" sadece şahsi hakka yönelik incelemelerin ceza davasını geciktirmemesine yönelik alınmış bir önlemdir. Yasal koşulları taşımasına ve hiçbir gecikmeye neden olmamasına karşın katılanın şahsi hakkının tazminine ilişkin seçtiği yolu değerlendirme dışı bırakmak, anılan önlemin yasada açıkça öngörülen amaç dışında kullanımı olacaktır.
Öte yandan, temyiz kudreti bulunmayanların sorumsuzluğu esastır.
Borçlar Kanununun 54. maddesi gereğince, temyiz kudretine sahip olmayanların haksız eylemleri sonucu meydana getirdikleri zarardan ancak, "hakkaniyet gerektirdiği takdirde" sorumlu tutulmaları mümkündür. Bu istisnai uygulamaya ilişkin olarak Yargılayın getirdiği ölçütler doğrultusunda hakime geniş bir takdir yetkisi tanınmıştır." gerekçesi ile önceki hükümde direnmiştir.
Bu hüküm de üst ve Yerel C. Savcıları ile katılan vekili tarafından süresinde temyiz edilmekle dosya Yargıtay C. Başsavcılığının "bozma" isteyen 17.7.2001 günlü tebliğnamesiyle 1. Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
Kamu malına zarar vermek suçundan yargılanan ve suç tarihinde tam akıl hastası olması nedeniyle ceza ehliyeti bulunmadığı saptanan sanığın muhafaza ve tedavi altına alınmasına, katılan T... Telekom A.Ş.'nin tazminat isteminin reddine karar verilen somut olayda Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık;
1- Ceza ehliyeti bulunmayan sanığın sorgusu yapılmadan hakkında muhafaza ve tedavi kararı verilip verilemeyeceği,
2- Muhafaza ve tedavi kararı verilmesi halinde katılanın şahsi hak isteminin reddine karar verilip verilemeyeceği hususlarında toplanmaktadır.
(1) numaralı bozma nedeni yönünden yapılan incelemede:
Ceza Yasamızda tanımlanmamış olan isnat yeteneği öğretide; bir fiilin bir kimsenin üstüne atılabilmesi, ona yüklenebilmesi için, failde bulunması gereken niteliklerin bütünü olarak tanımlanmıştır (Dönmezer-Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, İst, 1981, Cilt II, sh. 178). Failin akıl hastası olması da, isnat yeteneğini tamamen ortadan kaldıran hallerden biri olarak Ceza Yasamızın 46., azaltan hallerden biri olarak 47. maddelerinde düzenlenmiştir. Yasamızın 47. maddesinde kısmi akıl hastaları yönünden kabul ettiği sistem sadece cezada bir indirim yapılmasından ibaret olduğu halde, Yasamızın 46. maddesi uyarınca, isnat yeteneğini tamamen kaldıran bir akıl hastalığının varlığı halinde faile ceza verilmeyecektir. Ancak, aynı madde bu gibi hallerde fail hakkında tedbir karan alınmasını öngörmüştür. Sözü edilen maddede "fiili işlediği zaman" ifadesi kullanıldığından, emniyet tedbirine hükmedilebilmesi için fiilin akıl hastası sanık tarafından ya da katılımıyla işlendiğinin isnadı gerektiği anlaşılmaktadır.
O halde, tam akıl hastası sanığın tedavi ve muhafazasına hükmedilme-si için açılan davada isnat yeteneğinin ve fiil-fail-akıl hastalığı arasındaki ilişkinin araştırılabilmesi bakımından bir yargılama faaliyetine ihtiyaç vardır.
Nitekim öğretide; "failler hakkında emniyet tedbiri veya ceza uygulaması kabul edildiğine göre, suçun işlendiği sıradaki tam ve yarım akıl hastalığının: emniyet tedbiri veya dar manada ceza davası açılmasına, o kimselerin sanık sıfatı almasına ve son soruşturma yapılmasına tesir etmeyeceği" (Kunter, Nurullah, Ceza Muhakemeleri Hukuku, 10. Bası, sh. 414) belirtilerek, ceza ehliyeti bulunmayanların yargılama sırasında sanık konumunda oldukları vurgulanmıştır. Suçu işlediği sırada tam akıl hastası olanlar hakkında emniyet tedbirine hükmedilmesi için açılan dava üzerine yapılan yargılama, niteliği itibariyle bir emniyet tedbiri yargılamasıdır. Ancak, Ceza Yargılama Usulü Yasamız emniyet tedbiri yargılaması hakkında özel bir hüküm içermemektedir.
Öğretide; emniyet tedbiri yargılamasının, ceza yargılamasının bir çeşidini oluşturduğu, ceza yargılaması ile emniyet tedbiri yargılaması arasındaki beraberliğin ancak yaptırımın tayin ve tesbiti aşamasında ayrılığa dönüştüğü ileri sürülmektedir (Kunter-Yenisoy, Ceza Muhakemesi Hukuku, 11. Bası, sh. 988). Bu düşünceden hareketle suçu işlediğinde tam akıl hastası olan kişilerin haklarında tedbire hükmedilmesi için açılan dava nedeniyle yapılan yargılama sırasında sanık konumunda oldukları, dolayısıyla sanıklara tanınan haklardan yararlanacakları kuşkusuzdur.
Öte yandan bu hakların en önemlilerinden biri olan savunma hakkı Anayasamızın 36. maddesinde güvence altına alınarak; herkesin meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sanık bu hakkını bizzat kullanabileceği gibi dilerse vekaleten görevlendireceği avukatı yahut seçeceği müdafi ile de kullanabilir. Yine Ceza Yargılama Usulü Yasamızın kimi maddeleriyle (örneğin; 136/1, 145, 291, 333, 344, 357. maddelerde olduğu gibi) Kanuni temsilcisi ile eşine de sanığın savunması hususunda bir kısım haklar tanınmıştır.
Bu hallerde sanık başkalarının yardımından ihtiyari olarak yararlandığı halde, CYUY.nın 74. maddesi uyarınca; tedavi ve muhafazaya hükmolunması (TCY.nın 46, 404/son ve 573. maddelerinde belirtilen hallerde) veya Ceza Yasamızın 47. maddesinin uygulanması bakımından yapılan incelemede sanığın resmi bir kurumda gözlem altına alınmasına karar verilmesi durumunda, sanığa müdafi tayini zorunludur. Yine CYUY.nın 138. maddesiyle, onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz ya da kendisini savunamayacak derecede malul olması ve müdafiide bulunmaması halinde, Devlet güvenliğini ilgilendirenlerin dışındaki suçlar nedeniyle yakalanan kişi veya sanığa bir müdafi atanması zorunluluğu getirilmiştir.
Görüleceği üzere Yargılama Yasamızdaki bu hükümler sanığın savunma hakkını daha güvenli ve etkin kullanabilmesi, şayet bu hakkı kullanabilecek durumda değilse, bu kez savunma hakkının kamusal görev üstlenen kişilerce kullanılabilmesini sağlamak üzere sanık lehine getirilmiş güvence niteliğinde hükümler olup, sanığın kendisini bizzat savunabilme hakkını ortadan kaldırmaz. Nitekim, Devletimizin de kabul ettiği İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin dürüst yargılanma haklarının asgari şartlarını gösteren 6. maddesinin (3-c) bendinde de; sanığın, müdafi tayin etme yetkisi ile belli şartlarla ücretsiz müdafiden yararlanabilme hakkı dışında, "kendi kendisini savunma hakkı" bulunduğu belirtilmiştir.
Gerek ceza yargılamasında gerekse suçu işlediği sırada tam akıl hastaları hakkında görülen emniyet tedbiri yargılamasında duruşmaya CYUY.mn 236. maddesi uyarınca tanıkların ve bilirkişinin yoklamasıyla başlanacaktır. Bundan sonra sanığın açık kimliği ve kişisel durumu tesbit olunacaktır, iddianamenin okunmasından sonra da sanık 135. maddede öngörülen biçimde sorguya çekilecektir. Sorgusu sırasında sanığa üzerine atılan suç hakkında açıklamada bulunmamasının yasal hakkı olduğu söylenecek, şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını isteyebileceği hatırlatılacak, aleyhindeki şüphe nedenlerini ortadan kaldırmak ve lehindeki hususları ileri sürmek imkanı verilecektir. Bu yönleri itibariyle sorgu kamusal yanı da bulunmakla birlikte öncelikle bir savunma aracıdır.
Diğer yandan sanık duruşmada hazır bulunması gereken kişilerdendir. Sanığın bu durumu yargılamanın yüze karşılık özelliğinin ve savunma hakkının bir sonucudur. Bu nedenledir ki, Ceza Yargılama Yasamızda öngörülen ayrıksı durumlar dışında, gelmeyen sanık hakkında duruşma yapılamaz. Öte yandan aynı Yasanın 236. maddesi hükmüne göre duruşma sanığın sorgusu ile başlayacağından sanığın sorgusu yapılmadan duruşma açılmış sayılamaz.
CYUY.nın "kararların nasıl verileceği başlığını" taşıyan 31. maddesinde; davaya duruşma esnasındaki kararların iki taraf dinlendikten sonra verilebileceği hükmü getirilmiştir. Yine, sanığın mahkemece sorguya çekilmesi gerektiğine ilişkin 13.5.1974 gün ve 6/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında bu usul işlemine uymanın zorunlu olduğu belirtilmiş, Ceza Genel Kurulumuzun 24.10.1995 gün ve 238/305 sayılı kararında da; sorgusu sırasında kendisine yasal hakları hatırlatılmayan sanığın beraati halinde dahi, bu usuli eksiklik mutlak bozma nedeni olarak kabul edilmiştir.
Ağır cezayı gerektiren suçlar nedeniyle verilecek muhafaza ve tedbir kararının bir yıldan az olmamak üzere şifaya kadar süreceği, daha önce iyileşme halinde dahi bu kararın geçerliliğinin devam ettiği gözönüne alındığında muhafaza ve tedbir kararının sanık açısından ağır sonuçlar doğurduğu kesindir. Dolayısıyla, sonucunda kendisi yönünden ağır neticeler doğuracağı muhakkak bir kararın verilmesi olasılığı bulunan bir yargılama faaliyetinde bizzat sanığa bu sonucu önlemeye yönelik savunma olanağı tanınması sorguya ilişkin yasal düzenlemenin getirdiği bir zorunluluk olduğu kadar, adil yargılanma hakkının da bir gereğidir.
Öte yandan, bilirkişi görüşünü denetleyecek, değerlendirecek ve gereğinde yeniden bilirkişi görüşüne başvurulabilecek olan yargıcın duruşmadaki sorgusu sırasında sanığı izlemesi ve Ceza Yargılama Yasasının gerekli kıldığı durumları tutanağa geçirmesi gereklidir. Yine dava zamanaşımının dolması halinde emniyet tedbirine hükmedilmesi olanağı bulunmadığından, zamanaşımını kesici özelliği olan, sanığın sorguya çekilmesi işleminin gerçekleştirilmesi bu yönüyle de zorunludur.
Bu itibarla, suçu işlediği sırada tam akıl hastası olduğu saptanan sanık hakkındaki emniyet tedbiri yargılaması sırasında mahkemece Ceza Yargılama Yasamızda öngörülen yöntemle sorguya çekilmeksizin yargılamanın bitirilerek muhafaza ve tedavi kararı verilmesi isabetsiz olduğundan Yerel Mahkemenin (1) numaralı bozma nedenine yönelik direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım kurul üyesi; Yerel Mahkeme direnme hükmünün haklı nedenlere dayandığını ileri sürerek karşı oy kullanmışlardır.
2. tozma nedeni yönünden yapılan incelemede:
Suçu işlediği sırada tam akıl hastalığına müptela olup ceza ehliyeti bulunmayan sanık hakkında TCY.nın 46. maddesi uyarınca şifa buluncaya kadar akıl hastahanesinde muhafaza ve tedavi altına alınmasına karar verilecektir. Şahsi hakka, hükmedilebilmesi için CYUY.nın 358/1. maddesinde belirtilen "mahkumiyet" şartını, sanığın cezalandırılması anlamında kabul etmek gerekir. Genel af, durma, düşme, zamanaşımı nedeniyle davanın ortadan kaldırılması ve tedbire hükmetme hallerinde cezalandırma şartı da gerçekleşmemiştir.
Ancak temyiz kudreti bulunmayanların sebebiyet sorumluluğu (objektif sorumluluk) Borçlar Kanununun 54. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenmiştir. Bu fıkra hükmüne göre hakkaniyet gerekli kılıyorsa hakim temyiz kudreti bulunmayan bir kişiyi kısmen veya tam olarak tazminata mahkum edebilir. Anılan hükmün amacı sorumluluğu hakkaniyet düşüncesiyle kusur sorumluluğu hali dışında genişletmek olup, mümeyyiz olmayanın eyleminden hukuki bir sonuç doğmayacağı hakkındaki genel kurala bir istisna koymaktadır. Gerçekten Türk Medeni Kanununun 15. maddesinin 1. fıkrası hükmü, kural olarak mümeyyiz olmayanların, haksız eylemleri nedeniyle sorumlu olmamalarını gerektirir. Fakat bu maddenin 2. fıkrası bazı istisnalara işaret etmektedir. İşte Borçlar Kanununun 54. maddesinin 1. fıkrası hükmü bu istisnalardan biri belkide en önemlisidir. Hakim adaletin gerektirdiği yerde, temyiz kudretinin bulunmamasından dolayı zararın sebebiyet verene isnadının kabul olmamasını bir kenara bırakabilecektir. Burada hakime geniş bir taktir yetkisi verilmiştir. Her olayda zarara uğrayan kimsenin haksız eylemi işleyen gayri mümeyyizden tazminat isteyip, istemeyeceği olayı saran hal ve şartlara bakılarak tayin edilecektir.
Yine ayrıntıları Ceza Genel Kurulumuzun 25.4.1994 gün ve 91/116 sayı!ı kararında açıklandığı üzere; yüklenen suçu işlediği sırada tam akıl hastası olup ceza ehliyetinin bulunmadığı saptanan sanık hakkındaki kamu davasına müdahale edilerek şahsi hak isteminde bulunulması halinde, temyiz kudretinden yoksun olması nedeniyle şahsi hak davasında taraf ehliyeti bulunmayan sanığın vesayet altına alınması ve kendisine yasal temsilci atanması için HUMY.nın 42. maddesi gereğince yargılamanın talikine karar verilecektir. Medeni Kanunun 355. maddesi uyarınca yetkili mahkeme tarafından sanığa bir vasi tayin edildikten sonra bu kez vasinin Medeni Kanunun 405/8. maddesinde öngörüldüğü üzere Sulh Hukuk hakiminden husumet izni alması gerekmektedir. Medeni Kanunun 405. maddesi vesayet altına alınanların haklarını korumaya yönelik ve kamu düzeni ile ilgili olduğundan, Mahkemece kendiliğinden gözetilmesi gereken kurallardandır. Sulh Mahkemesinden izin alınmadıkça, temyiz kudreti olmayan şahsın davacı veya davalı olduğuna bakılmaksızın davaya devam olunamayacaktır.
Esasen, suçu işlediği tarihte akıl hastası olması nedeniyle temyiz kudreti olmayan sanığın, vekil tayin etmesi ve kendisini bir vekille temsil ettirmesi olanaksızdır. CYUY.nın 138. maddesi uyarınca Baro'ca resen tayin edilen müdafi ise, ceza davası için atanmış olup yetki ve görevleri kamu davasıyla sınırlıdır. Sanığın genel vekili olmayıp müdafiidir. Şahsi hak davasında sanığın temsil yetkisi bulunmadığı gibi sanık adına dava da açamaz.
Bu nedenlerle kendisine karşı şahsi hak davası açılan ve suçu işlediği zaman akıl hastası olup, ceza ehliyeti bulunmadığı anlaşılan davalı-sanığın vesayet altına alınarak kendisine vasi tayin edilmesi ve vasinin Sulh Mahkemesinden izin alarak davada sanığı temsil ettirmesi gerektiğinden, bu inceleme ve araştırma duruşmanın uzamasına neden olacağı cihetle CYUY.nın 358/2. maddesi gereğince davacının hukuk mahkemesine başvurabileceğine karar verilmelidir.
Ayrıca, hükmolunacak manevi tazminat miktarının tayininde, mağdurun olaya sebebiyet verip vermediği, kusur durumu, fiilin haksız ve ağır tahrik altında işlenip işlenmediği, haklı savunma sınırlarının aşılıp aşılmadığı da nazara alınacaktır. Halbuki suçu işlediği sırada tam akli maluliyet halinde olduğu anlaşılan sanığın akı! hastanesinde tedavi ve muhafaza altına alınmasına ilişkin kararda; bu hususların değerlendirilmesi olanaksızdır. Bu nedenle zararın vücuduna ve miktarına ilişkin tetkikler de ceza davasının uzamasına sebebiyet verecektir.
Bu itibarla Yerel Mahkemenin bozma nedenlerinden ikincisine yönelik direnme hükmü de isabetsiz olup bozulmasına karar verilmelidir.
Sonuç : Açıklanan nedenlerle; Yerel Mahkeme direnme hükmünün (BOZULMASINA), dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, (2) numaralı bozma nedeni yönünden 2.10.2001 günlü birinci müzakerede oybirliğiyle, (1) numaralı bozma nedeni yönünden 2.10.2001 günlü birinci müzakerede gerekli çoğunluk sağlanamadığından, 9.10.2001 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.