 |
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas no: 1999/9-58
Karar no: 1999/69
T: 20.04.1999
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Ülkesi ve Milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan propaganda yapmak suçundan sanık Muzaffer E...'un 3713 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca 1 yıl hapis ve 100.000.000 lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına, hakkında TCY.nın 59 ve 647 sayılı Yasanın 4,5 ve 6.maddelerinin uygulanmamasına ilişkin Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesince verilen 20.2.1997 gün ve 99/20 sayılı hüküm, sanık vekillerinin temyizi üzerine dosyayı inceleyen 9. Ceza Dairesince 22.2.1999 gün ve 1381/989 sayı ile;
Sanık hakkında hükmolunan temel cezanın 3713 sayılı Yasanın 8/son maddesi uyarınca arttırıma tabi tutulmaması, temyiz edenin sıfatı nedeniyle bozma nedeni sayılmayarak ONANMIŞTIR.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 10.3.1999 gün ve 34880 sayı ile;
"Bölücülük propagandası suçuna temas eden 3713 Sayılı Yasanın 8. Maddesinin birinci fıkrası 27.10.1995 gün ve 4126 Sayılı Yasanın 1.maddesi ile değişikliğe uğramıştır.
Değişiklik öncesi bahsi geçen madde ve fıkrada "Hangi Yöntem, maksat ve düşünceyle olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı,gösteri ve yürüyüş yapılamaz. Yapanlar hakkında ....... cezası hükmolunur." denilmişken mezkur değişiklikle 8. maddenin birinci fıkrası aynen şöyle düzenlenmiştir. "Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı, gösteri ve yürüyüş yapılamaz.
Yapanlar hakkında ..... cezası hükmolunur."
Görüldüğü gibi yapılan değişiklik ile "Hangi yöntem, maksat ve düşünceyle olursa olsun" ibaresi fıkra metninden çıkartılmış, fiil, suç kastını önemsemeyen şekli bir suç görünümünden çıkartılıp propaganda kastını esas alan (ağırlık veren) bir yapıya kavuşturulmuştur.
Devlet Güvenlik Mahkemesinin 20.2.1997 günlü karar gerekçesinde dava konusu kitabın 28-29 ve 48. sayfalarındaki yazılarda suç unsuru görülerek sanığın cezalandırılması cihetine gidilmiştir.
Suça konu yazılar, yazar tarafından kaynak gösterilmek suretiyle başka yayınlardan alıntılar yapılarak aktarılmış, jeopolitik, etnik ve sair özellikleri değerlendirilerek Sivas odaklı yasadışı P.K.K. örgütünün stratejisi, faaliyetleri ve amacı ortaya konulmaya çalışılmış, bu düşüncelerin yine yazar tarafından benimsenmediği kitabın çeşitli sayfalarında vurgulanmıştır. (Örneğin 86 ve 96-97 sayfalardaki düşünceler gibi)
Dava konusu yazıda suç unsurlarının bulunup bulunmadığı hususu irdelenirken yazının sadece ilgili kısmı değil fakat bütünü üzerinden değerlendirme yapılması zorunludur. Aksi takdirde yazar kastını ve amacını aşan bir sorumlulukla karşı karşıya bırakılmış olur.
Bu itibarla dava konusu kitapta 3713 Sayılı Yasanın 4126 Sayılı Yasa ile değişik 8/1. maddesinde gösterilen suçun unsurları mevcut değildir. C.M.U.K.nun 66/1 maddesi gereğince bu hususta bilirkişi mütalaası bir gereklilik değilse de dosya içerisinde bulunan Prof. Dr. Anıl Çeçen tarafından tanzim olunan mütalaa yazısı davada aydınlatıcı niteliktedir." gerekçesi ile itiraz ederek Özel Daire ONAMA kararının kaldırılarak, Yerel Mahkeme hükmünün açıklanan gerekçeyle bozulmasına karar verilmesini istemiştir.
Dosya 1. Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu,gereği konuşulup düşünüldü.
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık Muzaffer E...'un 3713 sayılı Yasanın 8/1. maddesi ile cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık suçun yasal unsurlarıyla oluşup oluşmadığına ilişkindir.
Sanık Muzaffer E... tarafından yazılan ve Onur Yayınları tarafından yayımlanan; "Türkiye'nin Yeni-Sevre Zorlanması Odağında Üç Sivas" adlı kitabın 28 ve 29. sayfalarında "Sivas coğrafya olarak hürdür. Halkların buluştuğu kavşaktır.
aynı zamanda Batıdan doğuya geçiş yollarının kavşağı ve düğüm noktasıdır.Coğrafya olarak Sivas düğümünün çözülmesi ile halklar Sivas kavşağında Türkiye Cumhuriyetinden koparak Kürdistan halkı bağımsızlığa Anadolu halkları da demokrasi ve özgürlüğe kavuşacaktır. Anadolu haklarını demokrasi ve özgürlüğe kavuşturma politikası Türkiye Cumhuriyetini bitirme bu coğrafyadan söküp atma politikası ile özdeşleştirilmiştir. Egemen Türklük dışında ermeni, arap türkmen, laz, gürcü, çerkez egemen Türk'ün egemenliğinden kurtularak demokrasi ve özgürlüğe kavuşacak Anadolu halklarıdır... 48.sayfada ise; "alıntılardan şu sonucu çıkarmak olanaklı, Kürdistan'ın bağımsızlığı, Türkiye Cumhuriyetinin yıkılmasına endekslenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti yıkıldığı zaman Kürdistan halkı bağımsızlaşacak, Anadolu halkları da demokrasiye ve özgürlüğe kavuşacaktır. Bir başka deyimle bu örgüt yalnızca Kürdistan halkının bağımsızlığı için değil, Anadolu halklarının demokratikleşmesi ve özgürlüğü için savaştığını ileri sürmektedir. Egemen Türklüğün bu coğrafyadan atılması ile Sivas'ta soluk borusu tıkanan halklar... özgürleşecek soluk almaya başlayacaktır. Eserin 97. sayfasında ise; "Demokratlar ve devrimciler, bugün, Kürtlerin boyun eğmeye zorlandıkları baskının nedeninin,"Cumhuriyetin kendisinde değil, emperyalist politikaların uzantısı olan faşist uygulamalarda ve militer baskıcı politikalarda olduğunu, sorunun çözümünün ise, Türkiye'nin yıkılışında değil, demokratikleşmesinde ve devrimcileşmesinde görmelidir." cümlelerinin bulunduğu; dosyaya özel olarak sunulan bilirkişi raporunda, suça konu eserin toplumu bilgilendirmek amacıyla ve iyi niyetle yazıldığı ve suç unsuruna rastlanılmadığı bildirilmiş, sanık savunmasında bölücülük olarak nitelendirilen sözlerin alıntı olduğunu, kendi fikirleri olmadığını belirtmiş ise de; sanık suç konusu kitabın yazarı ve yayıncısıdır; kitaptaki alıntıların büyük bir kısmı, hakkında toplatma kararı verilen; özgür halk ve Sosyalist Alternatif dergilerinden kaynak gösterilerek aynen alınmıştır; bu alıntılardan sonra yazar ele aldığı konu hakkında kendi düşüncesini açıkça belirtmiş ve yorumlamış; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Kürtler, Ermeniler, Araplar, Türkmenler, Alevi Türkler, Lazlar,Çerkezler, Gürcüler gibi halklardan oluştuğuna değinmek suretiyle çeşitli etnik kökene sahip vatandaşlar! ırk temeline dayalı olarak ayrı halklar olarak göstermiş, Türkiye Cumhuriyeti Devleti parçalanıp dağıldığında, yaşayan bu halkların soluk almaya başlayacağını ifade ederek Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan propaganda yapmıştır.
Yukarıdaki belirlemeler ışığında suçun sübutunu kabul eden Yerel Mahkeme kararında ve bu kararı onayan Özel Daire hükmünde bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla Yargıtay C.Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Başkanı; "Düşünce özgürlüğü, kişinin özgür biçimde bilgiye ulaşabilmesi, bunları başkalarına iletilebilmesi ve ulaştığı düşünceleri ile suçlanamamısıdır. Düşünce özgürlüğü, bu niteliği itibarıyla kişinin diğer hak ve özgürlükleri kullanmasında da bir temel oluşturmaktadır.Öğretide "düşünce özgürlüğü" ile anlatılmak istenilenin düşünceyi açıklamak olduğu kabul edilmektedir.
Anayasamızın 25.maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir." 26.maddesinin 1.fıkrasında ise "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma haklarına sahiptir." denilmek suretiyle düşünceyi açıklama özgürlüğüne yer verilmiştir.
Ancak özgürlükler sınırsız olmayıp demokratik toplum düzenin sürekliliğindeki zorunluluk sebebiyle, ancak özüne dokunulmaksızın, sınırlandırılabilirler.
Nitekim Anayasamızın 13 üncü maddesinde belirtilen gerekçelerle temel hak ve özgürlüklerin sınırlanabileceği kabul edilmiştir.
Ülkemizin de onaylayarak katıldığı ve Anayasanın 90ıncı maddesi hükmüne göre ulusal hukuk normu haline gelen uluslararası sözleşmelerin (İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Sözleşme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi.) hükümleri de bu doğrultuda bulunmaktadır.
Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne Anayasanın 13.maddesi uyarınca ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü sağlamak amacıyla getirilmiş olan sınırlamalardan birisi, somut olayda, sanığın cezalandırıldığı, 3713 sayılı
yasanın 8. ci maddesinin 1.ci fıkrasında bulunmaktadır.
3713 sayılı Yasanın 8.maddesinde;"Hangi yöntem maksat ve düşünceyle olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılamaz. Yapanlar hakkında.... cezası hükmolunur." hükmü yer almakta iken; maddedeki "Hangi yöntem maksat ve düşünceyle olursa olsun" ibaresi 27.10.1995 gün ve 4126 sayılı Yasanın 1. maddesi ile madde metninden çıkarılmıştır.
4126 sayılı Yasayla değiştirilen 8.madde ile ilgili genel gerekçede;"düşünce açıklama ve yayma özgürlüğü konusunda yaşanan somut bazı sorunlar karşısında öncelikle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ele alınmış ve bu kanunun düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne getirdiği aşırı sınırlamaları gidermek,böylece söz konusu kanunu Devletin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin özellikle İnsan Hakları ve Avrupa Sözleşmesinin ve bu sözleşmeye göre kurulan İnsan Hakları Komisyonu ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ile oluşan uluslararası standartlara uygun hale getirmek için gerekli değişikliklerin zorunlu hale geldiği" belirtilmiş; madde gerekçesinde ise; "Bir fikrin açıklanması kuşkusuz suç olmaz.Tek başına bir fikir, düşünce veya kanaatin açıklanmasının veya propagandasının suç sayılması, düşünce özgürlüğüne ve dolayısıyla özgürlükçü demokratik anlayışa aykırıdır. Ancak bir düşünce, ifade ediliş biçimi itibariyle kişileri, Devletin varlığını, sosyal düzeni tehlikeye yöneltecek eylemlere teşvik edici nitelik taşıyorsa bu takdirde o düşüncenin, açıklanış biçimi yönünden sonuca ulaşırken her rejim gibi demokratik rejimin de varlığına yönelecek tehlikeler karşısında kendini koruma hakkına sahip olduğu, bunun adeta bir meşru savunma oluşturduğu kabul edilmeli, maddede geçen propaganda bu çerçeve içinde değerlendirilmelidir.
Propagandanın suç olarak değerlendirilmesinde önemli olan;düşüncenin veya
fikrin, açıklanış biçimi itibariyle toplum, devlet, rejim ve sosyal düzene yönelik olarak açık ve yakın bir tehlikeyi ortaya çıkarıp çıkarmadığının ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemlere yöneltici nitelik taşıyıp taşımadığın saptanmasıdır.
Diğer taraftan ulusal ve uluslararası düzeyde pek çok tartışma ve eleştiriye neden olan yürürlükteki 8. maddenin "Hangi yöntem maksat ve düşünceyle olursa olsun..." hükmü belirsizlikleri içermektedir. Gerçekten de maddenin bu ifade biçiminin son derece soyut olması, her türlü propagandanın madde kapsamına alınmasına olanak sağlaması, düşünce özgürlüğüne demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmayacak ölçüde aşırı bir sınırlama getirilmesine olanak sağlamaktadır.
Bu nedenle yapılan düzenlemede, maddenin birinci fıkrasında yer alan ve belirsizlik yaratan, "Hangi yöntem, maksat ve düşünceyle olursa olsun" ibaresi metinden çıkarılarak yalnızca Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile gösteri ve yürüyüş suç sayılmış; düzenleme ile düşüncelerin özgürce anlatımına imkan verecek bir ortam yaratılarak batı demokrasilerindeki standartlara uygun hareket edilmiştir." biçiminde açıklanmıştır.
Somut olay yukardaki açıklamalar ışığında ele alınıp irdelendiğinde; Sanık bir yazar ve yayıncıdır. Kitabında değindiği, savunmalarında da belirttiği gibi konuya ilişkin, aynı doğrultudaki görüşlerini çeşitli kereler yayınlamış, yayıne vine gönderilmiş olan basın organlarındaki, katılmadığı görüşlere de, kitabında referans göstermek suretiyle yer verip, bunları eleştirip kendi düşüncelerini açıklamıştır.
Görüldüğü gibi suç oluşturduğu kabul edilen düşünceler sanığın düşünceleri değildir. Sanık kitabında, bu düşüncelerin nerelerde yayınladığını referans göstererek açıklamıştır. Sanığın metinde de değindiği, kitabın yazılış amacı, ana konusu, sanığın ilgili eserden anlaşabilen dünya görüşü bir bütün olarak değerlendirildiğinde art niyetle suç oluşturan düşüncelere yer vermek suretiyle bunların propagandasını yaptığından da söz etmeye olanak yoktur.
Yine sanık kitabında konuya ilişkin görüşlerini "Cumhuriyet,tüm Türklerin ya da müslüman toplulukların ya da tarikatların birliği değil, Misaki Milli
sınırları içinde kalan, dili, dini, ırksal kökeni ne olursa olsun tüm halkın siyasal bağımsızlığını ve yasal eşitliğini temel alan modern uluslaşma sürecini başlatan bir yönetim biçimi olarak hayata geçmiştir. Burada tarihten kaynaklanan farklı düşünceler olabileceği gibi, geleceğin belirlenmesi açısından da, farklı düşünceler olması doğaldır. Bu düşüncelerin farklılığı, kimi tarihsel ve gelenek sel siyasal oluşuma bağlı olarak, kimi etnik kökenden ve kimi dinsel belirlenişten kaynaklanmaktadır. Ama Cumhuriyeti belirleyen irade egemen olmuş, Cumhuriyetle birlikte modern bir ulusun oluşum süreci başlamıştır."
"Türkiye Kürtlerinin kurtuluşu, Türkiye'nin yıkılışında aranacaksa, "Kurtulma" düşüncelerini bırakmaları daha doğru olur sanırım." .bugün Kürtlerin boyuneğmeye zorlandıkları baskının,"Cumhuriyetin" kendisinde değil, emperyalist politikaların uzantısı olan faşist uygulamalarda ve militer baskıcı politikalarda olduğunu sorunun çözümünün ise, Türkiye'nin yıkılışında değil demokratikleşmesinde ve devrimcileşmesinde bulunduğunu görmelidirler." olarak açıklamıştır. Bu düşüncelerin ötendenberi sanık tarafından yayınlan
dığı, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik açık ve yakın bir tehlikeyi ortaya çıkaran propaganda niteliğinde bulunmadığı nazara alındığında yüklenen suçu oluşturmadığı kanaatinde olduğumdan hükmün onanmasına ilişkin
çoğunluk görüşüne katılmıyorum" gerekçeleri, bir Üye ise C.Başsavcılığı itirazının haklı nedenlere dayandığı gerekçesi ile itirazın kabulu yönünde oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle Yargıtay C.Başsavcılığının itirazının REDDİNE, dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsacılığına tevdiine 20.4.1999 günü oyçokluğuyla karar verildi.