 |
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E. 1998/9-70
K. 1998/156
T. 5.5.1998
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
CUMHURİYETİ ALENEN TAHKİR VE TEZYİF ETMEK
SUÇUN OLUŞMASI
KARAR ÖZETİ: TCK.nun 159. maddesinde Devlet (Cumhuriyet) kavramı ve devletin varlığını oluşturan ve maddede sayılan kurumlar korunmuş olup bu kurumlarda yer alan kişi ya da kişilerin, grupların korunması açıklanmamıştır.
Bazı kamu görevlilerinin de karıştığı ısrarla ileri sürülen "Susurluk Olayı"nın en çok gündemde olduğu dönemde, İnsan Hakları il Başkanı olan sanığın "Devletin mafyalaştığı, mafyanın devletleştiği bir ülkede... kaba kuvveti elinde tutanlar... ülkeyi yönetmektedirler. hak ihlalleri... kirli ve gizli işler çeviren emniyet müdürleri, millet vekilleri, devlet yöneticileri, ... Türkiye bir Latin Amerika Ülkesi oldu.. güvenlik güçleri.., toplumun güvenliğini tehdit etmektedir... faili meçhullerin faili devlettir... siyasi cinayetin gerisinde kontrgerilla örgütü vardır" gibi sözleri, yazdığı basın bildirisinde devletin varlığını oluşturan kurumlardaki kişilerin durumlarını vurgulamakta olan suç kastı taşımadığından beraatına karar verilmesi doğrudur.
(765 s. TCK. m. 159/1)
Cumhuriyeti alenen tahkir ve tezyif etmek suçundan sanık Yıldızın TCY.nın 159/1, 59/2; 647 sayılı Yasanın 6. maddeleri uyarınca 10 ay ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bu cezasının ertelenmesine ilişkin; (Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi)nce 4.11.1997 gün ve 42/211 sayı ile verilen kararın, sanık vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nce, 5.2.1998 gün ve 6246/331 sayı ile;
"Suca konu basın açıklaması bütün olarak ele alınıp incelendiğinde; ana teması itibariyle bir kısım yönetici ve görevlilerinin kirli ve gizli işlerle uğraştıklarının vurgulandığı, ağır eleştiri niteliğinde olduğu, Cumhuriyeti tahkir ve tezyif özel kastını taşımadığı bu nedenle de atılı suçun unsurları yönünden oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi" isabetsizliğinden hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan üyeleri Ş. Erol ve S. Erkan ise; "İçeriğinde (Devletin mafyalaştığı, mafyanın Devletleştiği,... faili meçhullerin faili Devlettir... bir çok siyasi cinayetin gerisinde kontrgerilla örgütü vardır.., bu gizli Devlet...) ibareleri bulunan 17 Kasım 1996 "Basın Açıklaması" başlıklı bildiriyi suç tarihinde Ankara Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önünde oluşan topluluğa aynen okuyup ve bilahare orada bulunan basın mensuplarına dağıtan sanığın, bu eylemi TCK.nun 159. maddesinde öngörülen müsnet "Cumhuriyeti alenen tahkir ve tezyif etme" suçunu oluşturduğu, sanığın da ağır eleştiri kastı ile değil, suç işleme kastı ile hareket ettiği, bin netice hakkında hükmolunan mahkumiyet hükmünün onanması" görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay C. Başsavcılığı ise, 25.2.1998 gün ve 119763 sayı ile ; "Suça konu basın açıklamasında yer alan mafyanın ne olduğunun Meydan Larousse cilt 12, sayfa 580'de yapılan yorumu;
Sicilya'da yuvalanmış genellikle iktisadi temele dayanan ve siyasi hedeflere de yönelen karmaşık, teşkilatı gizli, şantaj, cürüm ve şiddet hareketlerini icra eden şebeke olarak izah edilmektedir.
Basın açıklamasının irdelenmesine gelince;
Daha basın açıklamasının ilk cümlesinde "Devletin mafyalaştığı mafyanın devletleştiği" denilmek suretiyle hedefin T.C. Devleti olduğu belirtilmiş, hakaret ve tezyif başlamıştır. İlk cümleden hareketle devam eden yazıda "TC. Devleti mafya devleti olduğu için ülkemizde insan haklarına olan inancın tükendiği, kaba kuvvetin hakim olduğu faili meçhul cinayetlerin üzerinin örtüldüğü. gözaltında işkence ve ölümlerin sorumlularının cezasız kaldığı. hak ihlallerinin arttığı, kirli ve gizli işler çeviren emniyet müdürleri, milletvekilleri, devlet yöneticileri ile Türkiye'nin bir Latin Amerika Ülkesi olduğu" ve Türk Milleti'nce etraflarında bir sevgi yumağı oluşan gazeteci yazar ve hukukçulardan Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok vs. isimlerinden bahsederek bunlar da bu operasyonun içinde midir? diye sorulduğu ve soruya yanıt yine devamı cümlede kendileri tarafından "iddia ediyoruz ki faili meçhullerin faili devlettir" diye verildiği, burada özel kastın tüm açıklığıyla ortaya konulduğu, Ceza Genel Kurulunun ve Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin kararlarında kabul edildiği gibi, Türkiye'de işlenen tüm faili meçhul cinayetlerin, hatta içlerinde canice katledilen kişilerin katilinin devlet olduğu iddia edilerek, bu insanlara karşı halkta bulunan sevgi de kullanılmak suretiyle devletin aşağılanmış küçük düşürülmüş olduğu, amaca yönelik tüm fiillerin icra edildiği TCK.nun 159. maddesinin kanuni unsurlarının hepsinin oluştuğu" gerekçesiyle Özel Daire kararına itiraz etmiştir.
Dosya, 1. Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
Özel Daire ile Yargıtay C. Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, sanığa isnad olunan suçun yasal unsurları itibariyle oluşup oluşmadığına ilişkindir
TCY.nın 159/1. maddesinde; "Türklüğü, Cumhuriyeti, Büyük Millet Meclisi'ni, Hükümetin manevi şahsiyetini, Bakanlıkları, Devletin askeri veya emniyet muhafaza kuvvetlerini veya Adiyenin manevi şahsiyetini alenen tahkir ve tezyif edenler... cezalandırılırlar" hükmü yer almaktadır.
Konunun çözüme kavuşturulabilmesi için TCK.nun 159. maddesiyle korunmak istenilen değerler ve suçun yasal öğeleri üzerinde durmak gerekir.
Maddede "Cumhuriyet", korunan değerler arasında gösterilmiştir. "Cumhuriyet" sözcüğü 159. maddeye Mer'i Ceza Kanununda ve hükümet teklifinde yer almadığı halde, encümen tarafından "Devletin şekli olan Cumhuriyeti tahkir etmenin de bu maddede yazılı cürümler arasında bulunması muvafık görülmüştür." şeklindeki bir gerekçeyle dahil edilmiştir.
Cumhuriyet, Devletin şeklini anlatır. Anayasanın 1. maddesine göre Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. Cumhuriyet, sözcük ve kavram olarak milli ve kutsal bir nitelik taşır. Nitekim, Anayasanın 5. maddesine göre Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmü değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi önerilemez. Devletin şekli olan Cumhuriyetin her türlü saldırıya karşı korunması toplum yararı bakımından zorunlu görülmüş ve 159. maddeye bu amaçla ilave edilmiştir. Maddedeki "Cumhuriyet" "Devlet" ile anlamdaştır. Bu nedenle Devleti tahkir ve tezyif, niteliği itibariyle Cumhuriyeti tahkir ve tezyif olur. Devlet ise, belli bir ülke içinde kurulan en üst iktidar ve salahiyeti temsil eden bir tüzel kişiliktir.
Maddede Devlet organizasyonu içersinde TBMM., Hükümet, Bakanlıklar, askeri veya emniyet kuvvetleri ve adliye ayrı ayrı belirtildiğine ve bunların her birine vaki tahkir ve tezyif suç sayıldığına göre bunları tümünü oluşturan "Devlete karşı tahkir ve tezyifin suç oluşturmadığını kabul mümkün değildir.
Ancak bu hüküm ile Devlet kavramı ve Devletin varlığını oluşturan ve maddede sayılan kurumlar korunmuş olup bu kurumlarda yer alan kişi veya kişilerin ya da grupların korunması amaçlanmamıştır.
Suçun maddi öğesi, maddede belirtilen kavramların varsayılan tüzelkişiliklerine yönelik, onları aşağılayan ve küçük düşüren hareketlerdir.
Manevi öğesi ise tahkir ve tezyif kastıyla hareket edilmesidir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Sanığın İnsan Hakları Derneği Şube Başkanı olduğu, olay tarihinde Ankara'da Yüksel Caddesi'ndeki İnsan Hakları Anıtı önünde düzenlenen açık yer toplantısında, katılanlara hitaben "Basın Açıklaması" başlığını taşıyan bir bildiriyi okuyup, dağıttığı, bu bildiride;
"Devletin mafyalaştığı, mafyanın devletleştiği bir ülkede insan haklarını savunuyoruz... kaya kuvveti ve yetkiyi elinde tutanlar kendi koydukları kanunlarla ülkeyi yönetmektedirler... Bir yandan çığ gibi büyüyen ve yaygınlaşan hak ihlalleri, diğer taraftan kirli ve gizli işler çeviren emniyet müdürleri, millet vekilleri, devlet yöneticileri ve Türkiye bir Latin Amerika ülkesi oldu... Toplumun güvenliğinden sorumlu güvenlik güçleri bizzat toplumun güvenliğini tehdit etmektedir.... İddia ediyoruz ki; "Faili meçhullerin faili devlettir" ve pek çok siyasi cinayetin gerisinde kontrgerilla örgütü vardır. Bu gizli devlet terör örgütü dağıtılmadan demokratikleşme ve insan hakları bakımından ileri adım atılamayacağı açıktır.... ülkeyi yönetenler milletin değil servetin vekilliğini yapıyorlar ve bizleri kirlenmiş bir toplumda yaşamaya mahkum ettiler... Çocuklarına temiz ve onurlu bir toplum bırakmak isteyen emekçi kitlelere sesleniyoruz; bu ülkeye adaleti, demokrasiyi ve insan haklarını hakim -kılacak olan sizlersiniz!" gibi açıklamalara yer verildiği anlaşılmaktadır.
Sanık aşamalardaki savunmalarında, kamuoyunda "Susurluk olayı" olarak adlandırılan olaydan sonra ülkedeki gelişmeleri dile getirip, basın açıklamasını hazırladığını, açıklamada yer alan hususların, kişisel düşünceleri olduğunu, bir vatandaş olarak eleştiri hakkını kullandığını, Türkiye Cumhuriyeti'ne hakaret etme kastının olmadığını belirtmiştir.
Suça konu basın açıklaması bir bütün olarak ele alınıp incelendiğinde;
Devletin yönetim kademesinde bulunan bir kasım kişilerin kirli ve gizli işlerle uğraştıkları, hak ihlallerinde bulundukları, bu nedenle toplumda meydana gelen kirlenmenin can güvenliğini tehdit ettiği ve bu duruma karşı demokratik yollardan mücadele edilmesi gerektiği düşüncesinin işlendiği görülmektedir. Söz konusu basın açıklamasının yapıldığı dönemde, "Susurluk olayı" olarak adlandırılan ve içinde bazı kamu görevlilerinin de karıştığı ısrarla ileri sürülen olay nedeniyle gerek yazılı gerekse görsel basında yer alan haberler ve oluşan kamuoyu nazara alındığında sanık tarafından bu olay nedeniyle ortaya çıkan gelişmelerin ağır bir şekilde eleştirildiği açıklıkla anlaşılmaktadır. Görüldüğü gibi sanık, söz konusu basın açıklaması ile Devletin varlığını oluşturan kurumların içinde bulunan bazı kişilerin durumlarını vurgulamakta, Cumhuriyeti tahkir ve tezyif kastını taşımamaktadır. Bu itibarla Özel Dairenin çoğunluk görüşü yerinde olduğundan, Yargıtay C. Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmelidir.
Kurul Üyelerinden 4. Ceza Dairesi Başkanı Sami SELÇUK; "Yüksek Daire Yerel Mahkemenin kararını "Cumhuriyeti tahkir ve tezyif özel kastı" bulunmadığı gerekçesiyle ve oyçokluğuyla bozmuş; itiraz ise "özel kastın" var olduğugerekçesine dayanmıştır. Azınlıkta kalan üyeler de "eleştiri kastı" değil "suç işleme kastının varlığına dayanmışlardır."
"Konunun açıklığa kavuşması için T.C.Yasasının 159. maddesinde öngörülen suçun koruduğu değerlerle suçun manevi öğesi üzerinde durulmalıdır."
"Suçun Yasada yer aldığı yer ve maddede sınırlanarak korunan değerler gözetildiğinde, bunlar arasında sanığın yöneldiği kavramın bulunmadığı görülmektedir. Maddede geçen Cumhuriyet, ise, elbette devlet değil, kişiliklerden arınmış kurumlar bütünüdür Bu açıdan esasen suç oluşmamıştır (Manzini, lV 1982, n. 1121)."
"Yasal metin (md. 159) gözetildiğinde, bu suçta amacın/dürtünün de gözetilmediği, suçun genel kasıtla işlenen suçlardan bulunduğu anlaşılmaktadır (0. Tosun, Türk Ceza Kanununun 159. Maddesi ve Basın Hürriyeti ile İlişkisi, Yargıtay Dergisi,. 1980, sayı: 4, sayfa 466; Ranieri, s. 138; Antolisei, s. 965). Nitekim kaynak 1889 ve 1930 İtalyan Ceza Yasalarında da aynı hükümler vardır ve İtalyan Yargıtay'ının 18.12.1931,16.2.1932,16.1.1952.12.11.1954, 15.1.1958,24.11.1976,30.5.1977 tarihli kararlarında da özel kasıt aranmamıştır (İleten: Manzini, n. 1125), Sanığın 159, maddede geçen kurumları aşağılama bilinç ve iradesinin bulunması, suçun oluşması için yeterlidir ve bu da genel kasıttır. Suçun, siyasal dürtü, nefret, km, yurt ya da ulus sevgisi yahut da başka bir fanatizmle işlenmesinin önemi yoktur."
"Yeri gelmişken belirteyim ki, Carrara'dan esinlenen eski öğreti yasal suç kalıbında amaçtan/dürtüden söz edilmese bile kimi suçlarda örtülü olarak bunun varlığına inanıyor; bu suçlarda 'da özel kasıt arıyor ve kolaycı bir ihlali dışlıyordu. Almanya'da Ortloff; İtalyan Angioni, Manzini; Fransız D.de Vabres bu düşüncedeydi. Nitekim Manzini bu düşüncelerle söz konusu suçta özel kasıt aramıştır (n. 1125)."
"Oysa çağcıl ceza hukukunda ve uygulamada artık bu görüş aşılmıştır. Özel kastın bulunabilmesi için suç kalıbında amacın/dürtünün özerk biçimde yer alması gereklidir. Özel kasıt hukuka aykırı eylemin ötesine geçen bir amaçsallık olduğu için bu zorunludur (Antolisei, Manuale, n. 129; Pagliaro, Principi didiritto penale, 1993, s. 276, 379-381; Mantovani, Diritto penale, s. 286, 287; Gallo, Il dolo, s. 267; Pecoraro Albani, Il dolo ,'s. 555; Malinverni, s. 105; Bettiol, Welzel, Jescheck)."
"Yüce Ceza Genel Kurulunun 5.10.1987 tarih ve 167/422 kararında bir amaç ya da dürtüden söz edilmeden "tahkir ve tezyif özel kastına, yine aynı kararda yer alan azınlık görüşünde de aynı biçimde alkolün etkisiyle "infialin ve icapsız yakınmanın ifadesi olarak sarf ettiği sözlerde Cumhuriyeti tahkir özel kastının bulunmadığına değinilmiştir."
"Gerek olayımızda Yüksek Dairenin ve gerek anılan Yüce C. Genel Kurulunun görüşlerinde yer alan kasıt, anlatımdan da anlaşılacağı üzere, aslında genel kasıttır ve genel kastın "bilinç" öğesi vurgulanmıştır. Kullanılan bu deyişin özel kasıt diye adlandırılması yerinde değildir. Zira, özel kasıtta aranan amaçla/dürtüyle kasıtta bulunan bilinç; Pagliaro'nun deyişiyle hukuka aykırı eylemin amaçsal içeriği, sık sık görüldüğü üzere, birbirine karıştırılmıştır (Pagliaro, s. 286).
"Öte yandan her suç, hukuka aykırı, iradi bir insan eylemidir; Ancak,.suçun oluşması için, maddi açıdan hukuka aykırı boyuta ulaşması zorunlu olduğu gibi, hukuka aykırılığı, hukuka uygun kılan bir neden de olmamalıdır."
"Bütün bunlar gözetildiğinde, yukarıda da belirtildiği üzere eylemin yöneldiği değer T.C. Yasasının 159. maddesinde yer almamıştır. Öte yandan söz konusu suç için genel kasıt yeterli ise de, olayımızda sanık yurttaş olarak eleştiri hakkını kullanmıştır. Bu yüzden eylemi hukuka uygundur. Bu nedenlerle Yüksek Dairenin kararı sonuç olarak doğru ve fakat gerekçe açısından yerinde değildir." görüşüyle, Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile reddine karar verilmesi yönünde oy kullanmış;
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Kurul Üyeleri ise; "Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının haklı nedenlere dayandığından kabulüne karar verilmelidir"
gerekçesi ile karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ Açıklanan nedenlerle, yerinde olmayan Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının (REDDİNE), 31 .3.1998 tarihli birinci müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadığından 5.5.1998 tarihli ikinci müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.