 |
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 1998/4-225
Karar No: 1998/316
Tarih: 20.10.1998
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- HAKİME GÖREVİ DOLAYISIYLA HAKARET
KARAR ÖZETİ: Temyiz dilekçesinde "......insan hukukçuluğundan utanıyor..... bizi Afrika Kanunları, ile idare ediliyoruz zannederler. Hayret!.... eyvah.... kanunu iyi okumak gerekir......"sözleri yer alan sanık avukatın eyleminde, savunma sınırını aşıp sözlerin hakaret oluşturması nedeniyle suç oluşmuştur.
(765 TCK. m. 266/3, 486)
(2709 Anayasa m. 36)
Hakime görevi dolayısıyla hakaret suçundan sanıklar Şengül'ün beraetine, Zeki'nin TCK. nun 266/3, 59, 647 sayılı kanunun 4/1. maddesi uyarınca 1.716.666 lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına ve bu cezasının ertelenmesine ilişkin (Kadıköy ikinci Ağır Ceza Mahkemesi)nce 17.5.1996 gün ve 9/87 sayı ile verilen hüküm, sanık Zeki ile katılan vekilinin temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 10.7.1997 gün ve 4567/6026 sayı ile;
"......başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak;
1- Oluşa göre, Yargıtaya sunulan dilekçedeki sözlerin kişilere değil, karara yönelik ağır eleştiri ve T.C. Yasasının 486. maddesinde öngörülen savunma dokunulmazlığı çerçevesini nasıl aştığı yeterli ve doyurucu gerekçeyle açıklanmadan, hükümlülük kararı verilmesi,
2- kabule göre, dilekçeyi imzalayan sanık Şengül'ün yetersiz gerekçe ile beraetine karar verilmesi" isabetsizliğinden, sanık Zeki için onama, sanık Şengül için değişik gerekçeyle bozma isteyen oylara karşılık, oyçokluğu ile bozulmuştur.
Yerel Mahkeme ise 14.10.1997 gün ve 234-210 sayı ile; 2.numaralı kabule göre bozma nedenine uyup sanık Şengül hakkında da mahkümiyet hükmü kurmuş, 1 numaralı bozma nedenine karşı ilk hükümde yer alan "eylemin TCK. nun 486. maddesindeki savunma sınırları içinde kaldığına ilişkin savunma kabul edilemez. Zira, İcra hakimliği tarafından verilen kararın yanlış olduğunu belirtmek ve Yargıtay tarafından incelenmesini sağlamak için hakaret teşkil eden bu ifade ve ibareleri kullanmaya gerek yoktur. Bu sözler Hakime hakaret kastı ile kaleme alınmıştır" biçimindeki gerekçeyle önceki hükümde direnmeye karar vermiştir.
Bu kararın da sanıklar tarafından süresinde temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C. Başsavcılığının direnilen kısım içinde onama isteyen 25.6.1998 günlü tebliğnamesiyle 1. Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
Özel Daire çoğunluğu ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanık Zeki tarafından yazılan dilekçede yer alan sözlerin kişilere karşı mı karara karşı mı olduğunun ve yine eleştiri niteliğinde bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Bir fiilin suç oluşturabilmesi için Yasada belirtilen suç tipine uygun olmalı, bir başka hüküm tarafından hukuka uygun hale getirilmemeli ve failde suç kastı bulunmalıdır. Yasal savunma, zaruret hali, mağdurun rızası, hakkın kullanılması ve benzeri haller gibi hukuka uygunluk sebeplerinden, hakaret suçları bakımından hakkın kullanılması kavramı üzerinde durulduğunda savunma, ihbar ve şikayet, haber verme, eleştiri, terbiye ve gözetim hakları sözkonusu olmaktadır.
Hakkın kullanılması olarak kabul edilen savunma hakkı, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36 ncı maddesinde; "Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir." biçiminde düzenlenmiştir.
Görülüyor ki Anayasanın kabul ettiği esasa göre, iddia ve savunma hakkının kullanılması ancak meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle olmalıdır.
İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını hiçbir endişeye kapılmadan serbestçe yapmaları gerekir. Ancak bu serbesti, dava konusu olayın aydınlığa kavuşması bir başka anlatımla, hakkın meydana çıkarılmasına vesile olması amacına hizmet etmelidir. Böyle olduğu takdirde Anayasanın öngördüğü meşru vasıta ve yollara başvurulmuş olur. Ancak o dava sebebiyle söylenmesinde ve yazılmasında yarar bulunmayan, diğer bir deyişle davanın aydınlığa kavuşmasında ve hakkın meydana çıkarılmasında hiç bir olumlu etkisi olmayan, hakareti oluşturan yazı ve sözlerin kullanılmasında meşruiyet vardır denilemez. Bu gibi durumlarda iddia ve savunma sınırı aşılmış ve dolayısıyla haysiyetler korunmamış olur.
Anayasadaki bu düzenlemeye paralel olarak, TCY. nın 486. maddesinde yer alan hükme bakıldığında; maddenin birinci fıkrasında; "Tarafların veya vekil, müdafi, müşavir yahut kanuni mümessillerinin bir dava hakkında kaza mercilerine verdikleri dilekçe, layiha ve sair evrakın yahut yaptıkları iddia ve müdafaaların ihtiva eniği hakareti mutazammın yazı ve sözlerinden dolayı takibat yapılmaz." hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü gibi, Yasa koyucu burada savunma dokunulmazlığı" denilen bir hukuka uygunluk sebebine yer vermiş bulunmaktadır.
Ancak, maddenin ikinci fıkrasında; "Dava ile ilgili olmayan ve ilgili olduğu takdirde dahi iddia ve müdafaa hududunu aşan hakareti mutazammın yazı ve sözler yukardaki fıkra hükmünden hariçtir." denilerek, iddia ve savunma hududunun aşıldığı hallerde savunma dokunulmazlığı dışına çıkılmış olunacağı belirtilmektedir. Hakaret suçunda savunma sınırının aşılıp aşılmadığını saptamak için, yazılan yazı ve söylenen sözlerin, savunma konusuyla mantıksal bağlantısını ve savunmaya yararlı bulunup bulunmadığını takdir etmek geren kir. Nitekim, TCK. nun 486 ncı maddesini değiştiren 6123 sayılı Yasaya ilişkin Adalet Komisyonu raporunda; "486 ncı maddede bir dava hakkında mahkemeye verilen evrak ve irat olunan müdafaanın hududu tecavüz edilerek yazılan hakaretlerde mütecavize ceza verilmesi icap ettiği mütalaa edilerek maddenin buna göre tadili teklif edilmiştir. Mer'i metinde bir dava esnasında iki taraf veya vekilleri canibinden dava hakkında mahkemeye verilen evrak ve müdafaanın muhtevi olduğu elfazı tahkiriyeden dolayı takibat icra olunamaz şeklindeki hükme karşı teklifte birinci fıkra aynen alınmakla beraber, dava ile ilgili olarak yazılması ve söylenmesi zaruri olmayan hakareti mutazammın yazı ve sözleri birinci fıkra hükmünden istisna edilerek TCK. nun muvacehesinde hakaret Suçunu teşkil edeceği kabul edilmiş bulunmaktadır denilmektedir. O halde, dava ile ilgili olmayan ve ilgili olsa da dahi iddia ve savunma sınırını aşan hakareti oluşturan yazı ve sözler hakkında TCK. nun 486/1. maddesi uygulanamayacağından, hukuka uygunluk sebebinden diğer bir deyişle "savunma dokunulmazlığı"ndan söz edilemez.
İnceleme konusu olayda; sanık avukatın, borçlu (sanık) Lizbeth Berk vekili olarak mahkemeye gönderdiği 16.6.1994 tarihli temyiz dilekçesinde; müvekkilinin mahkumiyetine ilişkin kararı veren katılanı kastederek; ". . .mahkeme beraat kararı vermesi gerekirken 10 günlük tazyik hapis cezası verdi. İnsan hukukçuluğundan utanıyor. Şu karar yurtdışında basına verilse bizi Afrika kanunları ile idare ediliyoruz zannederler. Hayret İstanbul vilayetindeki bir mahkeme hukukun inceliğini nasıl bilemez, bunu anlamak mümkün değil ve yine eyvah. Bu itiraz süresinde yapılsa, vah efendim sen bir de mal beyanında bulunacaksın diye hapis cezası mı vereceğim, bu hangi kanunda yazılı, hangi mantık ve hukuk anlayışı buna cevaz verir, kanunu iyi okumak gerekir ve anlamak gerekir diye düşünüyoruz." demek suretiyle, katılanı küçük düşürdüğü açıktır. Dilekçede yer alan bu sözlerin dava ile ilgisi ve yararı yoktur.
Savunma hududu aşıldığından, hakareti oluşturan bu sözler nedeniyle sanığın savunma dokunulmazlığından yararlanması olanaklı değildir. Yerel Mahkemenin bu doğrultudaki gerekçeside yasal ve yeterlidir. Bu itibarla; sanık Zekiye yüklenen suç yasal unsurları ile oluşmuş bulunduğundan, bu sanık ile ilgili direnme kararının onanmasına, Yerel Mahkeme diğer sanık Şengül ile ilgili 2 nolu kabule göre bozma nedenine uyup, öncekinden değişik yeni bir hüküm vermiş bulunduğundan, bu sanık hakkında temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Başkan ve Üyeleri "temyiz dilekçesinin bütünü nazara alındığında; sanık tarafından yazılan ve hakaret teşkil ettiği iddia olunan sözlerin müşteki Hakime değil, karara karşı eleştiri niteliğinde olduğu Anayasal ve yasal savunma dokunulmazlığı kapsamında kaldığından müsnet suçun oluşmadığı" görüşüyle,
Üye O. Kadri Keskin ise "Mahkeme kararlarının tartışılmayacağı, hakim ve savcıların eleştirilmeyeceği yolunda hiç bir hüküm Anayasa da veya diğer kanunlarda yoktur. Sadece Anayasanın 138. maddesinde mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunun bulunduğu hükmü yer almıştır. Ancak, hiç bir mahkeme kararlarının tartışılmayacağı ve hakimlerin eleştirilmeyeceği yazılı değildir. Böyle bir yasaklama yoktur. Şairin dediği gibi "Barika-yi hakikat müsademe-yi efkardan çıkar" (Hakikat ışığı fikirlerin çatışmasından doğar.)
Bu sebeple eleştiri sınırlarını mümkün olabildiğince geniş tutmak gerekir. Bu genişlik Demokrasinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarının gereğidir. Eleştiri ağır da olsa bundan yararlanılmalıdır. Tabiatıyla hakaret ve sövmeyi ayırmak da gereklidir ve eleştiride olduğu gibi karşılamak mümkün değildir. Ancak, bu ayırım açıklıkla ve netlikle yapılamıyorsa; "Şüpheden sanık yararlanır" kaidesi ile (demokrasi) ve (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) gereği, ağır da olsa eleştiri kapsamında kabul edilmelidir. Olayımızda da net ve açık kesin hakaret ve sövme yoktur. Temyiz dilekçesine yazılan sözlerin eleştiri mi, TCK. nun 486. maddesindeki savunma hakkı kapsamında mı, kaldığı yahut hakaret mi teşkil ettiği tartışıldığına göre; açıkladığımız üzere, sanık avukatın hakaret kastı ile hakeret etmediği ve bu sözlerin hakaret derecesine ulaşmadığı eleştiri ve TCK. nun 486. maddesindeki savunma hakkı kapsamında kaldığı kabul edilmelidir.
PRENSİPTE: Hiç bir yerde aksine bir hüküm olmadığından MAHKEME KARARLARI tartışılmaz veya HAKİMLER ELEŞTİRİLEMEZ denilemez. Aksi takdirde demokrasiden, hukuktan bahsedilemez. Ancak eleştiri hakkı var diye, hakaret hakkı da bahşedilemez. Fakat günümüzde bu noktadaki sınırın da geniş tutulması gerektiği inkar edilemez. Mesele bunların birlikte dengede tutulabilmesidir. Modern Demokratik hukuk devleti de bunları birlikte dengeleyebilen devlettir.
21. asıra girerken modern demokratik bir hukuk devleti olduğu söylenen Türkiye Cumhuriyetinde eleştirinin suç sayılmasına karşı olduğumdan, çoğunluk görüşüne katılmıyorum" diyerek karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle, Yerel Mahkemenin sanıklardan Zeki hakkında kurduğu direnme hükmünün istem gibi (ONANMASINA), diğer sanık Şengül hakkında bozmaya uyularak verilen hükmün incelenmesi için dosyanın Özel Daire ye gönderilmesine, 29.9.1998 günü yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 20.10.1998 günü yapılan ikinci müzakerede oy çokluğu ile karar verildi.