 |
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 1998/11-333
Karar No: 1999/1
Tarih: 02.02.1999
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Hırsızlık suçundan sanıklar Ahmet Felek ve Murat Sırlı'nın TCK.nun 64.maddesi yollamasıyla 491/ilk, 80, 522, 523, 59, 647 sayılı Kanunun 4/1.maddeleri uyarınca sonuçta 95.000'er lira ağır para cezasıyla cezalandırılmalarına, sanık Murat'ın cezasının ertelenmesine ilişkin Burdur Sulh Ceza Mahkemesince 16.6.1997 gün ve 1057/221 sayı ile verilen karar, C.Savcısının temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11.Ceza Dairesince 9.12.1997 gün ve 6430/6661 sayı ile; "Çalınan iki çantanın, ayrı kişilere ait olduğu sanıklarca bilindiği, oluşa uygun olarak kabul edilmesine göre, TCK.nun 71. maddesi yerine 80. maddesi ile uygulama yapılması" isabetsizliğinden bozulmuştur
Yerel Mahkeme ise 27.4.1998 gün ve 19/256 sayı ile;
"Mağdur sayısının birden fazla olması, malvarlığı aleyhine işlenen hırsızlık olaylarında, eylemlerin ayrı bir suç oluşturmasının göstergesi olabilirsede bu, her zaman aynı suç işleme kararını ortadan kaldıran kesin bir husus değildir. Olsa olsa aynı suç işleme kararının bulunmadığına emare olabilir. Ancak aynı suç işleme kararı da her olayda somut olarak değerlendirilmelidir. Olayın özelliğine göre, mağdur sayısının birden fazla olması halinde de aynı suç işleme kararı bulunabilir. Nitekim olayımızda, çantaların ön ve arka koltukta ayrı ayrı bulunmalarına rağmen aynı oto içerisinde bulunduklarına göre, sanıkların eylemi, aynı suç işleme kararı ile gerçekleştirdiklerini göstermektedir. Ceza Genel Kurulunun 02.03.1987 gün ve 341/841 sayılı kararı da bu görüşü doğrulamaktadır." biçimindeki gerekçe ile direnmeye karar vermiştir.Bu kararın da, C.Savcısı tarafından süresinde temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C.Başsavcılığının bozma isteyen 5.12.1998 günlü tebliğnamesiyle 1. Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
CEZA GENEL KURULU KARARI
İncelenen dosyaya göre;
Subutunda uyuşmazlık bulunmayan olayda Özel Daire ile Yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık sanıkların eyleminin iki ayrı suç mu, yoksa zincirleme(müteselsil) suç' mu oluşturduğuna ilişkindir.
Uyuşmazlık konusunu teşkil eden husus hakkında sağlıklı bir sonuca ulaşabilmek için TCK.nun 80. maddesinde düzenlenen müteselsil (zincirleme) suçun hukuki niteliğine ilişkin olarak öğretide ileri sürülen görüşler ile yargısal kararlar gözönüne alınmalı ve somut olay bu verilerin ışığında irdelenerek değerlendirilmelidir.
Ceza Hukukunda, yasadaki tarife uygun her netice ilke olarak ayrı bir suç oluşturur ve fail kaç netice meydana getirmişse, o kadar suç işlemiş sayılarak, her biri nedeniyle ayrı ve bağımsız cezalara maruz kalır. Ancak, bazı hallerde değişik neticelerden dolayı faile çeşitli cezalar verilmeyerek, tek bir ceza hükmedilmesi ile yetinilir. Birden fazla neticenin meydana gelmesine karşın, faile tek ceza verilmesini geriktiren hallerden biri, müteselsil (zincirleme) suçtur.
TCY.nın 80. maddesinde müteselsil suç, "Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır. Fakat bundan dolayı terettüp edecek ceza altıda birden yarıya kadar artırılır" biçiminde düzenlenmiştir.
Bu yasal tanımlamadan anlaşılacağı gibi, müteselsil suçun varlığı için bazı koşulların gerçekleşmesi gerekir. Bunlardan birisi, birden fazla suçun (neticenin) bulunması, diğeri; bu suçların kanunun aynı hükmünü ihlal etmeleri,üçüncüsü ise; birden fazla suçun aynı suç işleme kararına bağlanmasıdır.
Somut olayda sanıkların, yasanın aynı hükmünü ihlal eden birden fazla hırsızlık suçunu işledikleri oluşa uygun olarak Yerel Mahkeme ve Özel Dairecede kabul edilmiş olduğundan, burada müteselsil suçun "birden fazla suçun, aynı suç işleme kararına bağlanmasına ilişkin" üçüncü ve en önemli koşulu üzerinde durmak gerekmektedir.
Ceza Yasamızın 80. maddesi 4055 sayılı yasa ile değiştirilmiş ve maddedeki "aynı kasdı cürmi" sözcükleri çıkartılarak yerine "aynı suç işleme kararı"sözcükleri konulmuştur. Bu değişiklikle, haklı olarak müteselsil suçlarda suç kastlarının ayrılığında zorunluluk bulunduğu, "aynı suç işleme kararının " kasttan başka bir anlam taşıdığı vurgulanmak istenmiştir.
Kaynak yasa ile yasamızdaki "aynı suç işleme kararı" kavramından ne anlaşılacağı öğreti ve yargısal kararlada değerlendirilmiş, bunun kanunun aynı hükmünü müteaddit defa ihlal etmek hususunda önceden kurulan bir plan (Antolisei Maggiore, Manzini'ye atfen DÖNMEZER-ERMAN cilt 1, sh. 387), kanunun aynı hükmünü müteaddit defa ihlal etmek hususundaki genel bir niyet (Rarineri-Pannain'e atfen DÖNMEZER-ERMAN)anlamında bulunduğu ileri sürülmüştür.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun konuya ilişkin 2.3.1987 gün ve 341-84 sayılı, 20.3.1995 gün ve 48/68 sayılı kararlarında, öğretide ki yukarda değinilen görüşlere yer verildikten sonra "Aynı suç işleme kararı" ndan yasanın aynı hükmünü birkaç kez ihlal etme hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyetin anlaşılması gerektiği, bu bağlamda failin suç işlemeden önce bir plan yapmasının veya bu suça niyet etmesinin, fakat fiili bir defada yapmak yerine kısımlara bölmeyi ve o surette gerçekleştirmeyi daha uygun görmesinin, bu plan çerçevesinde hareket etmesinin, hareketinin, önceki hareketlerinin devamı olmasının ve tüm bu haraketleri arasında subjektif bir bağlantı bulunmasının anlaşılması gerektiği kabul edilmiştir.
"Aynı suç işleme kararının varlığı, olaysal olarak suçun işlenmesindeki özellikler, suçun işleniş biçimi, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı,fiiller arasında geçen süre, mağdurların farklı olup olmadıkları, ihlal edilen değer ve yarar ile korunan değer ve yarar , olayların oluşum ve gelişimi ile tüm özellikleri değerlendirilerek belirlenecektir.
Yine öğreti ve yargısal kararlar da, suçların işlenme tarihleri arasında az veya çok bir zaman aralığı bulunması, suç mağdurlarının birden fazla olması halinde teselsülü reddetmenin adalet ve hakkaniyete uygun bulunmayacağının genel bir kabul gördüğü de anlaşılmaktadır.
Somut olay, öğreti ve yargısal kararlardaki yukarıda değinilen görüşler doğrultusunda ele alınıp değerlendirildiğinde; sanıklar,bindikleri otoyu caddenin kenarına park ederek yakındaki dükkana alışverişe giden müştekileri gördükten sonra, otonun açık bıraktıkları kapısından içeri girerek ön ve arka koltuklarında duran ve bulundukları yerler itibariyle iki ayrı kişiye ait olduklarını bilmeleri gereken çantaları oradan almak suretiyle hırsızlık suçlarını işlemişlerdir.Olayın akışına ve dosya içeriğine göre, buldukları fırsattan yararlanarak, ayrı ve yeni bir kararla gerçekleştirilen bu eylemler arasında subjektif bir bağlantı, dolayısıyla aynı suç işleme kararı bulunmamaktadır. Önceden yapılmış bir plan ve mağdurların çantalarından hırsızlık yapılacağına dair genel bir niyet, bir suç işleme kararı belirlenemediğinden olayda, teselsül hükümleri uygulanamaz. Hırsızlık suçlarının tamamlanmış olması karşısında, suçun teşebbüs aşamasında kalmasını istememeleri de nazara alındığında her iki sanığın tamamlanmış suça iştirakten sorumlu olduklarının kabulu gerekir. Bu itibarla Yerel Mahkeme direnme hükmünün teselsül hükmünün uygulanmış olması nedeniyle bozulmasına karar verilmelidir.
2- Kurul Üyelerinden A.İsmail Hekimoğlu ile M.Aydın sanıklar hakkında teselsül hükmünün uygulanmasına olanak yoksada, sanık Ahmet Feleğin suçları tam kalkışma aşamasında kaldığından hakkında TCK.nun 62 nci maddesinin uygulanması gerektiği yolunda oy kullanmışlardır.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyelerinden 4.Ceza Dairesi Başkanı Sami SELÇUK ise: "A-Cezalandırma açısından: Yerel Mahkemenin temel cezanın belirlenmesi ve kişiselleştirilmesi konusunda gösterdiği gerekçe, T.C.Yasasının 29/son madde ve fıkrasına uygundur. Ayrıca bu değerlendirme olayın akışı ve değerlendirilensanığın kişiliğiyle de çatışmamaktadır. Bu nedenlerle, ilk mahkemenin takdir hakkını ortadan kaldıran gerekçe yerinde olmadığı gibi, onun yerine geçilerek hüküm kurulması da, temyiz kavramıyla çatışmaktadır."
"B- İçtima konusuna gelince: Olayda mağdur birden çoktur. Mağdurların ayrı olmaları ve suçların kişisel ya da malvarlıksal varlıklara/değerlere/ menfaatlere karşı işlenmeleri, suçlarda teselsülü ret için bir kanıt olamaz. Zira T.C.Yasası, suç mağdurları başka başka oldukları takdirde müteselsil suç hükmünün değil, gerçek (maddi) içtima hükümlerinin uygulanacağına ilişkin bir kural getirmemiş; birçok yabancı ve özellikle kaynak (md. 79) ve 1930 tarihli (md.81/2) İtalyan Ceza Yasaları gibi, yalnızca öznel (sübjektif) ölçüte ağırlık vermiştir. Bu ölçüt de şudur: "Bir suç işleme kararı". O yüzden bu tür suçlarda failin bir (aynı) suç işleme kararıyla davrandığı saptandığı takdirde, kuşkusuz teselsül hükmü uygulanacaktır. Bunun tersine ya da art ardına işlenen bütün suçlarda önceden (apriori olarak) "teselsül olur/ olmaz" biçiminde kesinleşmeli yargısal kararlar oluşturmak; Yasanın öngörmediği bir koşulu TC.Yasasının 80.maddesine eklemek ve maddenin uygulama alanını, yasama organının yerine geçerek, daraltmak demektir.
Nitekim, İsviçre (Logoz, s. 270), Belçika (Trousse, n.3275), Fransa (Garraud, I,n. 116 (s. 253), Roux, Cours..., I.s. 215, Tsarpalas, Le moment et la duree desinfractions penales, Paris, 1967, n.440, 441, 18.9.1902 ve 13.3.1944 tarihli Fransız Yargıtay Kararları) ile İtalya'da öğreti ve yargısal kararlar bu konuda
uyum içindedirler. Yasamızın alındığı İtalya'daki durumu özetlemekte yarar bulunduğu inancındayım. Battaglini; yer, kullanılan araç ve mağdur başkalığının teselsülün kabülünü önlemediğini, içtihadın bu konuda süreklilik gösterdiğini,kişilere karşı suçlarda da böyle olduğunu belirtmektedir (Diritto penale, 1949,s. 494. 1.3.1935 kararı.) Aynı görüşler: Pannain (Manuale di diritto penale, Torino, 1950,s.490),Ranieri (Manuale di diritto Penale, 1968, s.495 ve 20.10.1947 kararı), koşulları varsa, birden çok kişiyi öldürmede de; Antolisei (Manuale didiritto Penale, 1975, s. 422- 423 ve 25.3.1971, 22.1.1947, 20.10.1947 kararları)ve Nuvolone (Il sistema del diritto penale, 1975, s. 362), bir ailenin bireylerini öldürme, bir dizi yağma, birçok yaralama suçlarında kasıtlar ayrı oldukları halde, suç kararı aynı olabileceğinden, teselsül hükmünün uygulanabileceğini belirtmektedirler. Mantovani (Diritto Penale, 1980, s. 442) ise, mağdur başkalığının teselsülü önlediğini ileri süren eski görüşün, bugün öğretide ve yargısal içtihatlarda çoktan bir yana itildiğini vurgulamakta, yeni yapıtlarda ise artık bu konu tartışma konusu bile yapılmamaktadır. Sözgelimi, Fiandaca ve Musco (Diritto penale, 1989, s. 496, 497), Padovani (Diritto penale, 1993, s.489) her türlü ve bu arada adam öldürme, yağma, rüşvet suçlarında da teselsülün uygulanabileceğine değinmektedirler. (Aynı görüş: Bettiol-Pettoello Mantovani,Diritto penale, 1986, s. 709; Cavallo, Diritto penale, II, 1955, s. 821; Leone,Il reato continuato, N.D.I., XIV, s. 970)."
"Türk hukuk öğretisinde de bu konuda görüşbirliği bulunmaktadır (Dönmezer -Erman, I.n. 533; Erem, I, s. 653, Tosun, s. 137; İçel, s.91151; Artuk, Argumentum, sayı: 26, s. 411; T.Y. Sancar, Müteselsil suç, 1995, s. 109)".
"Türk uygulamasına geçmeden önce tarihsel gelişime de değinmek istiyorum.T.C.Yasasının 80. maddesinin ilk çevirisi yanlış yapılmış, "bir kast-ı cürmininef'ali icraiyesinden" söz edilmişti. Bu yanlış üzerine, Haziran 1929 tarih ve 26/20 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında "...kasıttaki birliği tayin etrafında, yani bir şahsın muhtelif zamanlarda işlediği fiileri bir kasıt tahtında mı, yoksa muhtelif kasıtlar tahtında mı ika eylediğini tespit etmek için kıstasınne olması" gerektiğini saptamak amacıyla görüşler ileri sürülmüş ve sonuçta "müteaddit eşhas aleyhine cürüm işleyen bir kimsenin hareketinde bir kastı cürminin vücudu iddia edilemez" denilmiştir. Görülüyor ki, bu içtihatları birleştirme kararı, yalnızca birden çok suç işlendiğinde, "bir cürüm kastının" ve buradaki ölçütün ne olacağını tartışmak amacıyla toplanmış; bir ölçüt getiremeyince de kimi suçları dışlamak zorunda kalmıştır. Aslında, İ.B.kararı, Yasadaki yanlışın zorlamasıyla ceza hukukunda olanaksız bir işi başarmaya girişmiş; en sonunda da kişilere karşı suçlarda kasıtların ayrı olacağına, yerinde olarak karar vermiştir.Çünkü, yalnız kişilere karşı suçlarda değil, birbirinden ayrı işlenen bütün suçlarda kastın kapsamına giren eylem (davranış, sonuç) ve varsa maddi konu (insanya da şey) ayrıdır ve kasıtlar da zorunlu olarak esasen birbirlerinden bağımsızdırlar. Bu ceza hukukunda tartışılmayan bir konudur. İçtihatları birleştirme kararında aynı kişilerden para tahsil ettiği belirtilen tahsildarın eylemlerinde de kasıtlar, kararda belirtilenin tersine, ayrıdırlar. O yüzden kararda geçen "ayrı kasıt ve karar" sözcüklerinde sözü edilen "karar" bilinçli kullanılan bir hukuk kavramı değil, kasıt sözcüğünün eşanlamlısı olarak ele alınmıştır. O yüzden satır aralarından sonuç çıkarılması yerinde değildir ve bu; sözcüklere yapay anlamlar yüklemek demektir."
"1941- 4055 Sayılı Yasa ile madde değiştirilerek hem bu açmaz aşılmış ve hem de kabahatlar teselsülün kapsamı içine alınmışlardır. Değişiklik yerindedir.Yani metnin uygulanması için nesnel koşul, ayrı ayrı zamanlarda olsa bile birden çok eylemin, dolayısıyla ihlalin/suçun bulunması; öznel koşul ise, kasıtları zorunlu olarak ayrı ayrı olan bu suçları birleştiren "bir (aynı) suçları işleme kararının (medesima risoluzione)" olmasıdır. Teselsülde, çözümleri sağlayan anahtar kavram da budur."
Bu değişikliğe ve dünyadaki teselsül algılamasına karşın,bir kesim öğretinin ve yargısal kararların ne çağcıl gelişmeyi ve ne de yeni düzenlemeyi iyi algıladıklarını söylemek gerçekten güçtür ve bugün bile bunda direnilmesi açıklanması olanaksız derecede üzücüdür. Bunun temel nedenlerinden biri, kuşkusuz,İtalyan Ceza Yasasını, İtalyan ceza hukukuna göre değil, Fransız ceza hukukuna göre yorum 0layan ve eski dönemde başvuru kaynakları kıt olan yargıçlarımızı etkileyen öğretidir. Bu nedenle 1929 tarihli içtihat çıkmış, yanılgılara yol açmış ve bugün bile, eski alışkanlıklarla, etkisini sürdürebilmiştir. Oysa, Fransız ve İtalyan ceza sistemleri birbirleriyle kan uyuşmazlığı içindedirler ve uygulamada/yorumda bu gözetilmezse, büyük açmazlara düşmek kaçınılmazdır. Nitekim, Fransız ceza hukukunu çok iyi bilen rahmetli Ord. Prof. Dr.Tahir Taner, Yasa değişikliğinden 8 yıl sonra bastığı yapıtında bile (Ceza Hukuku, İst., 1949), müteselsil suçları, "basit suçlar" diye adlandırdığı, tek davranışlı suçlardan ayırırken,"müselsel (müteselsil) suçlar, her biri başlı başına bir suç teşkil eden ve fakat aynı cürmi kastın tatbik ve icrası dolayısıyla heyet-i mecmuası bir tek suç sayılan fiiler" demektedir (N.102).Burada ilk cümle doğru, ikincisinde ise "ayni cürmi kasıt" nitelemesi, kuşkusuz yerinde değildir. İtiyadi suçlardan ayırırken de,"müselsel suçta ise fiillerin hepsi için bir kasıt vardır, başka söyleyişle kasıt temadi etmektedir" (s. 102) demektedir. Mütemadi suçlardan ayrılığı açıklarken de aynı yanılgıya düşmektedir (s.102-103). Suçların içtimaı ve tekerrürle karşılaştırırken, "...müselsel suçlarda, kasıtta birlik dolayısıyla fiillerin hepsi tek tek suç sayıldığı için, yalnızca bir ceza verilir" demektedir. Oysa doğrusu şuç olmalıydı:Suç kararında birlik dolayısıyla, fiillerin hepsi, maddi ve manevi öğeleri ayrı ayrı olan suçları oluşturmakla birlikte, salt cezalandırma ve zamanaşımı (md.103) açılarından tek suç olarak varsayıldıkları için, bu ağır suç için verilen temel ceza belli oranda artırılır."
Rahmetli Taner,suçların içtimaını gerçek ve fikri içtima ile sınırlı tutmakta ve "şu hale göre muhtelif hareketleri ihtiva etmekle beraber bir tek suç sayılan fiiller, -bilfarz itiyadi, müselsel, mürekkep, muhtelit suçlar hakkında içtima kaidesi tatbik olunmaz" (s.471) demektedir. Oysa, bu kural, öbürleri için doğru olsa bile, müteselsil suçlar için yerinde değildir. Çünkü burada eylem/ihlal/ suç çoktur ve suçlar içtima etmektedir. Yalnızca ceza tektir ve öbür suçlar,cezası ağır olanla bütünleşmektedir. Her suç bağımsızlığını korumakta olduğundan,mahkûmiyet hükmü çok, ama ilam tektir. Rahmetli Taner, bir başka sayfada da şunları yazıyor: "Müselsel suçlarda, her biri başlı başına cezayı müstelzim birer fiil bulunmak itibariyle her ne kadar hakikatte müteaddit suç varsa da, failin bir tek cürmi kasıt ile hareket eylemiş bulunmasından dolayı, hepsinin bir tek suç sayılacağını yukarıda söylemiştik. Bu itibarla faile ceza verilirken içtima kaideleri tatbik edilmeyecektir."
Buna karşılık Prof. Dr. Faruk Erem, aynı yıllarda yayımladığı yapıtında (Türk Ceza Hukuku, 1954, s. 475-481) yerinde saptamalar yapmıştır: Özetle, müteselsil suçun hukuki bir varsayım olduğunu, eski hükmün "bir kast-ı cürminin ef'ali icraiyesi"nden söz ettiğini, hem kabahatleri almadığını, hem de tek kasta değindiğini; Yasanın da bu nedenlerle değiştirilerek aslına uydurulduğunu (s.475)belirttikten sonra şunları yazmaktadır: "Bir suç işleme kararı, bir suç işleme kastı değildir" (s.476), "müteselsil suçu teşkil eden fiillerin her biri başka bir kastın neticesidir. Bu iradi fiileri toplu hale getiren hepsinin tek suç işleme kararından doğmuş olmasıdır" (s. 477), "Kanunun her ihlali müstakil bir suç mahiyetinde olmalıdır (s. 479)."
"Uygulama ise, bugün bile ne tekdüzedir ve ne de "bir cürmi kasıt" yaklaşımından kurtulabilmiş değildir (Örneğin, 5.C.D., 28.12.1977, 3486/3781,6.7.1979, 1183/2126, 5.12.1983, 4195/4126, 17.6.1987, 5169/5350,1.4.1992, 678/1067; 4.C.D. 28.9.1989, 8029/8381, 24.12.1979, 8222/8239; 8.C.D. 7.12.1984, 5045/5082 gibi). Bunların yanı sıra, "bir suç kararına" dayalı pek çok karar da olduğu gibi, mağdur ayrılığında teselsülün uygulanacağını öngören içtihatlar da bulunmaktadır.Sözgelimi, ayrı ayrı kişilere ait olduğunu bildiği çantalardan para çalma (C.G.K.2.3.1987, 341/84), birden çok kişiyi dolandırma (C.G.K., 25.11.1985,220/585), birden çok kişiye sövme (4.C.D. 13.6.1991, 2380/3812); birden çok kişiyi dövme (Askeri Y. 4.D. 1.7.1969, 324/308) ve ayrı kişilerden hırsızlık (As.Yr.4.D. 28.5.1970, 294/287) suçlarında müteselsil suç hükmü uygulanmıştır. Dahası,Yüksek 6.C.Dairesinin birçok kararlarında, malvarlığına karşı suçlarda mağdur ayrılığının teselsülü engellediği belirtildiği halde, aynı anda birden çok kişiye karşı işlenen yağma suçlarında teselsül uzun süre kabul edilegelmiştir."
"Bütün bunları açıklamak elbette güçtür. Yasal düzenlemeye ve teselsül kurumunun tarihsel çıkış nedenine bakarak, mağdur ayrılığının teselsülü önleyemeyeceğini benimsemek zorunludur. Bunun anlamı,onca açıklamaya karşın, Yüce Genel Kurul görüşmeleri sırasında, mağdurları ayrı ayrı olan malvarlığı suçlarında teselsülü kesinkes dışlayacak biçimde bundan, "art arda işlenen bütün suçlarda teselsül mü uygulanacak?" denilebilmesi ise, bu kurumun hiç de iyi algılanmadığının kesin kanıtıdır. Zira, birden çok eylemin/ ihlalin/ suçun, "bir (aynı) suç kararıyla" işlenip işlenmediğini saptamak, duruşma yapan ilk mahkemenin gerekçeli değerlendirme yetkisine (pouvoir souverain) girer, mutlak değerlendirme yetkisine(pouvoir discretionnaire) değil. O nedenle duruşma yapmayan ve bu yüzden de davanın değil, hükmün yargıcı olan Yargıtay yargıcının yetkisi, gösterilen gerekçeyi,kurumun niteliği ve koşulları, doğa, deneyim, mantık kuralları açısından denetlemektir.Yargıtay yargıcı, ilk mahkemenin yerine geçerek, "teselsül vardır/ yoktur"diyemez. Çünkü konu "salt bir eylemli değerlendirme (mero apprezza-mento di fatto) sorunudur. Ne suçlar, ne de onların işlenmeleri, birbirine asla benzemediklerinden, bu konuda görüş birliği sağlama diye bir sorun da söz konusu olamaz. Çünkü "aynı suda iki kez yıkanılamaz: pantha rei" kuralı burada da geçerlidir ve görüş birliği, Yargıtay tarafından yalnızca kurumun tanım, koşulları ve bunların niteliklerinde sağlanmak gerekir. Öğretide bu konuda da tam bir görüş birliği vardır. Sözgelimi, Battaglini, Yargıtay denetiminin yalnızca gerekçede kusur bulunup bulunmadığını araştırmak olduğunu, örneğin, karar tekliği güdü birliği anlamına gelemeyeceğinden, güdü birliğinden söz eden bir kararın bozulacağını söylemekte (s.490), 21.2.1979, 24.1.1956, 26.6.1954, 20.5.1952, 25.10.1932,5.11.1976, 26.5.1959, 8.3.1940, 27.3.1939, 13.5.1939, 6.4.1971, 18.11.1970 İtalyan Yargıtayının, 7.1.1944 ve 19.12.1956 tarihli Fransız Yargıtayı ile İsviçre Federal Mahkemesinin kararları bu yönde bulunmaktadır. Yargı kararlarının bu konuda istikrarlı oldukları belirtilmiştir (Trousse, n. 3275, Tsarpalas, n. 452;Logoz, s. 270; Antolisei, s. 423; Manzini, II, s. 741; Erem, I, s. 653)."
"Olayımızda, mağdurları farklı varlıklara/ değerlere/ menfaatlere karşı suç işlenmiştir ve yukarıdaki görüşlere göre T.C.Yasasının 80.maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının, ilk mahkemece değerlendirilmesi gerekir (Erman, Kamu İdaresine Karşı İşlenen Suçlar, 1992, n.423, 454). İlk mahkeme bu değerlendirmeyi yapmıştır"; Üyeler O.K.Keskin, M.Ertuğrul, S.Erkan, K.Azizoğlu, Y.K.Doğan ve A.Yalçınkaya da sanıklar hakkında teselsül hükmünün uygulanması gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle Yerel Mahkeme direnme hükmünün istem gibi BOZULMASINA, 02.02.1999 günü oyçokluğu ile karar verildi.