 |
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas No : 1997/76
Karar No : 1997/114
Tarih : 13.05.1997
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Başka suç işlemeyi kolaylaştırmak için adam öldürmek suçundan sanık Hızır'ın, TCK.nun 450/7, 59/1. maddeleri uyarınca, müebbet ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına, sanığın gasp suçunu işlediği de kabul edilerek TCK.nun 495/1. maddesi delaletiyle 497/1 ve 59. maddeleri uyarınca 12 sene 6 ay ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına, TCK.nun 73. maddesi uyarınca sanığa yukarıda verilen cezalar toplanarak sonuçta; 10 gün süre ile geceli gündüzlü bir hücrede tecrit edilmek suretiyle müebbes ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına, TCK.nun 31. ve 33. maddelerinin sanığa tatbikine, suçta kullanılan tornavidanın TCK.nun 36. maddesi uyarınca zoralımına, tutuklu halinin sürdürülmesine ilişkin (Artvin Ağır Ceza Mahkemesi)'nce 8.5.1996 gün ve 21/26 sayı ile verilen kararı, yasa gereği inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 6.11.1996 gün ve 3107/3535 sayı ile;
"1- .....)
2- ...... bozma nedeni dışında bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak;
Artvin C.Başsavcılığı'nın 9.2.1995 gün ve 12 sayılı iddianamesinde sanığın eylemi "başka bir suç işlemeyi kolaylaştırmak için adam öldürme" olarak nitelendirilip, sanığa TCK.nun 450/7, 55/3,33, 40. maddelerinin uygulanmasının istenmesi ve Ceza Genel Kurulunun uyum gösteren içtihatları karşısında "gasp" suçundan açılmış bir dava bulunduğu kabul edilemeyeceğinden, CMUK.nun 259. maddesinde belirtildiği şekilde sözlü dava açtırılmadan veya ek iddianame düzenlenmeden bu suçtan da mahkumiyet kararı verilmesi sonucu TCK.nun 73. maddesi gereğince adam öldürme suçundan verilen müebbet ağır hapis cezasına ek olarak sanığa fer'i ceza verilmesi" isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yerel Mahkeme ise, 30.12.1996 gün ve 72/92 sayı ile;
"İddianameye bakıldığında, iddianamedeki anlatım ile sanığın, maktülü üzerindeki paraları gasp etmek amacı ile öldürdüğü iddia edilmiş, yapılan yargılama sonucunda da gerçekten sanığın aşamalardaki çelişkili savunmaları ve olayın oluş şekli itibariyle, maktülü paralarını gasp etmek için öldürdüğü anlaşılmıştır. Her iki eylem birbirinden bağımsızdır. İddianamede gasp suçuna yönelik sevk maddesi belirtilmemiş ise de, gasp ve öldürme eylemleri ayrı ayrı belirtilmiştir. Aksine kabul, iddianameyi düzenleyen C.Savcısının iradesinin uyuşmazlığın konusunu belirleme sonucunu doğurur. İddianamede sanığın, paralarını almak için maktüle vurması şeklindeki açıklama, adam öldürme olayının açıklanmasına yönelik bir başka olayın açıklanması şeklinde kabul edilmesi mümkün değildir. İddianame metnine giren ve olayın bütünlüğü içinde yer alan tüm eylemler, yargılamanın konusudur. Bu husus, CMUK.nun 150 ve 257/1. maddeleri gereğidir" biçimindeki gerekçe ile önceki hükümde direnmiştir.
Bu kararın da yasa gereği temyize tabi olması nedeniyle dosya, Yargıtay C.Başsavcılığı'nın bozma isteyen 13.3.1997 günlü tebliğnamesiyle 1. Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR :
İncelenen dosyaya göre;
Başka suç işlemeyi kolaylaştırmak için adam öldürmek suçundan sanık Hızır'ın, TCK.nun 450/7. maddesi uyarınca cezalandırılması için iddianame ile açılan davanın yapılan yargılaması sırasında, sanık hakkında ayrıca gasp suçundan da dava açıldığı kabul edilerek Yerel Mahkemece TCK.nun 457/7, 495/1 delaletiyle 497/1. maddeleriyle cezalandırılmasına ilişkin karar, Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçe ile bozulmuştur.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, iddianame ile ayrıca gasp suçundan da dava açılıp açılmadığına ilişkindir.
CMUK.nun 148. maddesi, kamu davası açmak tekeli ve görevini C.Savcısına vermiştir. Maddenin 2. fıkrasına göre; "Kanunda aksine hüküm bulunmadığı takdirde C.Savcısı ceza takibini gerektirecek hususlarda yeterli delil mevcut ise kamu davasını açmakla mükelleftir. "Bu hüküm ile Usul Yasamız, kamu davasının zorunluluğu ilkesini benimsemiştir. Ancak bu zorunluluğun söz konusu olabilmesi, sanık aleyhine yeterli kanıtların varlığına bağlıdır.
CMUK.nun 163. maddesinde de; "Yapılan hazırlık tahkikatı sonunda, toplanan deliller kamu davasının açılmasına yeterli ise C.Savcısı mahkemeye bir iddianame vermek suretiyle kamu davasını açar.
İddianamede sanığın açık kimliği, isnat olunan suçun neden ibaret olduğu, suçun kanuni unsurlarıyla uygulanması gereken kanun maddeleri, deliller ve duruşmanın yapılacağı mahkeme gösterilir.
Asliye ve Ağır Ceza Mahkemelerine ait işlerde hazırlık tahkikatının verdiği esaslır neticiler dahi iddianameye yazılır" denilmektedir.
Bu düzenlemeye göre C.Savcısı, hazırladığı iddianamesinde, ceza davasının iki önemli unsuru olan fail ve fiile kesinlikle yer vermesi gerekir. Ceza davasını açan savcı mutlaka davanın sanığını göstermelidir. Belirlenemeyen kişilere karşı ceza davası açılamaz.
2. unsur olan fiil de, iddianamede gösterilmelidir. Yasanın fiil sözcüğü yerine suç tabirine yer verdiği gözönünde tutulduğunda bundan, suç teşkil eden eylem veya eylemlerin amaçlandığı açıktır. Sanık, suç teşkil eden hangi fiil nedeniyle yargılandığını bilmek hakkına sahip olup bu husus sanık için bir güvence teşkil eder. Zira sanık, yargılamanın bütün evrelerindeki savunmalarını buna göre yapacaktır.
CMUK.nun 150. maddesi uyarınca, "Tahkikat ve hüküm, yalnız iddianamede beyan olunan "suça" ve zan altında alınan şahıslara hasredilir.
Bu hudut dahilinde olarak, mahkemeler istiklal ile hareket etmek hak ve vazifesini haiz olup ceza kanununun tatbikinde kendilerine arzedilen iddialar ile bağlı değildirler."
257. maddede de; "Hükmün mevzuu, duruşmanın neticesine göre iddianamede gösterilen fiilden ibarettir.
Fiili takdirde mahkeme, iddia ve müdafaalarla bağlı değildir" hükümleri yer almaktadır.
Bu iki maddede fiil bakımından kamu davasının sınırı açıkça gösterilmektedir. Fiil yönünden kamu davasının dışına çıkılması demek, dava olmadan karar verilmesi anlamını taşır. Böyle bir uygulamaya Usul Kanununun açıklanan kuralları kesin engel oluşturur. Ancak hakim, fiilin niteliğini tayin ve takdirde, iddianamedeki hukuki görüşle ve savunma ile bağlı değildir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun duraksamaya yer vermeyen içtihatlarına göre, bir olayın açıklanması sırasında bir başka olaydan sözedilmesi de o olay hakkında dava açıldığını göstermez. İddianamede (veya yargılamanın gerekliliği kararı ya da şahsi dava dilekçesinde) dava konusu yapılan fiilin bir başka olaya dayalı olmadan, bağımsız olarak açıklanması gerekir.
257. maddedeki "fiil" ibaresinden yola çıkan kimi yazar ve uygulayıcılar iddianamede, nitelendirilmesi yapılıp uygulanması istenen kanun maddelerinde gösterilen fiil yanında, suç teşkil eden başka hususlardan da söz edilmesi halinde; nitelendirmesi yapılmamış, sevk maddeleri gösterilmemiş, kesinlikle belirtilmemiş olsa bile bu konularda da dava açılmış sayılacağı ve bu husus yargılama aşamasında anlaşıldığında, CMUK.nun 258. maddesi uyarınca ek savunma verilerek bu eylem veya eylemler hakkında da karar verilmesi gerektiği görüşü ile sürülmekte ise de, bu görüşlere katılınamamıştır. Şöyleki;
1- CMUK.nun 135. maddesinin 2 ve 4. fıkralarında "isnat edilen suç", 150. maddesinde "iddianamede beyan olunan suç", 163. maddesinde "isnat olunan suç" 258. maddesinde "iddianamede kanuni unsurları gösterilen suç", 260/6. maddesinde "isnat edilen suç", 263/1. maddesinde "sanığa yüklenen suç" ve 265/3. maddesinde de "iddianamede tavsif edildiği gibi suçun ne olduğunu" ibareleri yer almaktadır. Görüldüğü gibi, bu ibarelerde suç teşkil eden herhangi bir fiil değil, 163. maddeye göre faile isnat edilen ve tavsifi yapılarak kanuni unsurları ve sevk maddeleri gösterilen eylem amaçlanmaktadır. Zira; her suç bir eylem olmakla beraber her eylem suç teşkil etmeyebilir. CMUK.nun 257. maddesinde zikredilen fiil sözcükleri ile de, başlangıçta faili belirlenmiş ve yüklem olarak sanığa isnadı yapılmış eylemin kastedildiği açıktır. Nitekim madde, "Hükmün mevzu ve suçu takdirde mahkemenin yetkisi" başlığını taşımakta olup bu husus dahi, metin içinde yer alan fiil ibareleri ile savcı tarafından kamu davası açılırkan tavsifi ve isnadı yapılan eylemin "suçun" anlatılmak istendiğini gösterir.
2- 258. maddenin uygulanmasında; dava açılan ve suç teşkil eden fiilin tekliği devam etmekte olup, bu fiilin savcı tarafından belirtilen vasfından dolayı beraat kararı verilemeyecek, yargılama sonucu iddianamede yapılan nitelendirme ile bağlı olmayarak serbestçe tayin ve takdir edilen suç vasfı değişmişse; sanığa bu madde hükümlerine göre ek savunma hakkı tanınarak sonuçta mahkumiyet veya beraet kararı kurulacaktır.
CMUK.nun 259. maddesinde ise, olayımızda olduğu gibi, isnat edilen bir suç nedeniyle yargılanmakta olan sanığın, dava açılmayan ancak, suç teşkil eden bir başka fiili işlediğinin anlaşılması halinde yapılacak işlemler düzenlenmektedir. Nitekim, Özel Daire bozmasında da bu madde hükümleri doğrultusunda işlem yapılması gerektiğine işaret edilmiştir. Bu iki madede belirtilen işlemler, yargılama sırasında ortaya çıkacak değişik sorunlarla ilgili olup, bu sorunlardan 259. maddenin kapsamına girenleri 258. madde hükümlerine göre çözmek mümkün değildir. Aksine bir görüş 259. maddenin varlık nedeni ile bağdaşmaz.
3- CMUK.nun 135. maddesiinn 2. fıkrasındaki "kendisine isnat edilen suç anlatılır", 4. fıkrasındaki "isnat edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir" ibareleri de C.Savcısının subjektif (öznel) değerlendirmesi ile suç olarak nitelendirildiği fiilden dolayı sanığı hazırlıkta sulh hakimi önüne çıkardığını, duruşmada da sanığın sorgusunun bu nitelendirme ve isnada göre yapılacağını gösterir. Bu nedenle, kendisine isnatedilmeyen ve bunun sonucu olarak da o fiilden dolayı 135. maddeye göre sorgusu yapılmamış olan sanık hakkında ek savunma verilerek hüküm kurulamaz. Burada yapılması gereken, 259. madde hükümlerini yerine getirmekten ibarettir.
4- TCK.nun 104/1. maddesine göre "Adli makamlar huzurunda sorguya çekilme" zamanışımını kesen ve yeniden başlatan nedenlerden biridir. İddianamede nitelendirmesi yapılmayan diğer fiil veya fiilleren de dava açıldığı kabul edilirse; suç teşkil eden bu ikinci fiil veya fiiller için zamanaşımının hangi tarihte kesildiğini saptamak önemli bir sorun olarak ortaya çıkacaktır. Bilfarz; CMUK.nun 135. maddesine göre yapılan sorgusundan itibaren hüküm tarihine kadar zamanışımı kesici nitelikte başka bir adli işlem yapılmamış ve bu süre içinde sanığın yargılandığı suçun asli zamanaşımı süresi dolmuş olabilir. Bu durumda ayrıca dava açıldığı kabul edilen ikinci suçun zamanaşımı hangi tarihte kesilmiş sayılacağı sorusu, yanıtsız kalmaktadır.
5- Yine bilfarz; "sanık, maktüleye zaman zaman yolda laf atmaktadır. Olaydan bir gün önce ona elle sarkıntılıkta bulunmuştur. Olay günü de maktüleye sarkıntılıkta bulunduğu sırada, maktüle kendisini itmiş ve bu sırada maktülenin çantası açılmıştır. Sanık, açılan çantada para olduğunu görünce üzerinde taşıdığı memnu ve ruhsatsız silahını çekip parasını almak için maktüleyi kovalamış, kaçarak evine giren maktülenin arkasından sanık da içeri girerek taşıdığı silah ile maktüleyi öldürmüştür. Çanta ile içindeki paraları alan sanık, dışarı çıkarken evin kapasına bir tekme vurmuş, kapının camının kırılma sesini duyup olay yerine gelen maktülenini komyşusu Ayşe, sanığı tanıyıp yakalamak istediğinde sanık, Ayşe'ye küfredip yüzüne tükürdükten sonra olay yerinden kaçmıştır. Sanığın böylece, maktülenin çantasında gördüğü paraları almak için maktüleyi öldürdüğü anlaşıldığından, eylemine uyan TCK.nun 450/7. maddesi uyarınca cezalandırılması kamu adına iddia ve talep olunur" biçiminde düzenlenen bir iddianamede; dava açılan nitelikli adam öldürme fiilinden ayrı, takibi şikayete bağlı söz atma, sarkıntılık, TCK.nun 193/1. maddesinde yer alan resen koğuşturulması gerekli izinsiz silah taşıma (hangi silah, bıçak mı, tabanca mı, tüfek mi, bunların nitelikleri mi?) ve mal aleyhine cürüm de yer almaktadır. Anlatımda yer alan tüm fiiller hakkında C.Savcısının kamu davası açtığını söylemek mümkün değildir.
Tüm bu açıklamaların ışığı altında, dosyamızda, sanık hakkında, gasp suçundan dava açılıp açılmadığının saptanabilmesi için iddianameye bakılması gerekir.
Artvin C.Başsavcılığı'nın aşağıya aynen alınan "Başka suçu işlemeyi kolaylaştırmak için adam öldürmek" başlıklı, 9.2.1995 gün ve 12 sayılı iddianamesiyle;
Maktül Kerim ile sanık Hızır'ın, çocukluktan beri arkadaş oldukları, sanığın bir ara ölenin amcasının yanında bir süre çalıştığı, olay günü iş çıkışı kahvehanede buluştukları, bir süre çay içerek burada oturdukları, birşeyler yedikleri, daha sonra ilçe dışında birbirlerine yakın olan evlerine gitmek üzere kahvehaneden birlikte çıktıkları, sohbet ederek yürümeye başladıkları, olay yerine geldiklerinde sigara yakmak için durdukları, sanığın bu sırada daha önceden işi gereği yanında çok para taşıdığını bildiği maktüle, parasını almak amacıyla yanındaki tornavidayla göğsüne bir sefer vurarak yaraladığı, bu sırada maktülün "vurma" diye bağırdığı, sanığın buna aldırmayarak daha sonra elbiselerinden tutarak Çoruh Nehri kenarına boğuşarak indirdiği ve yere düşürdüğü, maktülün kafasına birçok kez ve vücudunun değişik yerlerine taşla vurduğu, bu darbeler sonucu kafasında çökme kırığı meydana gelen Kerim'in öldüğü, sanığın hareketsiz kalan maktülün ceplerini aradığı ve cebinde bulunan 730.000 lira ve 3 dolar parasını alarak Çoruh Nehri'ne attığı, olay yerinden hızla uzaklayarak eve gittiği ve olayı ağabeyi Yaşar'a anlattığı, aldığı paraları, kan bulaşan elbiselerini çıkararak eve sakladıkları, maktülün cesedenini daha sonra Çoruh Nehri'nden çıkarıldığı, sanığın ikrara yönelik savunması, tanık anlatımlmarı, olay yeri keşif ve otopsi tutanakları, emanet makbuzu ve tüm evrak kapsamından anlaşılmıştır.
Tutuklu sanığın bulunduğu hal üzere yargılamasının yapılarak, yaptığına uyan başka suçu hazırlamak ve kolaylaştırmak için adam öldürmek suçundan TCY.nın 450/7, 55/1, 33, 40. maddeleri gereğince cezalandırılması, emanette bulunan suçta kullanılan tornavidanın TCY.nın 36. maddesi gereğince zoralımına karar verilmesi" istemiyle, kamu davası açıldığı anlaşılmaktadır.
Davanın dayanağını oluşturan bu iddianamede, sanığın gasp suçu ile ilgili CMUK.nun 163/2. maddesinde açıklanan biçim ve mahiyette bir isnattan söz edilmemektedir. Bu itibarla gasp suçundan da dava açıldığı görüşü yerinde değildir. Yerel Mahkeme direnme hükmünün bozulmasına kara verilmelidir.
Kurula katılan üyelerden 4. Ceza Dairesi Başkanı Sami SELÇUK: "A-Yüce Yargıtayın yerleşik görüşüne göre, bir olayın açıklanması sırasında başka bir olaydan söz edilmesi o olay hakkında dava açıldığını göstermemekte, dava açılacak olayın açıkça ve bağımsız biçimde gösterilmesi gerekmektedir. Bu nedenle C.Savcısı başka bir olaya bağımlı ve dayalı olarak bir olaydan söz etmiş ise, dava açma iradesi bu olay için söz konusu olamaz."
"Bu görüşlere katılmak aşağıdaki nedenlerle olanaksızdır:"
"1- C.Yargılama Yasasının 150. maddesinde hükmün iddianamede açıklanan (beyan) olunan suçla (doğrusu: eylem(ler)) bulunduğu; iddianame içeriğini düzenleyen 163. ve iddianame düzeyinde bulunan kişisel dava bildirisi ya da dilekçesinde yükletilen suçun (doğrusu: eylem(ler)) ne olduğunun gözetilmesi gerektiği belirtilmiştir. Görüldüğü üzere, C.Yargılama Yasasının getirdiği ölçüt, nesneldir, öznel değildir. Yoğun bir özetlemeyle, iddianame yahut da kişisel dava bildiri ya da dilekçesinde hikaye/tasvir edilip açıklanarak bireyselleştirilmiş, tarihsel olarak failce yaşanmış ve dış dünyaya yansımış maddi olayın bütünü içinde yazılı ceza hukukuna aykırı düşen ve bu yüzden cezalandırılabilir nitelikte olan eylem(ler) davranış(lar) yargılamanın konusu olacaklardır. Yargıç bunların içinden cezai yaptırım konusu olanları ayıklayıp yargılayacaktır. Bu nedenlerle:
"a) Yargıç, C.Savcısının getirdiği tarihsel olay içinde kalan tüm eylem(ler)/davranış(lar)ı yargılamak zorundadır. Bunları hiçbirini herhangi bir nedenle ve bahaneyle yargılamanın konusu dışına çıkaramaz."
"b) Yargılamanın konusu "nedir" ve konunun sınırının boyutları"ne denlidir" sorularına verilen yanıt, Ceza Yargılama Yasasına göre, yukarıda açıklandığı üzere nesnel (objektif) niteliktedir. O nedenle C.Savcısının amacı/iradesi gibi öznel (sübjektif) ölçütlerle soruna yaklaşılamaz."
"c) Zorunlu olarak başka eylem(ler)den/davranış(lar) dan söz etme" gerekçesiyle iddianame metninde hikaye edilen bir davranış/eylem:"
"aa) Dışlanamaz. Çünkü iddianamede yer almıştır. Esasen hukukta var olan şey yok sayılamaz."
"bb) Başkalaşıma uğratılamaz. Yalnızca o eylem(ler)in/davranış(lar) ın nitelemesi, yani yazılı hukuk karşısında bunlara konulan hukuksal tanı (teşhis) değişir. O zaman da yasa koyucu, bunu C.Yargılama Yasasının 258. maddesinde öngörülen "ek savunma hakkı"yla çözmüştür. Bu maddenin 257. maddeden sonra yer almasının anlamı da budur. Tersi görüş, her iki maddenin varlık nedenine aykırıdır."
"d) Yerleşik görüş, iddianamede ve bu düzeydeki belgede hikaye/tasvir edilmiş, açıklanmış olaydan yola çıkacak yerde, bu olaya konulan hukuksal tanıdan/nitelemeden yola çıkmakla:"
"aa) Yukarıdaki Yasa maddelerine ve C.Yargılama Yasasının nesnel ölçüte yaslanan temel özüne;"
"bb) "Yargılanan olay nitelenir" yerine "nitelenen olay yargılanır" diyerek, tıpkı "her insan ölümlüdür" önermesi yerine "her ölümlü insandır" önermesini benimsemek gibi bir tersevirme (aks-i mürekkep: contraposition) ile mantık kurallarına;
"Ters düşmüştür."
"2. Suçlama belgesinde (iddianamede) daha sonra değiştirilecek olan odak, açıklanan eylemlerdir; olaylardır. Davanın hukuki konusu,hükmün konusu ayrı şeylerdir ve mahkeme eylem(ler)i nitelemede özgürdür. O nedenle, yasa koyucunun suç yerine eylem(fiil), eylem yerine suç terimlerini yanlış kullanmasına dayanılması; yanılgının kanıt diye sunulması düşündürücüdür. Zira C.Yargılama Yasasının 135, 150 ve 163. maddelerindeki (suç) terimi, kaynak Yasada eylem (fiil) teriminin yanlış bir çevirisidir. Buna karşılık, C.Y. Yasasının 257. maddesinde eylem terimi kullanılmıştır ve bu doğru bir çeviridir (Kaynak, md. 264). C.Yargılama Yasasının 135. maddesinin 1992;3842 sayılı Yasa ile sonradan değişmesi ve yasa koyucunun "suç" terimini kullanmayı sürdürmesi sonucu etkileyemez. Zira, yasa koyucu ilk çeviri metinde de "suç" terimi kullanmış ve son değişklikte bunun kullanılmasını sürdürmüştür. Kaldı ki, yasa koyucu, benzer yanılgılara daha ağır biçimde sık sık düşmektedir. Örneğin, 1696 sayılı Yasanın ek 8. maddesinde "mahkeme masrafları" denmiştir. Burada amaçlanan kuşkusuz mahkemelerin masa, kırtasiye v.b. giderleri değil, yargılama giderleridir. Bir terimi yanlış anlamak ya da yorumlamak, buna dayanan görüşü haklı kılmaz; tersine çürütür. Metin içinde kalmak koşuluyla bir terim/sözcük; dar, geniş ya da düzeltilerek yorumlanmak gerekir"
"3. Dava, çoğu uygar ülkelerde devlet/kamu adına görevlilerce, yani C.Savcılarınca açılır. Türk sistemi de böyledir. Kamu davasını açma tekelinin C.Savcısında olmasının nedeni budur. Devlet, yargının önüne hangi eylem(ler)i getirmişse yargılamanın ve hükmün konusu odur/onlardır. Mahkeme bunun dışına çıkamaz. Bir başka deyişle tasvir edilen olay hükmün ve dolayısıyla dava açma tekelinin çerçevesini çizer. Öte yandan dava, kamu davası olduğundan C.Savcısının uzlaşma yada geri alma yetkisi yoktur. O kadar. O nedenle C.Savcısının iradesi keşfe çıkılarak ya da kullandığı hukuksal nitelemeye bakılarak ve dava açma tekelinden söz edilerek sonuç çıkarmanın bir anlamı yoktur. Böyle bir gerekçe ile konuya yaklaşmak, konuyu asıl alanından bir başka alana kadırmak; konuyla ilgisi olmayan argümanlarla sorunu yörüngesinden çıkarmak demektir."
"4. Türk öğretisi, hem kullanılan sözcükler ve hem de yukarıda sunulan bütün konularda aynı görüşte olduğu ve Yargıtayın içtihatlarını eleştirdiği için kaynak göstermek gereğini dahi duymamaktayım. Karşılaştırmalı hukukta da öğreti ve uygulama Türk öğretisi gibidir. Bu yüzden öğretide yerleşik görüşe destek aramak için terimleri ve kavramları başkalaştırmaya gerek yoktur."
"Görüldüğü üzere, Türk uygulaması, terimlere/kavramlara verdiği yanlış anlamlar sonucu esinlendiği ülkelerin hukukundan tam anlamıyla kopmuş bulunmaktadır.
"B- Somut olaya gelince: Sanık hakkında "parasını almak amacıyla tornavidayla göğsüne vurarak yaraladığı", "darbeler sonucu öldüğü", "maktülün ceplerini aradığı ve cebinde bulunan parasını alarak.." biçiminde betimlenen eylemler birden çoktur ve yağma suçunu oluşturan eylemler de iddianame metninde yer almıştır. Savunma ve tüm yargısal etkinlik bu çerçevede yürütülmüştür. Açıklanan nedenlerle çoğunluk görüşünü paylaşmak güçtür" gerekçesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan diğer üye ise "iddianamede yer alan diğer eylem veya eylemler C.Savcısı tarafından nitelendirilmesi yapılan asıl fiilin unsuru olarak kabul edilmediği hallerde, o eylemler hakkında da dava açıldığının kabulü gerekir. Somut olayda da gasp eylemi öldürme suçunun unsuru olmadığı nedeniyle, gasptan da dava açıldığı anlaşılmaktadır" biçimindeki gerekçeyle,
Direnme kararının doğru olduğu ve işin esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği yönünde oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle Yerel Mahkeme direnme hükmünün, 1.4.1997 günü yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 13.5.1997 günü yapılan ikinci müzakerede istem gibi (BOZULMASINA), oyçokluğu ile karar verildi.