 |
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas No : 1997/10-235
Karar No : 1997/231
Tarih : 11.11.1997
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Uyuşturucu madde sağlamak suçundan sanık Fatma C...'ın beraatına ilişkin Ankara 2 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesince 7.10.1996 gün ve 241/142 sayı ile verilen kararın, C.Savcısı tarafından temyizi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 10.Ceza Dairesince 24.2.1997 gün ve 2103/2163 sayı ile;
(Olay tarihinde Elmadağ Kapalı Cezaevinde yapılan görüş sırasında, hırsızlık suçundan hükümlü Hakan C...'ın kendisine ait kirli çamaşırları ziyaretine gelen annesi sanık Fatma C...'a verilmek üzere görevlilere teslim ettiği, cezaevi görevlilerince gerekli aramalar yapılarak poşete konulup adı geçen sanığa teslim edilen ve yaklaşık 1 saat süren görüşme sırasında da sanığın yanında kalan eşofmanların koluna sigara paketi içinde uyuşturucu madde ve sigara kağıtlarının sanık tarafından gizlendikten sonra yeniden cezaevine sokulmak üzere yine sanık tarafından hiçbir işleme tabi tutulmadan aynı eşofmanların görevlilere iade edildiği sırada yapılan aramada suça konu 3.8 gram uyuşturucu madde ile sigara kağıtlarının ele geçirildiği, tanık olarak dinlenen görevlilerin yeminli anlatımları ve tüm dosya kapsamından anlaşılmasına göre sanık Fatma C...'ın TCY.nın 403/5. maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi yerine beraatine karar verilmesi) isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise 9.4.1997 gün ve 29/31 sayı ile;
(Sanıklar ve beraberinde getirdikleri eşyaların cezaevine getirilmesi sırasında sıkı bir kontrolden geçirileceği yasa ve yönetmelik gereğidir. Kaldı ki, dışardan getirdikleri hint kenevirini içerden çıkan eşofmanla vermeleri hayatın olağan akışına uymaz. Sanığın bu suçu
işlediğine dair yeterli kanıt yok) açıklaması ile direnme kararı vermiştir.
Bu karar da DGM. C.Savcısı tarafından süresinde temyiz edildiğinden dosya Yargıtay C.Başsavcılığının "bozma" istekli 26.6.1997 gün ve 10/47374 sayılı tebliğnamesiyle, Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup, düşünüldü.
CEZA GENEL KURULU KARARI
İncelenen dosyaya göre;
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanığın üzerine yüklenen suçun sübuta erip ermediği hususundadır.
Uyuşmazlığın çözümü için kanıtların değerlendirilmesi gerekmektedir.
5.9.1996 tarihli olay tutanağında; (Hükümlü Hakan C...'ı ziyarete gelen annesi sanık Fatma C... ve eşi Nursel C...'ın getirdikleri yiyeceklerin aranarak içeriye alındığı, hükümlü Hakan C...'ın gelen ziyaretçilerine, yıkanması için içerden kirli çamaşırlarını getirdiği, çamaşırların aranarak annesi sanık Fatma'ya teslim edildiği, bundan bir saat sonra, sanık Fatma C...'ın biz temiz çamaşır getirmemiştik, eşofmanları geri vermek istiyoruz, diyerek verdikleri eşofmanların aranacağını anlayınca da, aramanıza gerek yok, içerden siz verdiniz dedi. Yapılan aramada, eşofmanın kol kısmına sarılı olarak esrar hammaddesi ile sarma kağıtları görülüp el konuldu.) denilmektedir.
Sanık Fatma C..., aşamalardaki savunmasında, yukarda değinilen
tutanakta belirtildiği şekilde gelişen olayda, suça konu esrar hammaddesini kendisinin koymadığını ileri sürmüştür.
Hakkındaki beraat kararı kesinleşen Nursel C... da, sanık Fatma C...'ın savunması doğrultusunda beyanda bulunmuştur.
Buna karşılık Cezaevi Koruma Başmemuru olan tanık Halil Ç... aşamalardaki anlatımlarında, kol kısmında sonradan uyuşturucu madde elde edilen eşofmanın sanığa verilmeden önce titizlikle arandığını ve herhangi bir şeye rastlanmadığını, eşofmanın bir saat süreyle sanıkta kaldığını, Hakan'a iade edilmek üzere kendilerine verildiğinde yapmak istedikleri aramaya sanığın ısrarla karşı çıktığını, buna rağmen yaptıkları arama sonunda eşofmanın kol kısmına gizlenmiş uyuşturucu maddeyi bulduklarını bildirmiş olup dinlenilen diğer tanıklar Alaattin Yılmaz, Remzi Günsoy ve Kemal Kuvvettaş da aynı doğrultuda beyanda bulunmuşlar
dır. Eşofmanın sanığa verilmeden önce aranmış olması, sanığın olay sırasındaki tutum ve davranışı, uyuşturucunun cezaevinden dışarıya değil, dışarıdan cezaevine sokulmak istenmesinin yaşam gözlemlerine uygun
bulunması da nazara alındığında uyuşturucu maddenin sanık tarafından cezaevinde bulunan oğluna ulaştırılmak üzere eşofmana gizlendiğini ortaya koymaktadır.
6.9.1996 günlü ekspertiz raporunda; suça konu maddenin esrar yapımında kullanılan dişi hint keneviri olduğu açıklanmıştır.
Bu kanıtlara göre; sanığın hükümlü Hakan C... tarafından yıkanmak üzere kendisine verilen eşofmanın kol kısmına, suça konu uyuşturucu maddeyi yerleştirdiği ve yapılan aramada bu maddenin ele geçirildiği, tanık anlatımları, olay tutanağı ve tüm dosya içeriğinden anlaşıldığından, sanığın üzerine yüklenen suç sübuta ermiştir. Bu itibarla direnme kararının bozulmasına karar verilmelidir.
Karşı oy kullanan Kurul Üyesi 4. Ceza Dairesi Başkanı Sami SELÇUK: "Yüce Kurulun verdiği karar birçok yönlerden hukuka aykırıdır. Bunları belirleyebilmek için, ilkin Yargıtay, temyiz yolu ve denetimi üzerinde durmak; ikinci olarak da bunların ışığında yapılan yanılgıları irdelemek gerekir."
"A)Türk Yargıtayı;Alman,Fransız,İtalyan vb.ülkelerdeki bozma mahkemelerinin(cours de cassation)aynısıdır.Bozma mahkemeleri doğrudan öğrenme yargılaması(cognizione),yani duruşma yapmamaktadırlar.Bu kurumlaşmanın doğasından kaynaklanan belirleyici,zorlayıcı sonuçlar ise şunlardır: Duruşma,yargılamanın en önemli aşamasıdır ve var olma (icat) nedeni de, hırsızlık,yaralama,şiddetli geçimsizlik,bir tanığın içtenliği,doğru söyleyip söylemediği gibi olayların gerçek olup olmadıklarını saptamaktır. Bu saptama işinin ise, tutanaklara göre değil; duruşmadan edinilen izle
nimlere göre yapılması zorunludur (CYY.md.254).Yukarıda belirttiğim gibi duruşmanın varlık nedeni budur. O yüzden, kanıtları yeterli/yetersiz, yanlı/yansız v.b. gibi değerlendirme yetkisi, yalnız ve yalnız duruşma yapan, duruşmaya katılan, bu nedenle de, taraflarla, kanıtlarla doğrudan ve yüz yüze ilişki kuran,onlar üzerinde yapılan yüksek sesli tartışmaları dinleyen,bir sözcükle kanıtlarla doğrudan diyalektik ilişkide bulunan duruşma yargıçlarına aittir(C.Y.Y.md.381,382). Böyle bir değerlendirmeyi yapabilmek için hukuk öğrenimi görmeye gerek olmadığından, jürilerde görüldüğü üzere, çeşitli mesleklerden gelen kişiler de olay sorunlarını çözebilmektedirler.Yeter ki, duruşmada hazır bulunsunlar. Bu nedenle, isterse deneyimli hukukçu olsun, duruşmaya katılmamış bir yargıcın,olaya ilişkin sorunları çözmesi, eşyanın doğası gereği olanaksızdır. O yüzden, istinaf ve dolayısıyla duruşma yapma yetkisini haiz olmayan ve duruşma yapmayan Yargıtay yargıçları, dünyanın hiç bir ülkesinde, duruşma yapan ilk mahkemenin yerine geçerek, olay sorunlarını çözememektedirler.Dahası istinaf mahkemeleri de, yeni baştan duruşma yapma (tipik istinaf) yetkisini kullanmamış,yalnızca taraflar dinlenmekle yetinmişlerse (atipik istinaf), ilk mahkemelerce sabit kabul edilen olaylara ilişmemekte, öbür hukuksal sorunları ele almaktadırlar. Çünkü, yargılamanın temel ilkesi şudur: "Yargılandığın oranda hüküm kur, (sonuç çıkar): tantum judicatum, quantum conclusum". Bu yüzden duruşma yapmayan Yargıtay, olay değerlendirmesi yapamayacak; "olay sabittir/değildir", "tanık yansızdır, doğru
söylüyor; yanlıdır, yalan söylüyor" gibi salt olgulara ilişkin hükümler kurarak, duruşma yapan ilk mahkemenin yerine geçemeyecektir. Eğer kurabilseydi, yargılama Yargıtayda biter, yollama yargılamasına gerek duyulmazdı. Yargıtayımız, benzerleri gibi, bozma kararından sonra dava dosyasını, yollama yargılaması/duruşması yapılması için esas mahkemesine göndermektedir. Bu zorunludur. Çünkü, ilke şudur: "Yargıtay yargıcı,davanın (esasın)değil,kurulan hükmün/kararın yargıcıdır".O nedenle de,Yargıtayın C.Yargılama Yasasının 322.maddesindeki sayılı ve sınırlı durumlar dışında esas (ilk) mahkemesinin yerine geçerek karar vermesi, kesinkes olanaksızdır ve 322. maddenin varlığı ve gerekçesi de bunu kanıtlamaktadır".
"Yargıtay yargıcı, hükmün yargıcı olarak, esas mahkemesinin sabit kabul ettiği olayları, eylemleri ve olguları, iki yolla denetleyecektir. Birincisi; olayları/eylemleri olguları sabittir/değildir biçiminde vicdani kanı yargısını oluşturmak için yapılan duruşmanın yargılama yasalarına uygunluğunu ele alacaktır. Yargılama kusurlu (vitium in procedendo) ise, elbette karar ilkin bu nedenle bozulacaktır. Yargılama kusursuz ise, Yargıtay, esas mahkemesi hükmünün yalnızca gerekçesini inceleyecektir. Zira,bir İtalyan Yargıtay kararında belirtildiği gibi, gerekçe, her olay ve hukuk sorununu tek tek çözmesi gereken, mantıki ve hukuki bütünlük sergileyen bir yapıttır (20.12.1989). İşte Yargıtay, olaylara, kanıt değerlendirmelerine ilişkin sorunların, doğa, mantık, deneyim ve hukuk kurallarına uygun ele alınıp alınmadıklarını, salt gerekçe denetimini yaparak irdeleyecek, hukuksal denetim ve gerekçelerde disiplin sağlama görevini bu yolla yerine getirecektir. Ancak, Yargıtay, bu konularda, ilk mahkemenin yerine geçerek kesin çözümler getiremez, getirmemelidir. İncelediğim Avrupa ve Latin Amerika ülkelerindeki yargıtaylar (bozma mahkemeleri), denetim yargılamasını böyle yapmaktadırlar ve bu hususta öğreti ile uygulama bire bir çakışmaktadır. Bu konuda İtalyan Yargıtayının birkaç kararını sunmakla yetiniyorum:
"Yargıtay, olayla ilgili değerlendirmeleri esas mahkemesinin elinden alamaz" (sez.1, 7.6.1989; sez.VI, 30.10.1989). "Kanıt kaynağının ve kanıtın değerlendirilmesi, duruşma yapan ilk mahkemeye ait bir olay sorunudur. Yargıtay bu konuda yalnızca gerekçeyi inceleyerek denetleme yapabilir" (sez.1, 22.2.1990; sez. IV, 11.12.1990). Kaynak Yasanın alındığı Almanya'da da durum aynıdır. Alman Yargıtayının 7.6.1979 tarihli kararı da aynı niteliktedir: "Fotoğrafı çekilen taşıt sürücüsünün kim olduğunun radar fotoğrafından saptanabilip saptanamayacağı olay (esas/ilk mahkeme) yargıcının değerlendirebileceği bir husustur; temyize gerekçe oluşturamaz (temyiz konusu yapılamaz). Federal Mahkemeye göre, olay yargıcının esasa ilişkin her kararının temeli, yargıcın, kendisinden bir kanıya ulaştığı olay akışıdır. StPO 261'e göre (Türk CYY.254) mahkeme, kanıt sunumunun sonucunu kendi özgür ve duruşmadan elde ettiği kanısına göre karara bağlar. Kanıt sunumunun sonucunu değerlendirmek, yalnızca olay yargıcının konusudur. Suçluluğun saptanması sorunu için önemli olan ve yalnızca ona ait olan görev, yasal kanıtlama kurallarıyla bağlı olmaksızın ve yalnızca kendi vicdanı ile sorumlu olmak üzere,
olası kuşkuyu aşıp aşamayacağını ve belirli bir olgular bütününden bir kanıya ulaşabilip ulaşamayacağını incelemektir. Aynı biçimde olay yargıcı, belirli olgulardan, zorunlu olmayan sonuçlar olsalar bile olası sonuçlara varmaktan da engellenemez. Bunun gibi olay yargıcına, hangi koşullarda hangi belirli sonuçlara ve belirli kanıya varmak şeklinde bir zorunluluk yüklenemez. Yargıtayın olay yargıcının kanıya varışını denetlemek bakımından sınırlı bir olanağı vardır. Bu, kural olarak Yargıtay için bağlayıcıdır. Özellikle de Yargıtayın kendi değerlendirmesini olay yargıcınınkinin yerine koyma yetkisi yoktur. Özgür kanıtlama yolunda kanıt sunumunun bir ölçüde yinelenmesi yetkisi de yoktur. Eğer Yargıtay, sunulmuş olan kanıtlama araçları dolayısıyla kendi değerlendirmesini olay yargıcınınkinin yerine koyacak olursa, kendi görev alanının sınırlarını aşmış olur ve kendisine temyiz yargılamasının yasal düzenlemesine göre üstlenme hakkı ve yeterliliği olmayan bir sorumluluk yüklemiş olur. Kuşkusuz, olay yargıcına kanıya varış sürecinde tanınmış olan özgürlüğün de sınırları vardır. Olay yargıcı, bu yetkisini kendince (keyfi olarak) kullanamayacağı gibi, bütün kanıtları da sonuna kadar değerlendirmek zorundadır. Bunun ötesinde kesin bilimsel verilere, mantığın yasalarına ve günlük yaşamın deneyim kurallarına dikkat etmek zorundadır. Duruşmadan elde edilen özgür kanıt değerlendirmesi ilkesine aykırılıkta bulunulduğu savı, kanıt sunumu yinelenmeksizin, hükümde yapılan saptamaların duruşmada tüketilen kanıtlama araçları yoluyla değil ve yine eğer duruşmaya ait olaylardan elde edilmediği kanıtlanabiliyorsa, temyizde sonuca götürür. Buna karşın bir tanığın, başka türlü anlatımında bulunduğu ya da başka türlü anlaşılmak zorunda olduğu savı sonuç getirmez. Ancak hükmün, istinabe yoluyla dinlenen bir tanığın duruşmada okunan anlatımını ya da duruşmada okunan bir belgenin içeriğini yanlış aktardığı yahut da belgenin hükümdeki saptamalara karşın açıkça başka bir içeriğe sahip olduğu savının sonuca götürmesi elbette olanaklıdır. Bu son durumlarda, olay mahkemesinin, verilmemiş bir anlatımı ya da bir belgeyi başka içerikle değerlendirmiş olduğu açıktır. Bu ilkeler kanıt sunumunun konusunu oluşturan fotoğraflar bakımından da geçerlidir. Bu yüzden temyiz davacısının, olay mahkemesine göre bir fotoğraftan başka olası sonuçları çıkarmak istemesi ve bunu temyize taşıması sonuç getirmez. Böyle bir olayda mahkeme, duruşmanın dışında kalan bir kanıtı değerlendirmemiştir. Tam tersine, hukuka uygun bir biçimde öne sürülen bir kanıtı, kanısına dayanak almıştır. Olay mahkemesi, radar fotoğrafındaki kişinin özellikleriyle duruşmada görünen ilgiliyi karşılaştırabilecektir. Bu karşılaştırmadan, kendi kanısına göre radar fotoğrafındaki sürücünün duruşmadaki kişiyle aynı olduğu olası sonucuna varması da Yargıtayı bağlayacaktır. Radar fotoğrafının duruşmada bu karşılaştırmayı yapmaya olanak verip vermeyeceğinin denetimini yapmak yetkisi, Yargıtaya tanınmamıştır. Yargıtaya radar fotoğrafını kendisinin değerlendirmesi yolu kapalı olduğu için Yargıtay, olay mahkemesince keşif konusu yapılan fotoğrafın kanısına varış için yeterliliğinin olup olmadığını da denetleyemez. Çünkü bu karar, kanıtlama aracının tartılmasını ve değerlendirmesini gerektirir. Bu sonuç, politik ve pornografik yazı ve resimlerin değerlendirilmesinde bunların, Yargıtayca; tersi durumda olay yargıcının hukuksal değerlendirmesinin doğru olup olmadığının denetlenemeyeceği gerekçesiyle, keşif konusu yapılabilmesine ters değildir. Olaydaki durum farklıdır. Olayda iki kanıtlama aracının karşılaştırılması söz konusudur. Bu da olay yargıcının görevidir". (Aktaran: S.Keskin, Ceza Muhakemesi Hukukunda Temyiz Nedeni Olarak Hukuka Aykırılık, İst., 1997, s.95, 96, dip not: 330)"
"Burada, önemle vurgulanması gereken nokta şudur: Gerekçe yoluyla denetlemek başka şeydir, ilk mahkemenin yerine geçerek sorunu esastan çözmek büsbütün başka şeydir. Bu başkalıklar gözetilmez de ölü tutanaklara göre kanıt değerlendirmeleri yapılarak olay sorunları esastan çözülürlerse, bir yargılama sendromunun yaşanması ve onun belirtilerine ve tehlikeli sonuçlarına katlanılması kaçınılmaz olacaktır. Bu sonuçlar şunlardır: a) Doğrudanlık, yüzyüzelik, açıklık ve sözlülük ilkelerine göre yapılan duruşma hiçlenecek, gereksizleşecektir. Gerçekten, yalnızca tutanaklara göre karar verilecek idiyse niçin duruşma yapılarak karar verilmiştir? Bir yargıç soruşturmayı yapar,tuttuğu tutanakları Yargıtaya gönderir, karar verilebilir; böylece zamandan ve emekten kazanılmış olurdu. b) Yargılamanın olmazsa olmaz ve en önemli aşaması bulunan, bu yüzden de sağ esen olması için yargılama yasalarının tüm maddelerinin seferber edildiği duruşma sonucu oluşan olaylara ilişkin vicdani kanı yargısı; ölü tutanaklara göre oluşturulan vicdani kanı yargısına feda edilince, daha iyi araçlara/ olanaklara sahip ilk mahkemenin yargısının yerine, duruşma yapmadığı için daha kötü araçlara/ olanaklara sahip olanın yargısı geçecek, hem eşyanın doğasına ve hem de duruşma ve "yargılandığın oranda hüküm kur" kurallarına ters düşülecektir. Kuşkusuz, böyle bir yargılamada, adli yanılgı oranı da çok fazla olacaktır. c)Olaylara ilişkin gerekçenin dışlandığı ve gereksizleştiği bir ülkede, ilk mahkeme yargıçları, yükü ve sorumluluğu Yargıtaya atacaklarından, Yargıtay, gerekçelerde disiplin sağlama ve ilk yargıçları yetiştirme (pedagojik) görevlerini hiç bir zaman yerine getiremeyecektir. d)Tutanaklara göre (duruşmasız) oluşturulan vicdani kanı yargısı, her zaman kuşkuyla karşılanacağından ve tarafların katkısı sıfırlaşacağından, kesin hüküm saygınlığı örselenecektir. Zira böyle bir yargılamada, saydamlığa ve diyalektiğe dayanan adaletin yerini, artık gizli ve görünüşte adalet almıştır. Bu konuda ortaya çıkan tehlike ve sonuçları, yaptığım araştırmaların bir bölümü olarak yayımladığım yazılarda (les voies de recours en France, AÜSBF.Dergisi, c.XLV, sayı:1-4, Ocak 1990, sayfa: 119-184; Yargıtayın (bozma mahkemesinin) ve temyiz yolunun iyi algılanması ve kurumsallaştırılması sorunları, Yargıtay Dergisi, OcakNisan 1992, s.19-449) ve Yüce C.Genel Kurulunun birçok kararlarında(14.4.1986, 521/219, 11.3.1991, 335/75, 4.5.1992, 110/132, 23.10.1992, 252/308, 8.2.1993, 368/31, 14.6.1993, 110/168 ve bir İç. Birleştirme kararında (14.12.1992, 1/5 R.G. 6.5.1993) ayrıntılarıyla sergilemiştim."
"Nitekim temyiz denetimiyle ilgili son bir kaynak yapıtta, bu denetim üç başlık altında incelenmektedir: "1- Yargıtay yasanın yorumunu her zaman denetler" ve bu konuda son sözü söyler. "2- Yargıtay, olayların/eylemlerin kanıtlanmasını (sübutu) hiç bir zaman ilk mahkemenin yerine geçerek çözemez." "3- Yargıtay, olayların/eylemlerin nitelendirilmesini (hukuksal tanıyı,adlandırmayı) kimi zaman çözer." (M.-N. Jobard- Bachellier/Xavier Bachellier, La tecnique de cassation, Paris, 1991, s.38) Burada kullanılan zaman zarflarına dikkati çekmek isterim."
"B) Bütün bu hususlar, Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun Türk Yargıtayına yönelik 25.2.1997 tarihli raporunda şöyle vurgulanmıştır: "Söz konusu koşullarda Komisyon; Türk hukukuna göre Yargıtayın işlevinin (rolünün); ilk (esas) mahkemesi tarafından verilen hükmün yasaya ve yargılama yöntemine uygunluğu hakkında karar vermekle sınırlı bulunduğunu ve Yargıtayın ne kanıtların değerlendirilmesi ve ne de sanığın kişiliği konularında hüküm kuramayacağını anımsatır (paragraf,n.100). Aynı kararın bunu izleyen paragrafında da "Yargıtayın olay değil, yalnızca (münhasıran) hukuk noktalarına ilişkin işlevini göz önünde tutarak" demek suretiyle Komisyonun 31 yargıcı oybirliğiyle, duruşma yapmayan Türk Yargıtayının hukuk kurallarını yanlış algıladığını ve uyguladığını belirtmektedir. Kuşkusuz hukuk açısından Yargıtayımız için bu onur kırıcı ve ağır bir durumdur. Yargıtayımız ile uluslararası yargı kurulları arasındaki bu çatışmanın hukuka uygun düşen A.İnsan Hakları Komisyonunun raporu doğrultusunda sona ereceği kuşkusuzdur".
"C) Üzülerek belirteyim ki, bugün ülkemiz bu yargılama anlayışının açmazlarını yaşamaktadır. İnceleme konusu karar da bunun çarpıcı bir örneğidir. Gerçekten, Yerel Mahkeme, savunmalar dahil, aşamalardaki tüm anlatımları tutarlı ve mantıklı biçimde sergileyip tartışmış ve ulaştığı vicdani kanı yargısına göre hüküm kurmuştur. Bunları çürütmek olanaksızdır. Olsa olsa, yalnızca öznel değerlendirmelerle karşı bir görüş oluşturulabilir. Ancak, bu, yukarıda belirtildiği gibi, Yargıtayın işi değildir. O yüzden, Mahkemenin gerekçesinde sergilenen nedenler karşısında, bozma hukuka aykırıdır." düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, D.G.M. C.Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden direnme kararının istem gibi BOZULMASINA, 11.11.1997 tarihinde yapılan birinci müzakerede 2/3'ü aşan oyçokluğuyla karar verildi.