 |
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas no : 1994/91
Karar no : 1994/116
Tarih : 25.04.1994
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Adam öldürmek suçundan sanık İsmail'in TCK.nın 46/2. maddesi gereğince kapalı bir akıl hastanesinde bir yıldan aşağı olmamak üzere şifa buluncaya kadar muhafaza ve tedavi altına alınmasına, katılanlar lehine manevi tazminat tayin ve takdirine, nisbi harç ve yargılama giderinin sanıktan tansiline ilişkin, (Kastamonu Ağır Ceza Mahkemesi)nce verilen 25.2.1993 gün, 163/26 sayılı kararın sanık vekili tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Birici Ceza Dairesi, 3.2.1994 gün, 13/187 sayı ile; "Bir kamu ya da şahsi davada müdahilin şahsi haklarına ilişkin isteğinin hükme bağlanabilmesi için, sanığın müdahale olunan suçtan mahkumiyetine (CMUK. 358/1) karar verilmesi ve şahsi haklara ilişkin isteklerin duruşmanın uzamasını veya hükmün tehirini mücip olmaması (CMUK. 358/2) gerekir.
Mahkumiyet hükmünün; beraatın karşıtı olduğu (CMUK. 253/2) ve sanığa isnat olunan suçun sabit sayıldığını ifade eder olduğu içeriğinin ise; suçun kanuni unsurları ile tatbik olunan kanun maddelerini ve tayin olunan ceza miktarı gibi hususlardan teşekkül ettiği (CMUK. 260, 268) suçu işlediği sırada tam akli maluliyet halinde olduğu tıbben belirlenen faillere ceza tertip olunmayarak tıbben şifa buluncaya kadar MUHAFAZA ve TEDAVİ altında bulundurulma (TCK. 45/3) kararı verileceği her ne kadar bu durumun sanık açısından hürriyeti bağlayıcı cezaların sonuçlarına benzer nitelikte arz ettiği; ancak tahkikatın her aşamasında sulh veya duruşma hakimi tarafından verilebilmesi de nazara alınarak muhafaza ve tedavinin toplumu korumak ve suçluyu iyileştirmek amacına matuf bulunması karşısında bu kararın mahkumiyet kararı sayılamayacağı aksi halde; infaz tarzı, süresi, yeri ve infazın sonuçları (tekerrür vs.) zamanaşımları gibi sayılamayacak sonuçlar bakımından cevaplandırılamayacak bir çok sorunlar çıkartacağı açıktır.
Bu itibarla; TCK.nun 46. madde uyarınca hakkında mahkumiyet kararı kurulmayan sanık aleyhine ceza yargılaması yapan mahkemenin müdahilin, maddi ve manevi tazminat talebi hususunun hukuk mahkemesine başvurmak hakkını mahfuz tutması gerekirken yazılı şekilde tazminata karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına; "Fiili işlediği zaman tam akıl hastalığına musap olan kişinin TCK.nun 46. maddesi uyarınca tedavi ve müşahadesine hükmedilebilmesi için eylemi işlediğinin sübutu, suç tipinin saptanması ve bu tipin ağır hapsi gerektirir nitelikte olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Akıl hastaları hakkında hükmedilecek tedavi ve muhafaza tedbirinin CMUK.nun 358. maddesinde yazılı türden bir mahkumiyet hükmü olduğu öğretide kabul edilmiştir.
Hazırlık soruşturmasında Sulh Hakiminin bu tedbire hükmedebilme yetkisi ile donatılması, akıl hastasının acil tedavisine ve çevresine verebileceği zararın geciktirilmeden önlenmesine yöneliktir. Bu yetkinin hazırlık soruşturmasında dahi kullanılabilir oluşuna dayanılarak tedbirin mahkumiyet sayılamayacağı neticesine varılamaz.
Tedavi müşahade kararı CMUY.nın 358. maddesine göre mahkumiyet niteliği taşıdığından davaya katılan lehine maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerekir" karşı oyu ile ve oy çokluğuyla karar vermiştir.
Yargıtay Başsavcılığı, 31.3.1994 gün, 57444 sayı ile itiraz ederek Özel Daire bozma kararının kaldırılıp, hükmün onanmasını talep ettiğinden dosya 1. Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Sanık hakkında adam öldürmek suçundan açılan dava; suçu sabit görülen sanığın olay tarihinde tam akıl maluliyetine müptela olup ceza ehliyeti bulunmadığından TCK.nın 46. maddesi gereğince hakkında ceza tayinine yer olmadığına, bir akıl hastanesinde bir yıldan az olmamak üzere şifa buluncaya kadar muhafaza ve tedavi altında bulundurulmasına, katılan lehine manevi tazminata hükmedilmiş; sanık vekilinin temyizi üzerine karar yukarıda açıklanan nedenle bozulmuştur.
Özel Daire ile Yargıtay C. Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, akıl hastası olan sanık hakkında TCK.nın 46. maddesi uygulandığı takdirde ceza mahkemesince, katılan lehine şahsi hakka hükmedilip hükmedilmeyeceğine ilişkindir.
Kural olarak, bir ceza davasında tazminata hükmedilebilmesi için; suçtan zarar gören davaya katılmalı, şahsi hak talebinde bulunmalı, sanığın mahkumiyetine karar verilmeli ve tazminat istemi davanın sonuçlandırılmasını geciktirmemelidir.
Suçtan zarar gören her şahsın CMUY.nın 365 ve devamı maddeleri gereğince kamu davasına müdahale yolu ile katılması mümkündür. Müdahale talebinin kabulü halinde şahsi davacının haiz olduğu haklardan yararlanacak ve şahsi hak talebinde bulunabileceklerdir. Müdahale yolu ile dava öğreti ve yargı kararlarında da kabul edildiği gibi kamu davasından ayrı, onun içinde ve kamu davasıyla birleşmiş ayrı bir davadır. Müdahale yolu ile açılan her dava, kamu davasının içinde ayrı hukuki varlığı olan, kural olarak yargılama usulü açısından Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasına, (taraf ehliyeti, kabul, sulh, feragat, isbat yükü, deliller, istekden fazlaya hükmedilememesi gibi) ancak bazı yönleri ile de Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasına (temyiz süresi, peşin harç yatırılmaması, layihaların teatisi prosedürünün olmaması gibi) tabi olan müstakil bir davadır. Bu nedenle davaya katılmak isteyenin davacı olma ehliyeti yanında, aleyine şahsi hak davası açılan sanığın da davalı olma ehliyeti bulunmalıdır. Dava ehliyeti dava şartlarından olup mahkemece öncelikle ve re'sen nazara alınmalıdır. Bu şart yoksa diğer itiraz ve defilerin incelenmesine gerek kalmayacaktır. Çünkü, itiraz ve defiler ancak davalı olabilecek mümeyyiz ve reşit kişiler tarafından ileri sürülebileceklerdir. HUMY.nın 38. maddesi gereğince dava ehliyeti, Medeni Kanun hükümlerine göre tayin ve tespit olunacaktır. MK.nun 13. maddesi uyarınca, yaşının küçüklüğü sebebiyle yahut akıl hastalığı veya akıl zayıflığı veya şarhoşluk ve bunlara benzer sebeplerden biriyle makul surette hareket etmek iktidarından mahrum olmayan her şahıs mümeyyizdir ve 14. madde hükmüne göre mümeyyiz olmayanlar ile küçükler ve mahcurlar medeni hakları kullanmak selahiyetinden yoksundurlar.
Temyiz kudretinden yoksun olan kişilerin medeni hakları kullanma ehliyeti bulunmadığından, davacı veya davalı olarak ancak yasal temsilcileri vasıtasıyla takip ve temsil olunabilirler. Dava ehliyeti olmayan davalıya karşı yapılan işlemlerle onun tarafından yapılan usul işlemleri geçersizdir. Bu nedenle, tam ehliyetsiz olan davalının yasal temsilcisi olamadan davaya devam olunamaz. HUMY.nın 445/8. maddesi uyarınca Yasal temsilci olmadan davaya bakılması iadei muhakeme sebebidir. İadei muhakeme sebepleri ise kesin temyiz nedenlerindendir.
Bu itibarla, yüklenen suçu işlediği sırada tam akıl hastası olup ceza ehliyetinin bulunmadığı anlaşılan sanık hakkındaki ceza davasına müdahale edilerek şahsi hak talebinde bulunması halinde sanığın şahsi hak davasında taraf olma ehliyeti bulunmadığından, vesayet altına alınması ve kendisine yasal temsilci atanması için HUMY.nın 42. maddesi gereğince yargılamanın talikine karar verilecektir. MK.nun 355. maddesi gereğince vesayet altına alınacak sanığa, yetkili mahkeme tarafından bir vasi tayin edilecektir. Davanın takibi için vasi tayini de yeterli olmayıp, vasinin MK.nun 405/8. maddesinde öngörüldüğü üzere Sulh Hukuk Hakiminden husumet izni alması gerekmektedir. MK.nun 405. maddesi vesayet altına alınanların hukukunu korumaya yönelik ve kamu düzeni ile ilgili olduğundan mahkemece re'sen gözetilmesi gereken emredici kurallardandır. Sulh Mahkemesinden izin alınmadıkça, temyiz kudreti olmayan şahsın davacı veya davalı olmasına bakılmaksızın davaya devam olunamayacaktır.
Suçu işlendiği tarihte akıl hastası olması nedeniyle temyiz kudreti olmayan sanığın, vekil tayin etmesi ve kendisine bir vekille temsil ettirmesi olanaksızdır. CMUY.nın 138. maddesi uyarınca mahkemece re'sen tayin edilen müdafii ise, ceza davası için atanmış olup yetki ve görevleri kamu davasıyla sınırlıdır. Sanığın genel vekili olmayıp müdafiidir. Ceza davasından ayrı ve bağımsız nitelikte olan, müdahale yoluyla açılan davada sanığı temsil etme yetkisi bulunmadığı gibi sanık adınada dava açılamaz.
Bu nedenle, kendisine karşı şahsi hak davası açılan ve suçu işlediği zaman akıl hastası olan davalı-sanığın vesayet altına alınarak kendisine vasi tayin edilmesi ve vasinin sulh mahkemesinden izin alarak davada sanığı temsil etmesi gerektiğinden, bu inceleme ve araştırma duruşmanın uzamasına neden olacağı cihetle CMUY.nın 358/2. maddesi gereğince davacının hukuk mahkemesine müracaat edebileceğine karar verilmelidir.
Ayrıca, hükmolunacak manevi tazminat miktarının tayininde, mağdurun olaya sebebiyet verip vermediği, kusur durumu, fiilin haksız ve ağır tahrik altında işlenip işlenmediği, haklı savunma sınırlarının aşılıp aşılmadığı da nazara alınacaktır. Halbuki suçu işlediği sırada tam akli maluliyet halinde olduğu anlaşılan sanığın akıl hastanesinde tedavi ve muhafaza altına alınmasına ilişkin kararda; bu hususların değerlendirilmesi olanaksızdır. Bu nedenle zararın vücuduna ve miktarına ilişkin tetkikler de ceza davasının uzamasına sebebiyet verecektir.
Akıl hastası olan sanık hakkında TCK.nın 46. maddesi uygulandıktan sonra katılan lehine tazminata da hükmedildiği takdirde, kararın şahsi hak yönünde herhangi bir nedenle bozulması halinde, akıl hastahanesinde olan sanığın duruşmaya getirilmesi, dava ehliyeti olmadığından vesayet altına alınması ve kendisini tayin edilen vasinin sulh mahkemesinden izin alarak şahsi hak davasında sanığı temsil etmesi zaman alacak ve ceza davasının uzamasına neden olacaktır. Ceza davasında, davanın daha sonraki aşamalarında nazara alınan bu husus, hukuk mahkemesinde açılacak davada öncelikle taraf ehliyeti araştırılacağından davanın başlangıcında dikkate alınacak ve davanın daha çabuk sonuçlanması sağlanacaktır.
Öte yandan, akıl hastalığı nedeniyle temyiz kudret bulunmayan sanık aleyhine hükmolunan tazminata ilişkin ilamın infazında güçlüklerle karşılaşılacaktır. Örneğin akıl hastası olan sanığın annesini öldürmesi, babasının davaya katılarak şahsi hak talebinde bulunması halinde ceza hakiminin kime ve neye karşı, kimin aleyhine karar vermesi gerektiği, davalı sanığın kim tarafından temsil edileceği ve bu hakkın kimden nasıl alınacağı karışıklıklara sebep olacaktır.
Ceza Yasasının 46. maddesi gereğince, suçu işlediği sırada tam akıl maluliyetine müptela olup ceza ehliyeti bulunmayan sanık hakkında şifa buluncaya kadar akıl hastahanesinde muhafaza ve tedavi altına alınmasına karar verilecektir. Maddede öngörülen bu tedbirin dışına çıkılarak bir başka tedbire hükmedilemez. Şahsi hakla hükmedilebilmesi için CMUY.nın 358/1. maddesinde belirtilen "mahkumiyet" şartını, sanığın cezalandırılması şeklinde kabul etmek daha yerinde ve konunun gereklerine daha uygun olacaktır. Genel af, durma, düşme, zamanaşımı nedeniyle davanın ortadan kaldırılması ve tedbire hükmedilmesi halinde cezalandırma şartı da gerçekleşmemiştir.
Kamu davasından ayrı olan şahsi hak davası yukarıda açıklanan araştırma ve incelemelerin sonucunda hükme bağlanabileceğinden ve tarafları tatmin edebilecek, infazı mümkün olabilecek nitelikteki bir kararın hukuk mahkemesince verilmesi mümkün ve icabı hale çok daha uygun olduğundan akıl hastası olan sanık hakkındaki ceza davasının uzamasına neden olan şahsi hak konusunda, hukuk mahkemesinde dava açılabileceğine karar verilmesi gerekmektedir. Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Kurul Üyeleri; "haklı nedenlere dayanan itirazın kabulü gerektiği" doğrultusunda ve Üyelerden O. Şirin; "Ceza yargılamasında "şahsi hak" kavramı ve hakka hükmedilmesi koşulları, CYUY.nın "şahsi dava" bölümünde tanımlanmış, Usul yasası yönünden "kıyas" müessesesinin geçerli olması nedeniyle 365/2. maddesi yollamasıyle, "kamu davasına katılma" durumunda da geçerli sayılmıştır.
Şahsi hakla hükmedilebilmesi; yasal usulle istenilmesine, suçlananın eyleminin sübutuna karar verilerek "mahkum" olunmasına, zararın varlığı ve miktarına ilişkin tetkikin duruşmanın uzamasını veya hükmün tehirini gerektirmemesine bağlanmaktadır.
Bu koşullar gerçekleştiğinde, suç nedeniyle kayba uğrayanlar, maddi ve manevi zararlarını mahkumdan alabilme olanağına kavuşmakta, yargılama tasarrufu ile en kısa yoldan hakkın teslimi sağlanabilmektedir.
Fiili işlendiği zaman tam akıl hastalığına musap kişilerin yargılanması ve haklarında "emniyet tedbiri"ne hükmedilmesi, farklı bir yargılama usulüne bağlanmadığından, bu kişilerle ilgili kamu davalarında da "müdahil" olunabilmek ve şahsi hak isteminde bulunabilmek mümkün olabilmektedir. Bu kişilerin TCK.nın 46. maddesi uyarınca "muhafaza ve tedavisine hükmedilebilmesi" için, eylemi işlediğinin sübutu, suç tipinin saptanması ve bu tipin "ağır hapsi gerektirir" olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Maddede her ne kadar "isnat olunan suç" tabiri geçmekte ise de, bundan dolayı yanılgılı bir yoruma kayarak, sadece isnadı yeterli saymak ve asılsızlığı sabit olan ya da olabilecek özellik taşıyan bir suçlama nedeniyle bir akıl hastasının muhafaza ve tedaviye zorlanabileceğini kabullenebilmek, öğretide de, uygulamada da kabul görmemektir (1).
Sıralanan koşullar, ehil kişilerin ceza yargılamasında da aynen arandığıdan, gerek suçun sübutu, gerek isnadı ve gerekse tipini yönünden, akıl hastaları ile mümeyyizler arasında farklılık gözlenmemektedir. Hazırlık soruşturmasında sulh hakiminin de bu yetki ile donatılması, bu zorunluluğa istisna getirmemekte, gerek sübut isnat ve gerekse suç türünün saptanması lüzumu terkedilmemektedir (2).
Bu paralellik karşısında, sayın çoğunlukla çelişen görüşümüzün tahlili için öncelikle, TCK.nın 46. maddesi uyarınca akıl hastaları için hükmedilecek "muhafaza ve tedavi tedbirinin" hukuki niteliğini saptamak gerekmektedir. Bu değerlendirme ile tedbirin, CYUY.nın 358. maddesinde tanımını bulan "mahkumiyet" kavramına dahil olduğu sonucuna varılırsa, bu kişiler aleyhine şahsi halka da hükmedilebileceği aksi halde çözümün hukuk mahkemesine bırakılması zorunluluğu doğacağı aydınlık kazanacaktır.
Her ne kadar 1. Ceza Dairesi Sayın Çoğunluğu bazı gerekçelerle, bu tedbir türünün "mahkumiyet" sayılamayacağı görüşünü benimsemekte ve bu yorum Ceza Genel Kurulu Sayın Çoğunluğu'nca da kabullenilmekte ise de; öğreti, bu tür tedbir kararlarının da CYUY.nın 358. maddesinde yazılı türden bir "mahkumiyet" olduğunda fikir birliği halindedir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerden Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının (REDDİNE), 25.4.1994 günü oyçokluğuyla karar verildi.