Hukuki.NET

T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas no : 1994/47
Karar no : 1994/92
Tarih : 11.04.1994

Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


 
DAVA : Reşit olmayan mağdureyi zorla alıkoymak ve zorla ırzına gecip kızlığını bozmak suçlarından sanık Güldoğan'ın eyleminin rızayla alıkoymak ve zircirleme ırza gecip, kızlığını bozmak suçlarını oluşturduğunun kabulüyle, TCK.nın 416/son 418/2, 80. maddesi ile 10 ay hapis ve 430/2. maddesi uyarınca 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nce 13.3.1992 gün ve 211-42 sayı ile verilen kararın, sanık müdafi tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen;
Yargıtay 5. Ceza Dairesi'nce 29.9.1992 gün ve 2665-2885 sayı ile;
(Onyedi yaşındaki mağdurenin mahkemeye verdiği 12.2.1992 tarihli dilekçe ve bunu takiben duruşmada vermiş olduğu ifadelerinde, kendisine karşı sanık tarafından herhangi bir suç işlenmediğini açıkça belirtmiş olması karşısında, yüklenen suçların sanık tarafından işlendiği hususunda mahkumiyete yeter, kesin ve inandırıcı kanıt bulunmadığı gözetilip, beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi) isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise 19.10.1993 gün ve 161-202 sayı ile; mağdurenin hazırlıktaki beyanının tanık Jale Helvalı tarafından doğrulanmış bulunmasına ve ırzına geçilip, kızlığının bozulduğuna ilişkin doktor raporuna göre, mağdurenin mahkemeye sonradan verdiği 12.2.1992 günlü dilekçesi ve bu paraleldeki 13.3.1992 günlü ifadesinin sanığı kurtarmaya yönelik olması nedeniyle kabule değer görülmediği ve sanığın eyleminin rızayla işlendiğin gösterir nitelikte olduğu, açıklamasıyla önceki kararda direnmiştir.
Bu karar da sanık müdafi tarafından süresinde temyiz edildiğinden, dosya Yargıtay C. Başsavcılığının "bozma" istekli 16.2.1994 gün ve 92537 sayılı tebliğnamesiyle, Yargıtay 1. Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
 
KARAR : İncelenen dosyaya göre;
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanığın üzerine yüklenen suçların sübuta erip, ermediği hususundadır.
Dosyadaki kanıtlara bakıldığında onyedi yaşında olan mağdure Ayşegül, kolluktaki 28.8.1991 tarihli beyanında; "Evlerinin karşısındaki galeride çalışan sanığın sürekli olarak kendisini izlemesi üzerine, telefonla onu arayarak neden kendisini izlediğini sorduğunu, konuşmak istediğini söylemesi üzere ertesi gün Beşiktaş'ta buluşup bir saat kadar oto ile gezdiklerini, arkadaşlıklarının giderek ilerlediğini, 10 Ağustos 1991'de Kilyos'da denize girdirlerini, 18 Ağustos'da ikinci kez aynı yerde denize girdikleri sırada plaj kabininde kendisine bir sigara içirip, kendisini kaybetmesi üzerine ırzına geçtiğini, eşinden ayrılıp kendisiyle evleneceğini söylediğini, bilahare 22 veya 23 Ağustos tarihinde buluşup Polonezköye'e gittiklerini, orada bir pansiyonda yine ırzına geçtiğini, daha sonra amcası Ercan ve ailesinin sıkıştırması üzerine olayı anlattığını" söylemiş, 28.8.1991 tarihli Savcılık ve 3.10.1991 tarihli duruşmadaki ifadelerinde de benzer biçimde anlatımda bulunmuştur.
Sanık tüm aşamalarda üzerine yüklenen suçları işlemediğini savunmuştur.
Yargılama devam ederken mağdure, mahkemeye sunduğu 12.2.1992 tarihli dilekçesinde; "olayla sanığın ilgisi bulunmadığını, amcası Ercan ve ailesinin baskısı altında kalarak sanığın adını verdiğini ve gerçekleri anlatmadığını, vicdan azabı çektiğini" belirtmiş, bunu takiben dilendiği 13.3.1992 günlü oturumda da "dilekçeyi özür iradesiyle verdiğini, içeriğinin doğru olduğunu, C. Savcılığı ve duruşmadaki ilk ifadenin gerçeği yansıtmadığını, baskı altında o şekilde söylemek zorunda kaldığını, dilekçeyi tek başına mahkemeye getirdiğini, taksi şoförü Ali ile arkadaşlık yaptığının ve bu kişinin zorla ırzına geçtiğini, şimdi nered bulunduğunu bilmediğini" beyan etmiştir.
Görgüye dayalı bir bilgileri bulunmayan şikayetçiler, mağdurenin babası ve annesi Ahmet ve Nuray, mağdurenin sonradan gerçek olmadığını söylediği ilk ifadeleri gibi anlatımda bulunarak şikayetçi olduklarını söylemişlerdir.
Mağdurenin sınıf arkadaşı Jale ise, mezuniyet çayında mağdure ile sanığı aynı masada gördüğünü, olayla ilgili başkaca ilgisi bulunmadığını beyan etmektedir.
Sarıyer Hükümet Tabipliğinin ve İstinye Devlet Hastanesinin raporlarına göre, mağdurenin bakire olmadığı, ancak hymendeki yırtığın eksi olduğunu ve meydana getirildiği zamanın tıbben saptanamayacağı belirtilmektedir.
Bu kanıtlara göre, mağdurenin ırzına geçilip kızlığının bozulması olayı, mağdurenin eve sık sık geç gelmesi üzerine annesi Nuray ve amcası Ercan'ın sıkıştırması üzerine ortaya çıkmış ve mağdure ilk ifadelerinde ailesinin baskısı nedeniyle sanığı suçlamıştır. Ancak 12.2.1992 tarihinde mahkemeye verdiği dilekçesi ve 13.3.1992 tarihinde yapılan duruşmada alınan ifadesinde, sanığın yüklenen suçların faili olmadığını, önceki ifadelerini ailesinin baskısı altında kalarak verdiğini, ırzına geçerek kızlığını taksi şoförü Ali'nin bozduğunu söylemiştir. Nitekim mağdurenin amcası Ercan'da mağdureyi sıkıştırdıklarını ve bunun üzerine olayı anlattığını açıklayarak mağdurenin baskıyla ifade verdiği biçimindeki beyanını doğrulamıştır.
Fenni rapor ile mağdurenin kızlığının bozulduğu sabitse de, bu eylemi sanığın yaptığı belli değildir. Tanık Jale, mezuniyet çayında mağdure ile sanığı birlikte görmüşse de, bu husus alıkoyma ve ırza geçmenin kanıtı sayılamaz.
Mağdurenin çelişki ve istikrarsız beyanları karşısında, sanığın yüklenen suçları işlediği hususunda ciddi kuşkular uyanmaktadır. Ceza Yargılamasının amacı maddi gerçeğin hiçbir duraksamaya yer kalmaksızın ortaya çıkarılmasıdır. Ceza Hukukunun evrensel ilkesi ise kuşkunun bulunduğu yerde mahkümiyet kararına yer verilemeyeceğidir.
O halde, sanığın üzerine yüklenen suçlar, hiçbir kuşkuya yer verilmesizin kanıtlanamadığından, sübuta ermediği kabul edilmelidir.
Bu itibarla direnme kararının bozulmasına karar verilmelidir.
Kurul Üyelerinden 4. Ceza Dairesi Başkanı Sami Selçuk: "Yüce Kurulun verdiği karar birçok yönlerden hukuka aykırıdır. Bunları belirleyebilmek için, İlkin Yargıtay, temyiz yolu ve denetimi üzerinde durmak; ikinci olarak da bunların ışığında yapılan yanılgıları irdelemek gerekir.
"A) Türk Yargıtay; Alman, Fransız, İtalyan vb. ülkelerdeki bozma mahkemelerinin (cours de cassation) aynısıdır. Bozma mahkemeleri doğrudan öğrenme yargılaması (cogniziona), yani duruşma yapmamaktadır. Bu kurumlaşmanın doğasından kaynaklanan belirleyici, zorlayıcı sonuçlar ise şunlardır: Duruşma, yargılamanın en önemli aşamasıdır ve var olma (icat) nedeni de, hırsızlık, yaralama, şiddetli geçimsizlik, bir tanığın içtenliği, doğru söyleyip söylemediği gibi olayların gerçekleşip gerçekleşmediklerini saptamaktır. Bu saptama işinin ise, tutanaklara göre değil; duruşmadan edinilen izlenimlere göre yapılması zorunludur (C.Y.Y. md.254). Yukarıda da belirttiğim gibi, duruşmanın varlık nedeni budur. O yüzden kanıtları yeterli/yetersiz, yanlı/yansız v.b. gibi değerlendirme yetkisi, yalnız ve yalnız duruşma yapan, duruşmaya katılan, bu nedenle de taraflara, kantılarla doğrudan ve yüz yüze ilişki kuran, onlar üzerinde yapılan yüksek sesli tartışmaları dinleyen, bir sözcükle kanıtlarla doğrudan diyalektik ilişkide bulunan duruşma yargıçlarına aittir. Böyle bir değerlendirmeyi yapabilmek için huku öğrenimi görmeye gerek olmadığından, jürilerde görüldüğü üzere, çeşitli mesleklerden gelen kişiler de olay sorunlarını çözebilmektedirler. Yeter ki, duruşmada hazır bulunsunlar. O nedenle, isterse deneyimli hukukçu olsun, duruşmaya katılmamış bir yargıcın, olaya ilişkin soruları çözmesi, eşyanın doğası gereği olanaksızdır. O yüzden, istinaf ve dolayısıyla duruşma yapma yetkisini haiz olmayan ve duruşma yapan ilk mahkemenin yerine geçerek, olay sorunlarını çözememektedirler. Dahası istinaf mahkemeleri de, yeni baştan duruşma yapma yetkisini kullanmamış, yalnızca taraflar dinlenmekle yetinmişlerse, ilk mahkemelerce sabit kabul edilen olaylara ilişmemekte, öbür hukuksal sorunları ele almaktadırlar. Çünkü, yargılamanın temel ilkesi şudur: "Yargıladığın oranda hüküm kur (sonuç çıkar): tantun judicatum, quantum conslusum." Bu yüzden duruşma yapmayan Yargıtay, olay değerlerdirmesi yapamayacak, "olay sabittir/değildir", "tanık yansızdır, doğru söylüyor; yanlıdır, yalan söylüyor" gibi salt olgulara ilişkin hükümler kurarak, duruşma yapan ilk mahkemenin yerine geçemeyecektir. Eğer kurabilseydi, yargılama Yargıtayda biter, yollama yargılamasına gerek duyulmazdı. Yargıtayımız, benzerleri gibi, bozma kararından sonra yeniden duruşma yapılmak üzere dava dosyasını esas mahkemesine göndermektedir. Bu zorunludur. Çünkü, ilke şudur: Yargıtay yargıcı, davanın (esasın) değil, verilen hükmün yargıcıdır". O nedenle de, Yargıtayın C. Yargılama Yasasının 322. maddesinde sayılı ve sınırlı durumlar dışında, (ilk) esas mahkemesinin yerien geçerek karar vermesi, kesinkes olanaksızdır."
"Yargıtay yargıcı, hükmün yargıcı olarak, esas mankemesini sabit kabul etteği olayları, eylemleri ve olguları, iki yolla denetleyecektir. 1.si; olayları/eylemleri/olguları sabittir/değildir biçiminde vicdanikanı yarıgısını oluşturmak için yapılan duruşmanın yargılama yasalarına uygunluğunu ele alacaktır. Yargılama kusurlu (vitium in parcedendo) ise, bu nedenle karar bozulup esas mahkemesine, yeniden yargılama duruşma yapması için gönderilecektir. Yargılama kusursuz ise, Yargıda, esas mahkeme hükmünün yalnızca gerekçesini inceleyecektir. Zira, bir İtalyan Yargıtay kararında belirtildiği gibi, gerekçe, her olay ve hukuk sorununu tek tek çözmesi gereken, mantıki ve hukuki bütünlük sergileyen bir yapıttır (20.12.1989). İşte Yargıtay olaylara, kanıt değerlendirmelerine ilişkin sorunların, doğa, mantık, deneyim ve hukuk kurallarına uygun ele alınıp alınmadıklarını, salt gerekçe denetimi yaparak ele alacak, hukuksal denetim ve gerekçelerde disiplin sağlama görevi bu yolla yerine getirecektir. Ancak, Yargıtay bu konularda, ilk mahkemenin yerine geçecek kesin çözümler getiremez, getirmemelidir. İncelediğim Avrupa ve Latin Amerika ülkelerinde Yargıtaylar (bozma mahkemeleri), denetim ve yargılamasını böyle yapmaktadırlar ve bu hususta öğreti ile uygulama bire bir çıkışmaktadır. Bu konuda İtalyan Yargıtayının birkaç kararını sunmakla yetiniyorum: "Yargıtay, olayla ilgili değerlendirmeleri esas mahkemesinin elinden alamaz" (sez.l, 7.6.1989; sez.Vl, 30.10.1989). "kanıt kaynağının ve kanıtın değerlendirilmesi, duruşmayapan ilk mahkemeye ait bir olay sorunudur. Yargıtay, bu konuda yalnızca gerekçeyi inceleyerek denetleme yapabilir" (sez.l, 22.2.1990; sez.lV, 11.12.1990). Burada, önemle vurgulanması gereken nokta şudur: Gerekçe yoluyla denetlemek başka şeydir, İlk mahkemenin yerine geçerek sorunu esastan çözmek büsbütün başka şeydir. Bu başkalıklar gözetilmez de ölü tutanaklara göre kanıt değerlendirmeleri yapılarak olay sorunları esastan çözülürse, bir yargılama sendromunun yaşanması ve onun belirtileri ve tehlikeli sonuçlarına katlanılması kaçınılmaz olacaktır. Bu sonuçlar şunlardır: a) Doğrudanlık, yüzyüzelik, açıklık ve sözlülük ilkelerine göre yapılan duruşma hiçlenerek, gereksizleşecektir. Gerçekten, yalnızca tutanaklara göre karar verilecek idiyse niçin duruşma yapılmış ve karar verilmiştir? Bir yargıç soruşturmaya yapar, tuttuğu tutanakları Yargıtaya gönderir, karar verilebilir; Böylece zamandan ve emekten kazanılmış olurdu. b) Yargılamanın olmazsa olmaz ve en önemli aşaması olan, bu yüzden de sağ esen olması için yargılama yasalarının tüm maddelerinin seferber edildiği duruşma sonucu oluşan olaylara ilişkin vicdani kanı yargısı; ölü tutanaklara göre oluşturulan vicdanı kanı yargısına feda edilince, daha iyi araçlara sahip olanın yargısının yerine, daha kötü araçlara sahip olanın yargısı geçecek, hem eşyanın doğasını hem de "yargıladığın oranda hüküm kur" kuralına ters düşecektir. Kuşkusuz, böyle bir yargılamada, adli yanılgı oranı da çok fazla olacaktır. c) Olaylara ilişkin gerekçenin dışlandığı ve gereksizleştiği bir ülkede ilk mahkeme yargıçları, yükü ve sorumluluğu Yargıtaya atacaklarından, Yargıtay, gerekçelerde disiplin sağlama ve ilk yargıçları yetiştirme (pedagojik) görevlerini hiçbir zaman yerine getiremeyecektir. d) Tutanaklara göre (duruşmasız) oluşturulan vicdanı kanı yargısı, her zaman kuşkuyla karşılanacağından ve tarafların katkısı sıfırlaşacağından, kesin hüküm saygınlığı öreselenecektir. Zira saydamlığa ve diyalektiğe dayanan adaletin yerini, gizli ve görünüşte adelet almıştır. Bu konudaki tehlike ve sonuçları, yaptığım araştırmaların bir bölümü olarak yayınladığım yazılarda (Les voies de recours en France, A.Ü.S.B.F. Dergisi, C.XLV, sayı: 1-4, Ocak-1990 sayfa: 119-184; Yargıtayın (bozma mahkemesinin) ve temyiz yolunun iyi algılanması ve kurumsallaştırılması sorunları, Yargıtay Dergisi Ocak-Nisan 1992, s.19-449) ve Yüce C.Genel Kurulunun birçok kararlarında (14.4.1986, 521/219, 11.3.1991, 335/75, 4.5.1992, 110/132, 23.10.1992, 252/308, 8.2.1993, 368/31, 14.6.1993, 110/168 ve bir İçtihadı Birleştirme kararında 14.12.1992, 1/5 R.G. 6.5.1993) ayrıntılarıyla sergilenmiştir. Üzülerek belirteyim ki, bugün ülkemiz, bu yargılama anlayışının açmazlarını yaşamaktadır ve inceleme konusu karar da bunun çarpıcı bir örneğidir".
"B) Gerçekten Yerel Mahkemece verilen karar, açıklanan gerekçeye göre yerindedir ve onanmalıdır.
"Yüce Genel Kurulunun kanıtları değerlendirilerek verdiği kararı, yetki aşımı nedeniyle sakatlanmıştır." diyerek Hükmün onanması gerektiğini ileri sürerken, karşı oy kullanan kurul üyeleri T.Güven, O.K. Keskin ve S.Erkan sübutun bulunduğu, ancak mağdurenin cinsel organından kan gelmemesi nedeniyle TCK.'nin 418. maddesinin uygulanamayacağını ileri sürerlerken, diğerleri de direnme kararının haklı nedenlere dayandığını belirtmişlerdir.
 
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle sanık müdafinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden, direnme kararının istem gibi (BOZULMASINA), yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
 
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06
  • Kısmi Kabul ve Kısmi Red Kararından Sonra 3/4 oranından indirimli icra vekalet ücreti 
  • 26.04.2025 09:11


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini