Hukuki.NET

T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas no : 1994/1-187
Karar no : 1994/210
Tarih : 3.10.1994

Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


 
  • KASTEN ADAM ÖLDÜRMEK ( Yaya Olarak Gitmekte Olan Birine Şerit Değiştirerek Arkadan Hızla Çarpıp Kaçmak )
  • YÜRÜMEKTE OLAN BİRİNE ARKADAN HIZLA ÇARPIP KAÇMAK ( Şerit Değiştirerek-Kasten Adam Öldürmek )
 
765/m.448
 
DAVA : Kasten adam öldürmek suçundan sanık Kemal Koç'un eyleminin dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme sebebiyet vermek suçunu oluşturduğu kabulüyle TCK.nın 455/1nci maddesi uyarınca 3 yıl hapis ve 300.000 lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Alaşehir Ağır Ceza Mahkemesince 18.5.1993 gün ve 1/34 sayı ile verilen kararın, C.Savcısı ve Katılan Ali Gülsün tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1nci Ceza Dairesince 30.12.1993 gün ve 2651-2941 sayı ile;
İddia, savunma ve tanık beyanları ile dosya kapsamına göre, sanığın sevk ve yönetimindeki minibüsle meskun mahal olan caddede seyrederken, aynı yöne doğru yaya olarak yolun sol kaldırımından 90 Cm. asfalt içerisinde yürümekte olan maktule ses ve ışık cihazı ile herhangi bir uyarıda bulunmadan süratle çarparak tanıkların uyarısına rağmen hızla olay yerinden uzaklaştığı anlaşılmaktadır.
Ölenin annesi ve babası olan katılanlar, oğulları olan ölen ile sanık arasında kız meselesi olduğunu, ölenin de ilgi duyduğu Aysel isimli kız yüzünden sanığın arabayla gizleyerek ölene kasten çarparak, öldürdüğünü iddia etmişlerdir.
Sanık Kemal Koç, Emniyetteki 12.11.1992 günlü savunmasında "Olaydan birkaç saat önce iki bira içtiğini, caddede arkadaşları ile birlikte yürümekte olan Ramazan'ı gördüğünde, şaka yapayım diyerek minibüsü ölenin üzerine sürdüğünü, ölenin kaçamadığını, bu nedenle çarpması sonucu ölenin yere düştüğünü, korktuğu için durmayıp kaçtığını, ölen ile arkadaş olduklarını" beyan etmiş daha sonra C.Savcısında, Sulh Ceza Hakimliğinde ve duruşmadaki savunmalarında ise, "Yolun sağından bir mobiletin gitmekte olduğunu gördüğünü, mobilete çarpmamak için sola kaçtığını korna çaldığını, buna rağmen ölene çarpmayı önleyemediğini, ölenin kendisinin ilgi duyduğu Aysel isimli kıza takıldığından haberi olmadığını, kız arkadaşı Aysel'in de bu hususta kendisine birşey söylemediğini" beyan ederek çelişkili ve tutarsız anlatımda bulunmuştur.
Olayın görgü tanıkları olan Yılmaz Akgün, Erkin Barış ve Mustafa Mutaş ile Vedat Karaçil ise tüm aşamalardaki beyanlarında, "Olay günü saat 19.30 sıralarında alacakaranlık olduğunu, ancak cadde lambalarının yandığını, yolun sol tarafındaki kaldırımda tanıklardan Yılmaz ve Erkin'in yürüdükleri ve arkadaşları olan tanık Mustafa ile ölenin de kaldırıma yakın mesafeden asfaltta yürüdükleri esnada, sanığın birden gelip, hızla ölene çarptığını, çarpmadan önce korna çalmadığını, yolun sağında mobilet görmediklerini ve sanığın durmayarak hızla uzaklaştığını, henüz olay yerine gelmeden 100 metre ileride sanığın minibüsünü bakkalın önünde parketmiş olarak gördüklerini, yola devam ettiklerini ve az sonra bu olayın vukubulduğunu bildirmişler, ayrıca tanıklardan Yılmaz Akgün C.Savcılığında 4.12.1992 günlü ifadesinde ve Erkin Barış da mahkemedeki 2.2.1993 günlü anlatımında, olaydan sonra, ölenin sanığın arkadaşı olan Aysel isimli kıza takılması nedeniyle, sanığın ölene kasten çarptığını duyduklarını söylemişlerdir.
Sanığın arkadaşı olan Aysel Altıntaş ise ifadelerinde, öleni tanımadığını, ölenin, olaydan evvel kendisine sarkıntılıkta bulunmadığını bildirmiştir.
Olay yeri keşif tutanağı ve Adli Tıp Trafik İh. Dairesinin 30.3.1993 tarihli raporuna göre, olay yerinde caddenin genişliği 8.90 m. zemini asfalt kaplama, ölenin minibüsün seyrine göre yolun solunda kaldırıma 90 Cm. mesafede yürüdüğü, caddede aydınlatma mevcut olduğu, yolda görüşü engelleyecek herhangi bir engel bulunmadığı maddi bulgularla anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, her ne kadar ölenin sanığın kız arkadaşı Aysel ile ilişkisi dosyada kesin kanıtlarla kanıtlanamamış ise de, sanığın özellikle Polisteki 12.11.1992 günlü savunmasından da anlaşıldığı üzere, arkası dönük ve savunmasız olan ölene, yolun solunda aynı istikamette yürürken bilinmeyen bir sebeple bilinçli olarak ve kasten çarparak öldürdüğünün, yol genişliği de nazara alındığında, sanığın korna dahi çalmadan ve fren yapmadan ve çarptıktan sonra durmayıp yoluna devam etmesi gibi fiili ve maddi bulgulara, olayın seyri ve gelişme tarzına göre kabulünün gerektiği ayrıca sanığın savunmasının samimi olmayıp, tanık beyanları ve olay yeri koşullarına uygun düşmediğinden, TCK. 448. Md. gereğince cezalandırılması gerekirken, vasıfta hata sonucu yazılı şekilde karar verilmesi ) isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yerel Mahkeme ise 8.2.1994 gün ve 8/4 sayı ile; Olay 8.11.1992 tarihinde gerçekleşmiş, katılan Hatice Gülsün 11.11.1992 tarihli dilekçesi ile, tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme sebebiyet veren sanığın bu suçtan cezalandırılmasını istemiştir. 30.11.1992 tarihinde oğlunun ölümü üzerine, katılan Ali Gülsün bir kız sorunu nedeniyle sanığın oğlunu kasten öldürdüğünü iddia etmiştir. Bu iddia tanık olarak dinlenen Aysel Altıntaş tarafından doğrulanmamış, kız sorununun kasten adam öldürmek suçunun sebebi olduğu iddiası dayanaksız kalmıştır.
Sanığın kolluk tarafından alınan ifadesi, müdafi hazır bulunmadan sağlanmıştır. Kaldı ki, bu ifadeyi sonradan kabul etmediğini beyan etmektedir. Bu itibarla ikrar niteliğinde sayılamaz. Sanığın kusurunun fazla olması, kastın varlığını kanıtlamaz. Sanık ile ölen arasında öldürmeyi gerektirir bir husumetin varlığı belirlenememiştir. Bu itibarla eylem dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme sebebiyet suçunu oluşturur. Açıklamasıyla önceki kararda direnmiştir.
Bu kararda C.Savcısı ve katılanlar tarafından süresinde temyiz edildiğinden, dosya Yargıtay C.Başsavcılığının "bozma" istekli 31.5.1994 gün ve 94023459 sayılı tebliğnamesiyle, Yargıtay 1. Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR : İncelenen dosyaya göre;
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanığın sübuta eren eyleminin oluşturduğu suçun niteliğine ilişkindir.
Sanık Kemal Koç 12.11.1992 tarihinde kollukta verdiği ifadesinde; "Olaydan önce iki şişe bira içtiğini, saat 20.00 sıralarında Fırat caddesinden aşağıya doğru inerken, aynı yönde giden arkadaş grubu içerisinden, daha önce tanıdığı ölen Ramazan Gülsün'e şaka yapmak için sevk ve yönetimindeki minibüsü üzerine sürdüğünü, ölenin kaçmadığını, fren yapamadığı için Ramazan'a çarptığını, yere düşünce, korkarak kaçtığını.." beyan etmiştir.
Sonraki aşamalarda ise, "Yönetimindeki araç ile Fırat caddesinden aşağıya doğru inerken, sağ tarafında bir mobilet belirdiğini, çarpmamak için yolun soluna kaçtığını, burada asfalt kaplama üzerinde yürüyen ölene çarptığını ve korkarak kaçtığını, kasten çarpmadığını" savunmuştur.
Olaydan sonra kaldırıldığı hastanede ölen Ramazan Gülsün'ün ifadesi alınamamıştır. Olay tanıkları Yılmaz Akgül, Mustafa Ulutaş ve Erkin Barış, "Olay günü akşam saat 19.30 sıralarında Fırat caddesinden aşağıya doğru yürüyerek indikleri sırada, sanığın sevk ve yönetimindeki araç ile ses ve ışık uyarısı yapmaksızın ve herhangi bir neden bulunmadan şeridini değiştirerek, Kaplamanın 90 Cm. içerisinde yürümekte olan Ramazan Gülsün'e hızla çarpıp, kaçarak öldürdüğünü" beyan etmişlerdir.
Katılanlar Ali ve Hatice Gülsün, "bir kız sorunu nedeniyle sanığın, Ramazan Gülsün'e çarpıp onu öldürdüğünü" iddia etmişlerdir.
Her ne kadar tanık Aysel Altıntaş ölenle ilgisi olmadığını söylemiş ise de, olay yerinde caddenin genişliğinin 8.90 metre, zeminin asfalt kaplama olduğu, ölenin minibüsün seyir istikametine göre yolun solunda, kaldırıma 90 Cm. mesafede yürüdüğü, görüşe engel herhangi bir halin olmadığı, cadde aydınlatmasının bulunduğu, olay yeri keşif tutanağı ve 30.3.1993 tarihli Adli Tıp Trafik ihtisas Dairesinin raporundan anlaşılmaktadır.
Bu durumda, ölenin, sanığın kız arkadaşı olan Aysel Altıntaş ile ilişkisi belirlenememiş ise de, sanığın kendi yönünde arkası dönük olarak gitmekte bulunan ölene, şerit değiştirerek saptanamayan bir sebeple kasten çarparak öldürdüğü, sanığın kolluktaki 12.11.1992 günlü ifadesi ve aşamalarda tutarlı ve samimi görülen tanık anlatımları, olay yeri keşif tutanağı ve Adli Tıp Trafik İhtisas Dairesinin raporundan anlaşıldığından eylemi kasten adam öldürmek suçunu oluşturur. Bu itibarla direnme kararının bozulmasına karar verilmelidir.
Kurul Başkanı M.Uygun ve karşı oy kullanan kurul üyeleri; Sanığın sevk ve yönetimindeki araçla, dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölene çarparak onun ölümüne sebebiyet verdiği, oluşa göre tam kusurlu bulunmasının kasten adam öldürmek suçunun kanıtı olamayacağı ve eyleminin dikkatsizlik ve tedbirsizlikle ölüme sebebiyet vermek suçunu oluşturduğu görüşünü ileri sürerlerken Kurul üyelerinden 4. Ceza Dairesi Başkanı Sami Selçuk : "Yüce Kurulun verdiği karar birçok yönlerden hukuka aykırıdır. Bunları belirleyebilmek için, ilkin Yargıtay, temyiz yolu ve denetimi üzerinde durmak; ikinci olarak da bunların ışığında yapılan yanılgıları irdelemek gerekir."
"A ) Türk Yargıtayı; Alman, Fransız, İtalyan v.b. ülkelerdeki bozma mahkemelerinin ( cours de cassation ) aynısıdır. Bozma mahkemeleri doğrudan öğrenme yargılaması ( cognizione ), yani duruşma yapmamaktadırlar. Bu kurumlaşmanın doğasından kaynaklanan belirleyici, zorlayıcı sonuçlar ise şunlardır: Duruşma, yargılamanın en önemli aşamasıdır ve var olma ( icat ) nedeni de, hırsızlık, yaralama, şiddetli geçimsizlik, bir tanığın içtenliği, doğru söyleyip söylemediği gibi olayların gerçek olup olmadıklarını saptamaktır. Bu saptama işinin ise, tutanaklara göre değil; duruşmadan edinilen izlenimlere göre yapılması zorunludur ( CYY. md. 254 ). Yukarıda belirttiğim gibi duruşmanın varlık nedeni budur. O yüzden, kanıtları yeterli/yetersiz, yanlı/yansız v.b. gibi değerlendirme yetkisi, yalnız ve yalnız duruşma yapan, duruşmaya katılan, bu nedenle de, taraflarla, kanıtlarla doğrudan ve yüz yüze ilişki kuran, onlar üzerinde yapılan yüksek sesli tartışmaları dinleyen, bir sözcükle kanıtlarla doğrudan diyalektik ilişkide bulunan duruşma yargıçlarına aittir. Böyle bir değerlendirmeyi yapabilmek için hukuk öğrenimi görmeye gerek olmadığından, jürilerde görüldüğü üzere, çeşitli mesleklerden gelen kişiler de olay sorunlarını çözebilmektedirler. Yeter ki, duruşmada hazır bulunsunlar. Bu nedenle, isterse deneyimli hukukçu olsun, duruşmaya katılmamış bir yargıcın, olaya ilişkin sorunları çözmesi, eşyanın doğası gereği olanaksızdır. O yüzden, istinaf ve dolayısıyla duruşma yapma yetkisini haiz olmayan ve duruşma yapmayan Yargıtay yargıçları, dünyanın hiç bir ülkesinde, duruşma yapan ilk mahkemenin yerine geçerek, olay sorunlarını çözememektedirler. Dahası istinaf mahkemeleri de, yeni baştan duruşma yapma ( tipik istinaf ) yetkisini kullanmamış, yalnızca taraflar dinlenmekle yetinmişlerse ( atipik istinaf ), ilk mahkemelerce sabit kabul edilen olaylara ilişmemekte, öbür hukuksal sorunları ele almaktadırlar. Çünkü, yargılamanın temel ilkesi şudur: "Yargılandığın oranda hüküm kur, ( sonuç çıkar ): tantum judicatum, quantum conclusum". Bu yüzden duruşma yapmayan Yargıtay, olay değerlendirmesi yapamayacak. "olay sabittir/değildir", "tanık yansızdır, doğru söylüyor; yanlıdır, yalan söylüyor" gibi salt olgulara ilişkin hükümler kurarak, duruşma yapan ilk mahkemenin yerine geçemeyecektir. Eğer kurabilseydi, yargılama Yargıtayda biter, yollama yargılamasına gerek duyulmazdı. Yargıtayımız, benzerleri gibi, bozma kararından sonra dava dosyasını, yollama yargılaması/duruşması yapılması için esas mahkemesine göndermektedir. Bu zorunludur. Çünkü, ilke şudur: "Yargıtay yargıcı, davanın ( esasın ) değil, kurulan hükmün/kararın yargıcıdır". O nedenle de, Yargıtayın C. Yargılama Yasasının 322. maddesinde sayılı ve sınırlı durumlar dışında esas ( ilk ) mahkemesinin yerine geçerek karar vermesi, kesinkes olanaksızdır ve 322. maddenin varlığı ve gerekçesi de bunu kanıtlamaktadır".
"Yargıtay yargıcı, hükmün Yargıcı olarak, esas mahkemesinin sabit kabul ettiği olayları, eylemleri ve olguları, iki yolla denetleyecektir. 1.si; olayları/eylemleri olguları sabittir/değildir biçiminde vicdani kanı yargısını oluşturmak için yapılan duruşmanın yargılama yasalarına uygunluğunu ele alacaktır. Yargılama kusurlu ( vitium in procedendo ) ise, bu nedenle karar bozulup esas mahkemesine, yeniden yargılama/duruşma yapması için gönderilecektir. Yargılama kusursuz ise, Yargıtay, esas mahkemesi hükmünün yalnızca gerekçesini inceleyecektir. Zira, bir İtalyan Yargıtay kararında belirtildiği gibi, gerekçe, her olay ve hukuk sorununu tek tek çözmesi gereken, mantıki ve hukuki bütünlük sergileyen bir yapıttır ( 20.12.1989 ). işte Yargıtay, olaylara, kanıt değerlendirmelerine ilişkin sorunların, doğa, mantık, deneyim ve hukuk kurallarına uygun ele alınıp alınmadıklarını, salt gerekçe denetimini yaparak irdeleyecek, hukuksal denetim ve gerekçelerde disiplin sağlama görevini bu yolla yerine getirecektir. Ancak, Yargıtay, bu konularda, ilk mahkemenin yerine geçerek kesin çözümler getiremez, getirmemelidir. İncelediğim Avrupa ve Latin Amerika ülkelerindeki Yargıtaylar ( bozma mahkemeleri ), denetim yargılamasını böyle yapmaktadırlar ve bu hususta öğreti ile uygulama bire bir çakışmaktadır. Bu konuda İtalyan Yargıtayının birkaç kararını sunmakla yetiniyorum: "Yargıtay, olayla ilgili değerlendirmeleri esas mahkemesinin elinden alamaz" ( sez. 1, 7.6.1989; sez. V1, 30.10.1989 ). "Kanıt kaynağının ve kanıtın değerlendirilmesi, duruşma yapan ilk mahkemeye ait bir olay sorunudur. Yargıtay bu konuda yalnızca gerekçeyi inceleyerek denetleme yapabilir" ( sez. 1. 22.2.1990; sez. 1V. 11.12.1990 ). Burada, önemle vurgulanması gereken nokta şudur: Gerekçe yoluyla denetlemek başka şeydir, ilk mahkemenin yerine geçerek sorunu esastan çözmek büsbütün başka şeydir. Bu başkalıklar gözetilmez de ölü tutanaklara göre kanıt değerlendirmeleri yapılarak olay sorunları esastan çözülürlerse, bir yargılama sendromunun yaşanması ve onun belirtilerine ve tehlikeli sonuçlarına katlanılması kaçınılmaz olacaktır. Bu sonuçlar şunlardır: a ) Doğrudanlık, yüzyüzelik, açıklık ve sözlülük ilkelerine göre yapılan duruşma hiçlenecek, gereksizleşecektir. Gerçekten, yalnızca tutanaklara göre karar verilecek idiyse niçin duruşma yapılarak karar verilmiştir? Bir yargıç soruşturmayı yapar, tuttuğu tutanakları Yargıtaya gönderir, karar verilebilir; böylece zamandan ve emekten kazanılmış olurdu. b ) Yargılamanın olmazsa olmaz ve en önemli aşaması bulunan, bu yüzden de sağ esen olması için yargılama yasalarının tüm maddelerinin seferber edildiği duruşma sonucu oluşan olaylara ilişkin vicdani kanı yargısı; ölü tutanaklara göre oluşturulan vicdani kanı yargısına feda edilince, daha iyi araçlara/olanaklara sahip ilk mahkemenin yargısının yerine, duruşma yapmadığı için daha kötü araçlara/olanaklara sahip olanın yargısı geçecek, hem eşyanın doğasına ve hem de duruşma ve "yargılandığın oranda hüküm kur" kurallarına ters düşülecektir. Kuşkusuz, böyle bir yargılamada, adli yanılgı oranı da çok fazla olacaktır. c )Olaylara ilişkin gerekçenin dışlandığı ve gereksizleştiği bir ülkede, ilk mahkeme yargıçları, yükü ve sorumluluğu Yargıtaya atacaklarından, Yargıtay, gerekçelerde disiplin sağlama ve ilk yargıçları yetiştirme ( pedagojik ) görevlerini hiç bir zaman yerine getiremeyecektir. d )Tutanaklara göre ( duruşmasız ) oluşturulan vicdani kanı yargısı, her zaman kuşkuyla karşılanacağından ve tarafların katkısı sıfırlaşacağından, kesin hüküm saygınlığı örselenecektir. Zira böyle bir yargılamada, saydamlığa ve diyalektiğe dayanan adaletin yerini, artık gizli ve görünüşte adalet almıştır. Bu konuda ortaya çıkan tehlike ve sonuçları, yaptığım araştırmaların bir bölümü olarak yayımladığım yazılarda ( les voies de recours en France, AÜSBF. Dergisi, c.XLV, sayı:1-4, Ocak 1990, sayfa: 119-184; Yargıtayın ( bozma mahkemesinin ) ve temyiz yolunun iyi algılanması ve kurumsallaştırılması sorunları, Yargıtay Dergisi, Ocak - Nisan 1992, s.19-449 ) ve Yüce C.Genel Kurulunun birçok kararlarında ( 14.4.1986, 521/219, 11.3.1991, 335/75, 4.5.1992, 110/132, 23.10.1992, 252/308 8.2.1993, 368/31, 14.6.1993, 110/168 ve bir İç. Birleştirme kararında ( 14.12.1992, 1/5 R.G., 6.5.1993 ) ayrıntılarıyla sergilemiştim.
B ) Üzülerek belirteyim ki, bugün ülkemiz, bu yargılama anlayışının açmazlarını yaşamaktadır ve inceleme konusu karar da bunun çarpıcı bir örneğidir. Gerçekten yerel mahkeme, aşamalardaki savunmalar dahil, tüm leh ve aleyhteki kanıtları tartışmış ve fiili bir sorun olan kastın varlığı olgusunun bulunmadığı, eylemin bilinçli taksirle işlendiği sonucuna varmıştır. Sergilediği gerekçede bir tutarsızlık bulunmamaktadır. O yüzden gerek Özel Yüksek Dairenin ve gerekse Yüce Ceza Genel Kurulunun aynı kanıtları ters yönden değerlendirerek, suç kastının varlığı sonucuna ulaşması, yukarıda sunduğum gerekçelerle yasalara aykırıdır ve karar yetki aşımı ile sakatlanmıştır." görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle C.Savcısı ve katılanların temyiz itirazları yerinde görüldüğünden direnme kararının BOZULMASINA, 3.10.1994 günü 2/3ü aşan oyçokluğuyla karar verildi.
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini