 |
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E. 1993/4-11
K. 1993/151
T. 10.5.1993
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMAK
KİT PERSONELİNİN MEMUR GİBİ CEZALANDIRILMASI
BİLİRKİŞİ RAPORUNUN YETERLİLİĞİ
CEZA GENEL KURULUNDA DAVA ZAMANAŞIMININ
İNCELENMESİ
KARAR ÖZETİ Kendisini ilga eden Kanun Hükmünde Kararnamenin ceza hükümleri yasalaşmadığı için halen yürürlükte olan 2929 sayılı Yasanın 48. maddesi hükmü karşısında KIT personeli olan sanıklar ile onların eylemine iştirak ettikleri kabul edilen diğer sanıkların memur gibi cezalandırılmaları yasaya uygundur.
Sanıkların oluşturduğu değer takdir komisyonunca bir kredi talebiyle ilgili Olarak güvence gösterilip, üzerinde ipotek tesis edilecek taşınmazın suç tarihinde belirlenen değerinin özellikle pek fahiş olarak gösterildiği, bilirkişiler kurulu raporundaki değer tesbiti ile aralarında oluşan önemli aykırılığın bu sebepten doğduğu anlaşıldığından, maddi gerçek kesinlikle saptandığına göre yeni bilirkişi incelemesine gerek yoktur.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazı olağanüstü yasa yoludur. Yargıtay özel dairelerince verilen onama kararlarına karşı itiraz vukuunda dava zamanaşımı suresi gözetilmez. Ceza Genel Kurulu'nda ancak özel daire kararı kaldırıldığı ve yerel mahkeme kararı bozulduğu takdirde zamanaşımı süresidolmuşsa zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşürülmesine karar verilmelidir.
(765 s. TCK. m. 240, 102) (2929 s. İDT. K. m. 48)
(1412s. CMUK.m. 76)
Görevi kötüye kullanmak suçundan sanıklar Bekir, Musa, Mehmet ve Abdullah'ın TCK.nın 240. maddesi uyarınca birer yıl hapis, altışarbin lira ağır para cezası ve üçer ay memuriyetten yasaklanmalarına ilişkin, (İskenderun 2. Aslîye Ceza Mahkemesi)nce 17.12.1991 gün ve 451-653 sayı ile verilen hükmün, sanıklar tarafından temyizi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesi'nce, 8.12.1992 gün ve 7108/7662 sayı ile; usul ve yasaya uygun görülen hükmün oyçokluğuyla onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C. Başsavcılığı ise, 18.1.1993 gün ve 21656 sayı ile;
(1- Yerel Mahkemece, iddianın doğruluğunun saptanması bakımından taşınmazlar üzerinde yapılan keşif sonucunda, bilirkişiler kurulu tarafından düzenlenen 19.4.1989 günlü raporda, hiçbir açıklama yapılmadan soyut olarak "mevki, konum ve büyüklük gibi hususların gözönünde bulundurulduğu" belirtilerek yaklaşık ikiyüzmilyon lira değer biçildiği görülmektedir.
Öncelikle belirlenen değerde kesinlik bulunmamakta, yaklaşık olduğu belirtilmiş bulunmaktadır.
Ayrıca, değer belirlenmesinde gözönüne alınan ölçütler yetersiz olup, inşaatın nevi, inşaat tarihi, ne gibi amaçlarla kullanılmaya elverişli bulunduğu, getirebileceği muhtemel kira geliri gibi hususlar gözönüne alınarak, topluca ve açıklamalı bir değerlendirme yapılması gerekirdi. Bu durum karşısında yetersiz bilirkişiler kumlu raporu ile suça konu olan 6.8.1985 günlü tesbitte belirlenen değer oranında büyük bir fark oluştuğundan, çelişkinin yeni bir bilirkişi incelemesiyle giderilmesi gerekirken yeterli olmayan raporla yetinilmesi yasaya aykırıdır.
Kabule göre de; belirtilen değerler arasındaki bu fark karşısında, keşif sonucu düzenlenen raporun hükme esas alınması nedenlerinin karar yerinde açıklanmaması da yasaya aykırıdır) açıklamasıyla itiraz etmiştir.
Dosya, Yargıtay 1. Başkanlığına gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
İncelenen dosyaya göre:
Özel Daire ile Yargıtay C. Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, hükme esas alınan bilirkişiler kumlu raporunun yeterli olup olmadığı ve kabule göre bu raporun yeterli görülüş nedenlerinin karar yerinde açıklanıp açıklanmadığı hususlarındadır.
1- Dosyanın, 19.4.1993 tarihinde yapılan birinci müzakeresinde; öncelikle KIT personeli olan sanıklar Abdullah ve Bekir ile onların eylemine iştirak ettikleri kabul edilen diğer sanıkların memur gibi cezalandırılıp cezalandırılamayacakları tartışılmıştır.
(TCY. uygulamasında kimlerin memur sayılacakları 279. maddede belirtilmiştir. Kaynak İtalyan Ceza Yasasının 207. maddesinden alınan TCK.nın 279. maddesi, 1936 yılında değişikliğe uğrayarak 1930 tarihli İtalyan Ceza Yasasının 357 ve 358. maddelerinde tanımlanan memur kavramı 279. maddede iki fıkra halinde düzenlenerek "kamu görevi" ve "kamu hizmeti" ayırımı getirilmiştir.
KİT.lerinde çalışan personelin TCK.nın 279. maddesi kapsamında bulunmadığını saptayan yasakoyucu, bu kuruluşlarda çalışan bazı görevlilerin, belirli koşullarda memur gibi cezalandırılmaları gerektiğini benimseyerek özel hükümler getirmek yoluna gitmiştir.
1983 yılına kadar KIT.lerinden çoğunun kuruluş yasaları bulunmaktaydı. Bu kuruluşlarda çalışanların hangi hallerde memur gibi cezalandırılacakları kuruluş yasalarındaki, kuruluş yasası bulunmayan KIT.lerin çalışanları ise 3460 ve 440 sayılı Yasalardaki, hükümlere göre belirleniyordu.
20 Mayıs 1983 tarihli Resmi Gazete'de. yayımlanarak yürürlüğe giren 60 sayılı KHK. ile KIT.leri aynı çatı altında toplanarak, sanıklardan Abdullah ve Bekir'in çalışmakta bulundukları Bankası bir KIT. olarak belirlenmiş ve 60 sayılı KHK. 22.10.1 983 günlü Resmi Gazete'de Yayımlanarak yürürlüğe giren 2929 sayılı Yasa ile yasalaşmıştır.
60 sayılı KHK.nin 45. ve 48. maddesinde yer alan KIT. personelinin hangi hallerde memur gibi cezalandırılacaklarına ilişkin hüküm 2929 sayılı Yasaya aynen alınmıştır.
Açıklanan bu aşamaya kadar KIT çalışanlarının hangi hallerde memur gibi cezalandırılacakları hususunda bir sorun bulunmamaktadır. Ancak, 18.6.1984 günlü Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 233 sayılı KHK. ve 18.1.1988 günlü Resmi Gazete'de yayımlanarak 233 sayılı KHK. değiştiren 308 sayılı KHK. ile 2929 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmış, Anayasa Mahkemesi'nin 25.7.1989 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 5/55 sayılı kararı ile 233 ve 308 sayılı KHK.lerin bazı maddeleri iptal edilince, 29.1.1990 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 399 sayılı KHK. yürürlüğe konulmuştur. Bu KHK.nin 11. maddesi ile KIT personelinin hangi hallerde memur gibi cezalandırılacağına ilişkin hüküm getirilmiştir.
Ancak, 399 sayılı KHK.nin 11. maddesi de 13.8.1991 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 1990/12 E., 1991/7 K. sayılı Anayasa Mahkemesi Kararı ile iptal edilmiştir.
Bunun üzerine, 11.2.1992 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 3771 sayılı Yasa ile KIT. personelinin hangi hallerde memur gibi cezalandırılacakları yeniden düzenlenmiş bulunmaktadır.
KIT. personelinin memur gibi cezalandırılmalarını hükme bağlayan bu kronolojik gelişmeyi böylece açıkladıktan sonra, KIT. personelinin bazı hallerde memur gibi cezalandırılacaklarına olanak sağlayan yasal düzenlemenin bir ceza hükmü olup olmadığını saptamak gerekir. Nasıl ki TCK.nın 279. maddesinde düzenlenen, kimlerin memur sayılacaklarına ilişkin hüküm veya TCK.nın genel hükümlerinde düzenlenen suça kalkışma (TCY. 61-62), teselsül (TCY. 80), iştirak (TCY 64-65), ceza hükmü taşıyan kurallarsa, KIT personelinin hangi hallerde memur gibi cazalandırılacağını düzenleyen hüküm de bir ceza hükmüdür.
9 Kasım 1992 gün ve 17863 mükerer sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe konulan 2709 sayılı TC. Anayasası'nın 38/3. maddesine göre, suç ve cezalar ancak yasayla düzenlenebilir.
Anayasa'nın 91. maddesi uyarınca TBMM., Bakanlar Kurulu'na kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verebilir. Ancak; olağanüstü haller ve sıkıyönetim ayrık kalmak üzere Anayasa'nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevlen ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi hak ve ödevler KHK. ile düzenlenemez.
Suç ve cezaların ancak yasa ile düzenlenebileceğini buyuran Anayasa'nın 38. maddesi, ikinci kısmın ikinci bölümünde yer almakta olup, KHK. ile bu hususta düzenleme yapılmasına yasal olanak yoktur.
Esasen yasakoyucu, Anayasa'nın bu buyurucu hükmünü gözönüne alarak, 233 sayılı KHK.ye dayanak olan 2680 sayılı Yetki Yasasında, Anayasa' nın ikinci kısmının, üçüncü bölümünde yer alan sosyal ve ekonomik konularla ilgili olarak düzenleme yetkisi vermiş bulunmaktadır.
O halde, suç ve cezanın ancak yasa ile konulabileceği ve yasa çıkarma yetkisinin de Anayasa'nın 6 ve 7. maddesi uyarınca TBMM. ne ait olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Anayasa'dan kaynaklanmayan bir yetkinin hiçbir kimse veya organ tarafından kullanılması kabul edilemez.
O halde, KIT personelinin bazı hallerde memur gibi cezalandırılacaklarına ilişkin özel yasalarda yer alan düzenleme bir ceza hükmüdür. Suç ve ceza hükmü içeren kuralların ancak yasayla düzenlenebileceği, yasa çıkarma yetkisinin de TBMM.'ne ait olduğu gerçeği karşısında, bu hususlarda KHK. çıkararak Bakanlar Kurulu'nun düzenleme yapmasına anayasal olanak yoktur.
Bir suç ve ceza hükmünün düzenlenmesi nasıl yasa ile yapılmak gerekirse, yasalarda, yer alan bu tür bir düzenlemenin de ancak yasa ile ilga edilmesi ve değiştirilmesi olanaklıdır. Nitekim, 233 sayılı KHK.nin 63. maddesinde; "2929 sayılı Yasa ek ve değişiklikleri ile yürürlükten kaldırılmıştır" hükmüne yer verildiği halde, aynı KHK.nin 64. ve 308 sayılı KHK.nin 17., 399 sayılı KHK.nin 60. maddelerinde; "ceza hükümlerinin yasalaştığı tarihte yürürlüğe girecekleri" belirtilmiştir. Bu düzenleme karşısında KHK. koyucusu KIT personelinin bazı hallerde memur gibi cezalandırılabileceğine ilişkin düzenlemenin bir ceza hükmü olması nedeniyle ancak, bu ceza hükmüne ilişkin düzenlemelerin KHK.ler yasalaşınca yürürlüğe gireceğini açıkça benimsemekle, 2929 sayılı Yasanın 48. maddesinde yer alan ceza hükümlerinin KHK.ler yasalaşıncaya dek yürürlükte olduğunu kabul etmiştir.
Bu itibarla, 2929 sayılı Yasanın 48. maddesinde yer alan KIT. personelinin memur gibi cezalandırılacağına ilişkin hükmün; 233, 308 ve 399 sayılı KHK.ler ile yürürlükten kaldırıldığı söylenemeyeceğinden, Anayasa Mahkemesi'nin 13.8.1991 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 4.4.1991 gün ve 12/7 sayılı kararı üzerine, KIT. personelinin memur gibi cezalandırılacağına ilişkin bir yasal boşluk doğduğu ve boşluğun 13.2.1992 tarihinde yürürlüğe giren 3771 sayılı Yasa ile giderildiği ileri sürülemeyeceğinden bu hususa yönelik itiraz yerinde değildir.
2- Hükme dayanak yapılan bilirkişiler kurulu raporunun yeterli olup olmadığı hususuna gelince; sanıkların oluşturduğu değer takdir komisyonunca, bir kredi talebiyle ilgili olarak, güvence gösterilip, üzerinde ipotek tesis edilecek olan taşınmazın suç tarihinde belirlenen değerinin, özellikle pek fahiş olarak gösterildiği, bilirkişiler kurulu raporundaki değer tesbiti ile aralarında oluşan Önemli aykırılığın bu sebepten doğduğu anlaşıldığından yeni bir bilirkişi incelemesine gerek bulunmamaktadır. Maddi gerçek kesinlikle saptandığına göre, bilirkişiler kurulunun değer tesbitinin hükme dayanak yapılmasında herhangi bir usul aykırılığı da söz konusu değildir.
3- Yargıtay C. Başsavcılığı itirazında ileri sürülen hususlar birinci müzakerede çözümlendikten sonra, itirazda zamanaşımı süresinin işleyip, işlemeyeceği, bir başka anlatımla itirazın olağan yasa yolu mu, olağanüstü yasa yolu mu olduğu hususu tartışılmıştır. Bu husus birinci müzakerede oyçokluğu sağlanamadığından ikinci müzakereye kalmıştır.
2. müzakerede Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının olağanüstü yasa yolu olduğu, Yargıtay Özel Dairelerince verilen onama kararlarına karşı itiraz vukuunda dava zamanaşımı süresinin gözetilemeyeceği aşağıdaki gerekçe ile ve oyçokluğuyla benimsenmiştir.
Yargılama Yasasında olağan ve olağanüstü olmak üzere iki tür kanun yolu düzenlenmiştir. Bunlardan olağan kanun yolları, kuralı; olağanüstü kanun yolları ise istisnayı oluşturur. Bir kanun yolunun olağan mı, olağanüstü mü olduğunu belirlemek için, verilen kararın kesin olup olmadığına bakmak gerekir. Kararın kesin olmaması birbaşka makamca denetlenmesi Öngörülüyorsa, olağan kanun yolu, kararla işin sonuçlanması, uyuşmazlığın çözümlenmesi benimseniyorsa, yani denetim olanağı kapatılıyor, ancak yine de hata olasılığına karşı bazı makam veya kişilere kanun yoluna başvurabilmek olanağı tanınıyorsa olağanüstü kanun yolu söz konusudur.
Yargıtay Ceza Dairelerinin temyiz yargılaması sonunda verdikleri kararların kesinliği evrensel bir ilkedir.
Ancak; kanunkoyucu, hukuka aykırı gördüğü özel Daire kararlarına karşı Yargıtay C. Başsavcılığı'na itiraz yetkisi tanıyarak, Ceza Genel Kurulu'nun hakemliğine başvuru yolunu açmıştır. Sadece Yargıtay C. Başsavcısı için açılmış olan ve Yargıtay C. Başsavcısı'nın itirazı denilegelmekte olan bu yol, kesin bir karara karşı tanındığından olağanüstü sayılmalıdır.
O halde, temyiz yargılaması sonucunda Özel Dairelerin "ONAMA" kararları üzerine, karar kesinleştiğine göre, bu karara Yargıtay C. Başsavcılığı'nca itiraz halinde, öncelikle işin esasına girilmeli, hukuka aykırılık bulunmadığı, bir başka anlatımla Özel Daire kararı yerinde görüldüğü takdirde, Ceza Genel Kurulu'nda yapılan inceleme sırasında dava zamanaşımı süresi dolmuş bulunsa bile, bu husus gözönüne alınmamalıdır. Ancak, Özel Daire onama kararı hukuka aykırı görülerek kaldırıldığı ve Yerel Mahkeme hükmü bozulduğu takdirde, Ceza Genel Kurulu'nda inceleme yapılırken dava zamanaşımı süresi dolmuş bulunursa, CYUY.nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak esastan veya usulden karar bozulursa dava zamanaşımı nedeniyle, kamu davasının düşürülmesine karar verilmelidir.
İnceleme konusu davada; Ceza Genel Kurulu'nda yapılan inceleme sırasında dava zamanaşımı süresi dolmuşsa da, Özel Daire onama kararı ile hüküm kesinleşmiş ve Özel Daire onama kararı Ceza Genel Kurulu'nca yerinde görüldüğünden, Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmiştir. Bu itibarla, Ceza Genel Kurulu'nda inceleme yapılırken oluşan dava zamanaşımı gözönüne alınamaz. Zira, Özel Daire onama kararı ile hüküm kesinleşmiş bulunmaktadır.
Bu itibarla, Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyelerinden 4. Ceza Dairesi Başkanı Sami SELÇUK: "Yüce Ceza Genel Kurulu'nun 19.4.1993 tarihli ve 16/ 100 sayılı kararındaki karşı oy yazımda yansıtılan gerekçelerle TC. Yasası karşısında sanıkların memur olmadığı ve bu nedenle de suçun önkoşulunun oluşmadığı görüşündeyim" açıklaması ile (1) numaralı sebebe, karşı oy kullanırken;
Üyelerden Şener GÜNGÖR: (CMUK.nun 322. maddesinde düzenlenen itiraz müessesesi Türk hukukunda yer alan bir kurumdur. Bu nedenle Yabancı Ülkelerdeki uygulamalardan doktrinde yararlanma olanağı bulunmamaktadır. Türk doktrininin bu konudaki iki görüşü de benimseyip savunduğu görülmektedir.
Kamu davası açma tekelinin C. Savcısına ait olduğunda kuşku yoktur. Kamu davasını açan kuruma davanın seyrini denetleme hakkı da verilmiştir. Yargılamaya fiilen katılan esas hakkında görüş bildiren C. Savcısı 'nın düşüncesi doğrultusunda olsun olmasın Mahkeme kararını temyiz etmeye (Asliye Ceza, Ağır Ceza, Devlet Güvenlik Mahkemesi) 7 gün içinde hakkı bulunduğu gibi, kamu davasının sürdüğü sırada yargılamaya katılmadığı halde, (Sulh Ceza Mahkemesi) kararlarını da 30 günlük süre içerisinde temyiz e(meye de hakkı ve yetkisi bulunmaktadır.
İster C. Savcıları, isterse taraflarca temyiz edilen dosyaların Yargıtay'ca incelenmesi Yargıtay aşamasında Yargıtay C. Başsavcılığının süzgecine tabi tutulmuş-tur. Yargıtay C. Başsavcısı adına Yargıtay C. Savcıları dosyayı inceleyerek, tebliğname düzenleyerek görüş bildirmek suretiyle (Onama, Bozma, Düzelterek Onama, Düşme, Ortadan kaldırma... gibi) ilgili ceza dairesine gönderir.
Daire kararı da dosyası ile birlikte Yargıtay C. Başsavcılığına iade edilir. İşte Bu aşamada Daire kararına karşı denetim henüz bitmemiştir. CMUK.nun 322. maddesiyle sınırlı olmak üzere dairelerin kararını denetleyen üst kurul olan, kararları mahkemeleri de bağlayan Ceza Genel Kurulu 'na itiraz hakkı tanınmaktadır.
İtiraz müessesesinin karar düzeltme kurumundan ayrı olarak süre ile sınırlandırılmak suretiyle Yargıtay C. Başsavcılığı 'na tanınmış olmasının iki önemli sonucu çıkmaktadır:
1- Daireler arasında usul .hukuku ve maddi hukuk açısından oluşan içtihat aykırılıklarının üst kuruma getirilerek düzeltilmesini ve uygulama birliğini sağlamak,
2- Dairelerin Yargıtay C. Başsavcılığı 'nın görüşüne aykırı biçimde veya uygun olsa bile oyçokluğuyla verilen bazı kararlarda işin önemi, tarafların, nıahkemenin ve kamuoyunun tatmini için üst kurul süzgecinden geçirmek,
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, itiraz üzerine önüne gelen dosyayı süreklilik gösteren kararlarına nazaran itiraz sebepleri ile bağlı kalmaksızın inceleyerek birinci turda 2/3, ikinci turda salt çoğunlukla hüküm kurmaktadır.
İşte hukukumuza ve uygulamaya bu doğrultuda giren kurumun bu açılardan değerlendirilmesi ve uygulanış biçimi ve sonuçları itibariyle olağan kanun yolu olarak kabulünün daha doğru olacağı, genel kurulun vereceği kararın türüne göre farklı sonuçlara götürmesi açısından da gerekli görülmektedir. Aksine olağan üstü kanun yolu kabulü halinde yukarıda sözü edilen amaca ulaşmanın zorluğu ortadadır.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Ceza Bölümü Genel Kurulu'nun 11.4.1983 gün ve 2/2sayılı kararının gerekçesinde de açıklandığı üzere "... düşme sebeplerinin bir özelliği de, bunların hakim tarafından diğer sebeplerden önce nazara alınması olduğudur. Bir düşme sebebi bulundukça hakim başka hiçbir hususu araştırmaksızın olaydaki sanıklara bu düşme sebebinin uygulanmasına imkan olup olmadığını araştırır ve uygulanabileceğine kanaat getirdiği takdirde düşme sebebini uygulayarak davanın ortadan kaldırılmasına kararverir..." denilmektedir.
Olayımıza gelince, mahkemece verilen mahkumiyet kararı özel dairesince oy çokluğuyla onanmıştır. Bu karara karşı yasada öngörülen süre içerisinde esastan (maddi hukukun, sübutun kabulü ve yasaların uygulanış biçimi açısından) usul ve kanuna uygun görülmeyerek Yargıtay C. Başsavcılığınca yüce Genel Kurul'un önüne getirilmiştir.
Genel Kurul'un yukarıda içtihadı birleştirme ceza bölümü Genel Kurul kararında açıklandığı üzere öncelikle, düşme ve ortadan kaldırma sebepleri var mıdır yok mudur ona bakması gerekir. Varsa artık başka yönden incelenme olanağı kalmamaktadır. Genel kurulun incelemesi anında TCK.nun 102/4 ve 104/2 maddelerinde öngörülen toplam 7 yıl 6 aylık DAVA ZAMANAŞIMI süresinin dolduğu görülmüştür. Zamanaşımının varlığının tesbitinin sanık lehine olduğunda da kuşku yoktur. Yüce kurulca kamu davasının ortadan kaldırılması gerekir. Bu konu gözardı edilerek itirazın esası incelenip tartışıldıktan sonra verilen karar esas yönünden itiraz benimsenmemiştir. Ancak, özel dairenin cezanın onanması anında hüküm kesinleştiğinin başka bir anlatımla, Ceza Genel Kurulu'nundenetim görevi yaptığı sırada verdiği kararın tarihinden geriye dönülerek Daire karar tarihinde dava zamanaşımının kesildiği ve itirazın üzerine işlemeyeceğinin kabul edilmesinin Ceza Genel Kurul kararlarının niteliğine göre, dava zamanaşımı ile ceza zamanaşımlarının farklı tarihlerde başlayacağının kabulü anlamına geldiği gibi, dosyayı bütünü ile inceleyip kanıtları, sübutun gerçekleşip gerçekleşmediğini, uygulamanın doğru olup olmadığını incelediği dosyada mahkumiyet kararının özel daire onama kararı ile kesinleştiği sonucuna vararak daire kararının denetleme görevi yapan yüce Ceza Genel Kurulu kararının önüne geçip öncelik ve geçerlilik kazandığı sonucuna varmak, muhakemenin devam etmesini ve mahkumiyetle sonuçlanmasını önleyen sorumsuzluk sebeplerinin (sanığın ölmesi, genel af, dava zamanaşımı, ön ödeme) inceleme merciince nazara alınmayacağı gibi bir anlam çıkar ki, kanunlarımızda sanık aleyhine böyle bir yargıya varmanın kesin ve katı sınırlarına getirmediğinin aleyhe yorumdan öteye dayandığını da bulmanın olanağı yoktur.
Açıklamaya çalıştığım nedenlerle sanık hakkındaki kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılması düşüncesiyle sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum);
Çoğunluk görüşüne katılmayan Üyelerden VuralSAVAŞ: (Özel Daire onama kararından sonra, C. Başsavcılığı itirazının Genel Kurulumuzdaki inceleme sırasında "zamanaşımı" gerçekleşmiştir. Çoğunluk; C. Başsavcılığı itirazının "olağanüstü bir kanun yolu" olduğunu, Özel Daire onama kararıyla "hükmün kesinleştiğini" bu sebepten itirazın esas yönünden haklılığının kabul edilmesi ve sanığın cezalandırılmasının sözkonusu olması durumunda zamanaşımının gözönünde tutulabileceği görüşündedir. Bu görüşe katılmak mümkün değildir. Şöyle ki:
1- C. Başsavcılığı itirazının "olağanüstü bir kanun yolu" olduğu doktrinde tartışmalı bir konu olduğu gibi; "hükmün kesinleşmesini engellediği" yolunda, üzerinde durulması gereken ve içtenlikle benimsediğimiz görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden bazılarına aşağıda değinilmiştir:
A- CMUK.nun 322. maddesinde hükme bağlanmış bulunan itiraz ve karar tashihi müesseseleri yalnız bizde mevcuttur ve daha ziyade istinaf derecesinin yokluğunun husule getirebileceği sonuçları hafifletmek amacına hizmet ederler. Müesseselerin memleketimize has oluşu yüzünden, yabancı doktrin, mevzuat ve içtihatlarda işe yaraya bilecek izah tarzlarına ve çözüm yollarına rastlamak mümkün değildir.
Bununla beraber, müesseselerin genel karakterine bakarak sonuca varmanın mümkün olduğunu sanıyorum.
Başsavcı ya tanınmış olan itiraz yolu, itiraz ve temyiz gibi olağan kanun yollarının temel niteliğine uygun bir hüviyet taşımaktadır. Gerçekten, nasıl itiraz ve temyiz yollarında, bir mahkeme tarafından verilmiş olan karar, onun dışında bir mercinin tetkikine sunuluyorsa, 322. maddedeki itiraz yoluna başvurulduğu takdirde, tashihi karar yolunun aksine, kanaatbahş görülmeyen Daire kararı başka bir mercide, yani Ceza Genel Kurulu'nda incelenmektedir. Olağan kanun yollarına, henüz kesinleşmemiş olan kararlara karşı başvurulduğuna göre, kanun yolu niteliği arzeden Başsavcının itirazının da hükmün kesinleşmesini önlediği neticesine varılmalıdır. Karar aleyhine Başsavcılık tarafından itiraz edilmesinin kesinleşme neticesinin doğmasına mani olması gerektiği görüşünü teyit eden başka gerekçeler de vardır.
Bir kere, kanun, 322. maddenin son fıkrasında, karar tashihi yoluna başvurulması halinde, Savcılıkça infazın tehiri kararlaştırılmadıkça,hükmün infaz olunacağı kaydedildiği ve böylece karar tashihi yolunun kesinleşmeğe mani olamayacağı belirtildiği halde, itiraz müessesesini hükme bağlayan 5. fıkrasında böyle bir kaydı ileri sürmek lüzumunu hissetmemiştir. Bundan çıkarılacak netice sadece şu olabilir: İTİRAZ YOLUNA GİDİLMESİ HALİNDE HUKLIM İNFAZ EDİLEMEZ. Kesinleşen hükümlerin infaz; kaidedir. Bu kaideden, ancak, sarih istisnaların kanunen konulması halinde inhiraf etmek mümkündür. Mesela, tashihi karar yolunda, kanun koyucu bu şekilde hareket etmiştir. İtiraz sözkonusu olduğunda, herhangi bir sarih hükmün yokluğu, hüküm kesinleşmemiş olacağı cihetle, kanun koyucunun bu anlamda bir lüzum görmediği şeklinde yorumlanabilir.
Kesinleşmemiş mahkeme kararlarına karşı açık olan kanun yolları, yani olağan kanun yolları, kanunun tayin ettiği süreler veya belli bir soruşturma safhası zarfında kullanılmalıdırlar. Acele itiraz ve temyiz yollarında süre kanun tarafından kesinlikle tesbit edilmiş, adi itirazda, itirazın aynı soruşturma safhası içinde yapılması öngörülmüştür. Buna mukabil, kesinleşmiş mahkeme ve hakim kararları için açık bulunan muhakemenin iadesi,Yazılı Emirle Bozma, Tahsisi Karar gibi yollara, herhangi bir süreyle bağlı kalınmaksızın başvurulabilir. Bu nitelik hepsinde ortaktır. Kanun koyucu, Başsavcılığa tanımış olduğu itiraz hakkının, Daire kararından itibaren, 30 gün içinde kullanılmasını şartkoşmakla, bu müesseseyi olağan kanun yolları içinde mütalaa ettiğini göstermiştir.
Öte yandan, izahına çalıştığımız görüşün aksine, Başsavcılığın, Daire kararını CGK. nezdinde itiraz etmesine rağmen hükmün kesinleşmiş olduğu kabul edilecek olursa, TCK.nun zamanaşımı hakkındaki hükümleri gereğince, ceza zamanaşımının da işlemeğe başladığını kabul etmek lazımdır. Oysa, 322. madde hükmü gereğince, itiraz yoluna başvurulursa, ceza infaz edilemez. Başka bir deyişle, infazla görevli makamlar, mahkum edilen kimseyi infaz için tutamazlar. Mahkumun, infaz makamları tarafından infaz için tutuklanmamasına rağmen, ceza zamanaşımının işleyeceğini, böylelikle, hükmün CGK.ca onanıp itirazın reddedilmesi tarihine kadar, hükümlünün, hakkı olmayan bir lütfa mazhar olabileceğini kabule müncer olan bu görüşün makul sayılamayacağı ortadadır. İtiraz edilmesi halinde, ceza zamanaşımının, itiraz hakkında bir karar verilinceye kadar duracağı da söylenemez. Zira, zamanaşımını durduran ve kesen sebepler kanunda gösterilir. Oysa kanunda böyle bir durma sebebi yoktur. Esasen, mevzuatımız, yasama organı üyeliği hariç, ceza zamanaşımını durduran bir sebep kabul etmemiştir.
Bu sebeplerle, bir Daire kararına karşı, Başsavcılık makamı tarafından CGK. nezdinde itirazda bulunulduğu takdirde hükmün kesinleşmeyeceğini, dolayısıyla, CGK. mesele hakkında onama kararı verinceye kadar dava zamanaşımının devam edeceğini kabul etmek gerekecektir.
Bunun mantıki sonucu ise, mesele, CGK.da incelenmekteyken zamanaşımı süresi dolduğu takdirde, merciin düşme kararı vermesidir.
Eğer, itirazın, hükmün kesinleşmesine mani olmadığı kabul edilecek olursa, itirazın Genel Kurulca yerinde görülüp Daire kararının bozulması ve mahalli mahkemeye gönderilmesinden sonra, mahkemenin, zamanaşımı sebebiyle düşme kararı vermemesi gibi hukuken terviç edilemeyecek bir sonuca varılacaktır.
Öte yandan, Tevhidi İçtihat Genel Kurulu'nun 9.5.1956 tarih ve 6/4 sayılı içtihadında; "Bir hükmün Temyiz Mahkemesi'nce tasdiki ile kaziyei muhakemenin teşekkül edeceği ve temyiz kararları aleyhine itiraz olunamayacağı mehaz kanununda kabul ettiği esaslar cümlesinden bulunduğu halde bazı zaruretler mülahaza olunarak kanunumuz bu prensipten ayrılmıştır" denilmektedir. Demek ki, Temyiz Mahkememizin de, Daire kararının verilmesiyle hükmün, kesin hüküm kudretini kazanmayacağı, itiraz yolunun kesinleşmeye mani olacağı görüşüne iltihak ettiğini söylemek mümkündür -Prof. Dr. LIĞLIR ALACAKAPTAN, Temyiz Mahkemesi Başsavcılığı 'nın Yaptığı İtiraz Hükmün Kesinleşmesine Mani Olur mu? A.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, 1967, 5. 287-.
B- Prof. Dr. UĞUR ALACAKAPTAN' ın yukarıda "A" bölümünde yazılı görüşleri bir yazarımızca şöyle değerlendirilmiştir: Yargıtay Dairelerinin kararları aleyhine Başsavcılıkça da olsa, 30 gün içinde CGK.na itirazda bulunulabilmesinin bu kararların kesinleşmesine engel olup olmadığı üzerinde durulmuştur. Bu yola bir süre içinde başvurma olanağı bulunduğuna göre, kararın bu süre geçtikten sonra kesinleştiğinin kabul edilmesi fikri yerinde olmak gerekir -Prof. Dr. ÖZTEKİN TOSUN, Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri, Cilt. 2, 5. 254-.
C- Başsavcının itirazı, yasa yolları içinde bir olağan sayılmalıdır. Çünkü bu yola başvurmak için, Başsavcıya ilamın kendisine verildiği tarihten başlayarak belirli bir süre -30 gün- tanınmıştır. Bu sürenin geçmesi ile ancak Yargıtay'ın kararı yerine getirebilecek ve bu karar kesin hüküm kuvvetine sahip olabilecektir. Bu yola yalnız Başsavcının başvurabilmesinin kabul edilmesi, bu yolu olağanüstü bir yasa yolu durumuna getirmemelidir. YASAYOLLARI GENEL TEORİSİ İÇİNDE OLAĞAN OLUŞ YA DA OLMA YIŞ BAKIMINDAN ÖNEMLİ OLAN AYIRAÇ, BİR YOLA BAŞ VURMANIN SÜRE İLE SINIRLI OLUP OLMAMASIDIR. SÜREYE BAĞLI DURUMLARDA DA, BELİRLİ SURENİN GEÇMESİ İLE ANCAK KARAR KESİNLEŞİR ve kesin hüküm kuvveti kazanabilir. Bu bakımdan bir Yargıtay Kararına ilişkin ilam Başsavcı ya verildikten başlayarak 30 gün geçmeden, bu kararın yerine getirilmesi mümkün değildir -Prof. Dr. ERDENER YURTCAN, Ceza Yargılaması Hukuku, 2. Bası, 5.394-.
2- Benimsediğimiz bilimsel görüşler bu şekilde özetlendikten sonra, kendi görüşlerimi de açıklamakta yarar görüyorum:
A- Bu kararla, süreye bağlı bir yasayolunun olağanüstü bir yasayolu sayılıp sayılmayacağı ve kesinleşmeyi önleyip önlemeyeceği konusunda, Hukuk ve Ceza Genel Kurulu Kararları arasında ancak İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun halledebileceği görüş ayrılığı doğmuştur.
HUMK.nun 440. maddesi uyarınca, CMUK.nun aksine, "karar düzeltme" C. Başsavcılığı itirazı gibi süreye bağlı bir yasayoludur.
Bir yazarımız bu yasayolunu şöyle tanımlıyor:
KARAR DÜZELTME, Yargıtay'ın temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu bazı kararlara karşıtanınmış olan, kendine özgü, BİR NORMAL KANUN YOLUD UR. Yani, bir hüküm hakkında Yargıtay'ın temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu karara karşı karar düzeltme yolu açık ise, 0 HÜKÜM, ANCAK KARAR DÜZELTME YOLUNUN TÜKENMESİ İLE ŞEKLİ ANLAMDA KESİNLEŞEBİLİR. Karar düzeltme, temyiz yolunun devamı, tamamlayıcısı niteliğinde bir kanun yoludur -Prof Dr. BAKİ KURU, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 4,4. Bası, 5. 3497 ve devamı-.
Bu konuda Yargıtay Hukuk Daireleri ve Hukuk Genel Kurulu kararları uyum içindedir. Mesela, 2. Hukuk Dairesi'nin 1.7.1971 gün ve 3267/4250 sayılı kararında "Yargıtay'ın onama kararına karşı başvurulan karar düzeltme talebinin reddedildiği tarihte, onanan mahalli mahkeme hükmü kesinleşir" denilmek suretiyle bu husus vurgulanmıştır.
Bu ilkeler, C. Başsavcılığı itirazında öncelikle kabul edilmelidir. Zira, konu "hürriyetin kısıtlanmasıyla" yakından ilgilidir.
Mesela, bir sanığın altı ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin hüküm Özel Dairece onansın, Başsavcılık, sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği görüşüyle itirazda bulunsun ve Ceza Genel Kurulunda itirazın incelenmesine sekiz ay sonra sıra gelsin. Çoğunluk, böyle bir durumda, "önce İNFAZ, sonra ISLAH yapabiliriz" diyor. "ISLAH" niçin yapılacak, sanığa 466 sayılı Yasa uyarınca tazminat ödenmesini sağlamak için mi?
Özgürlük penceresini olabildiğince açık tutmaya çalışılan yorumlar "ÇAĞDAŞ" ve "HAKLI" sayılabilir. Aslında yorumlarımızın "ISLAH"a ihtiyacı var. Özgürlük bayrağını Genel Kurulumuzda hiç bu kadar boynu bükük görmedim ve kendisini dalgalandırmaya çalışan kollar azınlıkta kaldı.
B- Ayrıntıları Ceza Genel Kurulu'nun 22.2.1988 gün ve 18 sayılı ilke kararında, 18.2.1980 gün ve 352/63 sayılı, 26.5.1986 gün ve 6/296 sayılı kararlarında açıklandığı gibi; Ceza Genel Kurulu, Cumhuriyet Başsavcılığı itirazında gösterilen sebeplerle bağlı olmaksızın dosyayı her yönüyle inceler, bütün yasaya aykırılıkları re'sen ortaya çıkarır ve bozma nedeni yapabilir.
Çoğunluk, bir yandan yukarıda yazılı ilkelerden dönülmediğini söylüyor, diğer yandan "zamanaşımı" yönünden inceleme kısıtlaması getiriyor.
"Zamanaşımı "na ilişkin hükümler aslında Ceza Kanunumuzun "Genel Hükiimler" kısmında yer almıştır ve esas yönünden yapılan bir incelemede öncelikle gözönünde tutulur.
11.4.1983 gün ve 2/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı Üzere; düşme sebepleri birden fazla oldukta, ceza ilişkisini ortadan kaldıranlar, sadece infaz ilişkisini düşürenlerden önce uygulanmak gerekir. DÜŞME SEBEPLERİNİN BİR ÖZELLİĞİ DE, BUNLARIN HAKİM TARAFINDAN DİĞER SEBEPLERDEN ÖNCE NAZARA ALINMASI OLDUĞUDUR. Bir düşme sebebi bulundukta, hakim başka hiçbir hususu araştırmaksızın olaydaki sanıklara bu düşme sebebinin uygulanmasına imkan olup olmadığını araştırır ve uygulanabileceğine kanaat getirdiği takdirde derhal düşme sebebini uygulayarak davanın ortadan kaldırılmasına karar verir -Bakınız, CGK.nun 163.1987 gün ve 9-525/123 sayılı kararı-.
C- Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının olağanüstü bir kanun yolu olduğunu ve onanmakla hükmün kesinleştiğini kabul eden bir yazarımız dahi şöyle diyor:
OLAĞANÜSTÜ İTİRAZ YARGILAMASI SIRASINDA, MESELA ZAMANAŞIMI GİBİ BİR DÜŞME SEBEBİ BULUNDUĞU GÖRÜLÜRSE, BU SEBEPLE KANUN YOLU M.UHAKEMESİ DE öNLENECEĞİNDEN, DÜŞME KARARI VERİLİR -Prof Dr. NUR ULLAH KUNTER, Ceza Muhakemesi Hukuku, N. 569-.
Tüm bu hususlar gözönünde tutulduğunda, sanık hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılması görüşünde olduğumdan çoğunluk görüşüne katılmıyorum) diyerekCGK.da gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle davanın ortadan kaldırılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
S o n u ç :'Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazında ileri sürülen soruşturmanın genişletilmesine yönelik sebep yönünden itirazın 19.4.1993 tarihinde yapılan birinci müzakeresinde oybirliğiyle,
2- Sanıkların memur gibi cezalandırılabileceklerine 19.4.1993 tarihinde yapılan birinci müzakerede 2/3'ü aşan oyçokluğuyla,
3- itirazda zamanaşımının gözetilmeyeceğine ve itirazın (REDDİNE), 10.5.1993 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.