 |
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 1991/5-340
K: 1991/367
T: 23.12.1991
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- MEMURİN MUHAKEMATI HÜKÜMLERİNİN UYGULANMASI ( Acilen Hastaneye Kaldırılan Hastayı Ameliyat Eden Doktorun Babasından Para Alması )
- AMELİYAT ETTİĞİ HASTANIN BABASINDAN PARA ALAN DOKTOR ( Memurin Muhakematı Hükümlerinin Uygulanacağı )
- DOKTORUN AMELİYAT ETTİĞİ HASTANIN BABASINDAN PARA ALMASI ( Memurin Muhakematı Hükümlerinin Uygulanacağı )
1412/m.253/4
3628/m.17
DAVA : İrtikap suçundan sanık Süleyman'ın eyleminden görevi kötüye kullanmak suçunu oluşturduğunu kabul eden ( Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi )nce sanığın TCY.nın 240/2, 59/2; 647 sayılı Yasanın 4. maddesi gereğince de iki ay 15 gün süre ile memuriyetten geçici olarak yoksun bırakılmasına ilişkin, 24.10.1990 gün ve 101-182 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesi'nce, 8.5.1991 gün ve 1146-2405 sayı ile;
( Sanığa yükletilen suçun duruşmada ortaya çıkan niteliğine göre yargılamaya devam edilebilmesi MMHK.na göre merciinden alınacak lüzumu muhakeme kararına bağlı olduğu gözetilerek CYUY.nın 253. maddesi gereğince yargılamanın durmasına karar verilmesi gerekirken duruşmaya devamla yazılı şekilde karar verilmesi ) isabetsizliğinden bozulmuş,
Yerel Mahkeme ise, 10.7.1991 gün ve 115-117 sayı ile; ( 4 Mayıs 1990 tarihinde yürürlüğe giren 3628 sayılı Yasanın 23. maddesine göre irtikap, rüşvet, ihtilas, zimmet, görev sırasında kaçakçılık resmi açık artırma ve eksiltme ve alım satıma fesat karıştırmak, Devletin Dış Politikasına ait gizli belgeleri veya şifreleri açıklamak veya açıklanmasına neden olmak ve bu suçlara katılmaktan sanık olan memurlar hakkında MMHK. hükümlerinin uygulanamayacağı hükme bağlanmıştır.
Bu duruma göre, hazırlık soruşturması sırasında sanığın eylemi irtikap olarak değerlendirilmiş ve 3628 sayılı Yasa hükümlerine uygun olarak dava açılmıştır.
Yapılan yargılama sonucunda, devlet memuru olan sanığın maddi ve manevi cebir kullanmadan, memuriyet sıfatını kötüye kullanarak, ameliyat sonrası şikayetçiden para almaktan ibaret eylemi görevi kötüye kullanmak olarak değerlendirilmiştir.
Bu durumda, değişen suç vasfına göre durma kararı verilerek MMHK. hükümlerinin uygulanması olanaklı değildir. Biçimindeki açıklamalarla önceki hükümde direnmiştir.
Bu hüküm de, sanık müdafii tarafından süresinde temyiz edildiğinden dosya, Yargıtay C. Başsavcılığı'nın "Bozma" istekli 5.12.1991 gün ve 4174 sayılı tebliğnamesiyle 1. Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : İncelenen dosyaya göre;
Trabzon Numune Hastanesi'nde 657 sayılı Devlet Memurları Yasasına bağlı ve Devlet Memuru olarak Beyin Cerrahi görevini yürüten sanık, şikayetçinin kızının acilen hastaneye götürülmesi üzerine, onun ameliyatını gerçekleştirmiş, bilahare kızını ziyarete gelen şikayetçiden bu ameliyat nedeniyle 750.000 lira isteyerek, kabule göre bu parayı aldıktan sonra görevli polis memurlarınca yakalanmıştır.
Hazırlık soruşturması sırasında C. Savcılığı irtikap suçunun oluştuğu iddiasıyla doğrudan doğruya iddianame ile sanık hakkında kamu davası açmış, Yerel Mahkeme ise yaptığı yargılama sonucunda eylemin görevi kötüye kullanmak suçunu oluşturduğunu benimseyerek TCY.nın 240. maddesi uyarınca mahkumiyet hükmü kurmuştur. Özel Daire ise, kabule göre, MMHK. hükümleri uygulanmak üzere durma kararı verilmesi gerektiğini kabul etmektedir.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde açıklanan suçların memur tarafından işlenildiği iddiasıyla doğrudan doğruya C. Savcısı tarafından açılan davalarda yapılan yargılama sonucunda suç vasfının değişmesi halinde MMHK. hükümleri uyarınca bir karar verilmesi için mahkemece durma kararı verilmesi gerekip gerekmediği hususundadır.
Soruna ışık tutabilmek bakımından 4 Mayıs 1990 tarihinden önceki dönemde yürürlükte bulunan 1609 sayılı Yasa uyarınca yapılan uygulamaya göz atmak gerekir. Şöyle ki, 1609 sayılı Yasanın yürürlükte bulunduğu dönemde, "İrtikap, rüşvet, zimmete para geçirme, gerek doğrudan doğruya ve gerek memuriyet görevini kötüye kullanmak suretiyle kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırmak ve Devletin dışişlerine ait gizli belgeleri veya şifreleri açıklamak veya açıklanmasına sebebiyet vermek ve bu suçlara katılmaktan" sanık olan memurlar hakkında MMHK. uygulanmıyor, ancak, bu suçların memur sanıkları hakkında Vali veya ilgili Bakan'ın İZNİ gerekiyordu. İzni alan C. Savcısı yukarda açıklanan suçlar nedeniyle iddianame düzenleyerek dava açtıktan sonra yapılan yargılama sırasında görevli mahkeme, suç vasfının değiştiğini ve eylemin bu suçlar dışındaki bir suçu oluşturduğunu kabul ederse, izin İl veya İlçe İdare Kurulu ya da Danıştay 2. Dairesi kararı yerine geçtiğinden MMHK. uyarınca işlem yapılmasına gerek görülmeden, değişen suç vasfına göre davanın sonuçlandırılması gerektiği benimseniyordu.
Ancak, 4 Mayıs 1990 tarihinde yürürlüğe giren 3628 sayılı Yasanın 23. maddesi ile 1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılarak bu yasada yazılı suçlar ile bazı suçlardan dolayı soruşturma usulü yeniden düzenlenmiştir.
Buna göre; 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde, "Bu yasada yazılı suçlarla, irtikap, rüşvet, intilas, zimmete para geçirme, görev sırasında veya görevinden dolayı kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarının açıklanması veya açıklanmasına sebebiyet verme suçlarından veya bu suçlara iştirak etmekten sanık olanlar hakkında MMHK. hükümlerinin uygulanmayacağı hüküm altına alınmıştır.
Yasanın 19. maddesinde ise; "C. Savcısı 17. maddede yazılı suçların işlendiğini öğrendiğinde sanıklar hakkında doğrudan doğruya ve bizzat soruşturmaya başlamakla beraber durumu, atamaya yetkili amirine veya Yasanın 8. maddesinde gösterilen mercilere bildirir" hükmüne yer verilmiştir.
O halde, yukarda açıklanan hükümlere göre; 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde sınırlı biçimde sayılan suçlar hakkında MMHK. hükümlerinin uygulanmayacağı kuşkusuzdur. C. Savcısı bu tür bir suçun işlendiğini öğrenir öğrenmez doğrudan doğruya iddianame ile dava açmak durumundadır.
Ancak, yargılama birliğine aykırı olması bir yana, C. Savcısının dava açma tekeline ayrıcalık oluştursa da, 4 Şubat 1329 tarihli MMHK. yürürlüktedir. Bu Yasaya göre memur olan failin 3628 sayılı Yasa ile getirilen ayrıcalık dışında görevinden dolayı veya görev sırasında, bir başka deyimle görev suçu işlemesi halinde MMHK. hükümleri uyarınca kovuşturma yapılması zorunludur.
Bu durumda 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde sınırlı biçimde sayılı suçlar nedeniyle, C. Savcısı tarafından doğrudan doğruya açılan davalarda yapılan soruşturma sonucunda suç niteliğinin değişmesi halinde, gündeme gelen suç MMHK.na göre kovuşturulması gereken suçlardan ise, Mahkemece, CYUY.nın 253/4. maddesi uyarınca durma kararı verilerek, gereği yapılmak üzere dosya MMHK. uyarınca görevli idare kuruluna gönderilmelidir.
Bu tür uygulama, memurların yargılanma usulünü düzenleyen ve halen yürürlükte bulunan MMHK. hükümlerinin doğal sonucudur. Zira, MMHK. memurun görevi bakımından bir çeşit güvencedir. Böylece kamu görevinin daha iyi işleyeceği düşünülmektedir. Zira, memurlar görevleri sırasında, sık sık isnat ve iftiralara uğrayabilirler. Görevliye ilgili olarak üzerinde suç isnat edilen memurun hemen adliyeye gönderilmesi, hem memurları tedirgin eder ve hem de kamu görevinin aksamasına neden olur. Bu nedenle memurlar hakkındaki iddiaların öncelikle, kamu görevinin gereklerini ve memurluk psikolojisini bilen bir kurulun süzgecinden geçirilmesi kamu görevinin yararınadır. Nitekim, TBMM. Üyeleri, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu Üyeleri, Yüksek Mahkemeler Başkan ve Üyeleri İlh... haklarında da paralel düzenlemeler ilgili yasalarında yer almaktadır.
Kaldı ki 3628 sayılı Yasanın 19. maddesi; MMHK. hükümleri uyarınca kovuşturulmayacakları 17. maddede belirtilen suçlar bakımından durumun, memuru atamaya yetkili amirine veya 8. maddede sayılan mercilere bildirileceğini öngörmekte, idareyle memur arasındaki bağlantının korunması gerektiğini vurgulamıştır.
Bu görüşün aksini benimsemek MMHK.nun uygulanma alanını tamamen daraltabilir. Şöyle ki; memuru tedirgin etmek amacıyla haklarında 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde sayılan suçların oluşabileceği tarzında şikayetlerde bulunularak veya C. Savcıları MMHK.na tabi suçların 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde öngörülen suç biçiminde değerlendirerek, MMHK.nu uygulama dışı bırakabilirler ki, bu durum mevcut hukuk düzenine aykırı sonuçlar doğurur.
Bu itibarla, direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Üyelerden V. Savaş; ( Memurlar, görevlerinden doğan veya görevlerinin yerine getirilmesi sırasında suç işlemeleri halinde kural olarak, Osmanlı İmparatorluğu zamanında çıkarılmış ve hala yürürlükte bulunan 4 Şubat 1329 tarihli Memurin Muhakematı Hakkında Kanuna göre muhakeme edilirler.
Özellikle devlet idaresi aleyhindeki suçlarla mücadelede MMHK.nun zaman zaman olumsuz sonuçlara neden olduğunun görülmesi üzerine, söz konusu Kanunun uygulama alanının daraltılmasına çalışılmış, bu amaçla 1609 sayılı Kanun çıkarılmıştır -Bahri ÖZTÜRK, Ceza Muhakemeleri Kanununu değiştiren 206 sayılı Kanunun Memurların Muhakemesine EtkileriGerçekten, anılan Kanunun 1. maddesinde "İrtikaptan, rüşvet alıp vermekten, ihtilas ve zimmete para geçirmekten, gerek doğrudan doğruya ve gerek memuriyet görevini kötüye kullanmak suretiyle kaçakçılıktan ve resmi açık eksiltme ve artırmalara ve alım satıma fesat karıştırmaktan ve devletin dış politikasına ait gizli evrakı veya şifreleri açıklamak veya açıklanmasına neden olmaktan ve bu suçlara katılmaktan sanık olanlar hakkında Memurin Muhakematı Kanunu uygulanmaz" denilmek suretiyle, önemli bazı suçlar hakkında idarenin muhakeme yapması kabul edilmemiştir. Bu Kanuna göre, Bakan veya Vali ceza davasının açılması için izin verirse Savcı ceza davası açabilecektir.
1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmadan önce, olayımızda olduğu gibi, 1609 sayılı Yasanın kapsamında olduğu düşünülerek Vali veya ilgili Bakandan izin alınarak, irtikap, rüşvet alıp vermek veya zimmete para geçirmek gibi suçlardan iddianame düzenlenerek kamu davası açıldıktan sonra, eylemin görevi kötüye kullanmak niteliğinde olduğu anlaşılırsa, Yerel Mahkemenin yapacağı işlem ne idi? Ceza Genel Kurulu'nun uyum gösteren ve oybirliği ile verdiği bazı kararlar konuya ışık tutacak niteliktedir. Mesela, 30.3.1987 gün ve 577/166 sayılı kararda "irtikap suçundan hakkında kamu davası açılan sanık hakkında, son soruşturma aşamasında davaya bakan mahkemece, 11 İdare Kuruluna suç niteliğini kabule zorlar biçiminde görevsizlik kararı verilmesi, 1609 sayılı Yasanın amacına aykırı düşer. Belirlenecek suç niteliğine göre gereken kararın, kamu davasının açıldığı mahkemece verilmesi gerekir" denilmektedir. Ceza Genel Kurulu'nun 29.12.1986 gün, 442/652 sayılı kararı ve sonraki birçok kararı aynı mahiyettedir.
Gerçi 3628 sayılı Yasa ile, 1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmışsa da; 3628 sayılı Yasa, Ceza Genel Kurulu'nun yukarıda açıklanan ve yasaya uygun olan içtihatlarından ayrılmasını gerektirecek yeni bir unsur getirmemiştir. Şöyle ki:
a- 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde, "Bu Kanunda yazılı suçlarla, irtikap, rüşvet, ihtilas ve zimmete para geçirme, görev sırasında veya görevinden dolayı kaçakçılık, resmi ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarının açıklanması veya açıklanmasına sebebiyet verme suçlarından veya bu suçlara iştirak etmekten sanık olanlar hakkında Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat hükümleri uygulanmaz" hükmüne yer verilmek suretiyle yasa koyucu, tıpkı 1609 sayılı Yasada olduğu gibi, 17. maddede yazılı suçların sanıklarını MMHK.na tabi tutmak istemediğini açıkça belirtmiştir.
b- "İl İdare Kurulunun suç niteliğini kabule zorlar biçimde görevsizlik kararı verilmesinin yasanın amacına ters düşeceği" yolundaki önceki Ceza Genel Kurulu Kararlarındaki gerekçe, 3628 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra da geçerliliğini korumaktadır.
c- 3628 sayılı Yasanın 19. maddesinde "C. Savcısı 17. maddede yazılı suçların işlendiğini öğrendiğinde sanıklar hakkında doğrudan doğruya ve bizzat soruşturmaya başlamakla beraber durumu atamaya yetkili amirine veya 8. maddede sayılan mercilere bildirir" hükmüne yer verilmek suretiyle, söz konusu suçları işleyenler hakkında C. Savcısının soruşturma yapma yetkisi genişletilmiş, 1609 sayılı Yasada olduğu gibi, Vali veya Bakandan izin alınmadan kamu davası açılabilme imkanı sağlanmıştır.
Genel Kuruldaki müzakereler sırasında üyelerden bazılarının belirttiği gibi "C. Savcısınca soruşturmaya başlandığının memurun amirine veya 8. maddede sayılan mercilere bildirilmesi" ne ilişkin hüküm, soruşturmada memurlara teminat sağlanması için değil, aksine sözkonusu suçları işleyen sanıklar hakkında disiplin soruşturması yapılması ve gerekiyorsa işten el çektirilmesini sağlamak için yasaya konulmuştur.
Ceza Genel Kurulu bu kararıyla, 1609 sayılı Yasanın bile memura tanımadığı bir teminatı, 1609 sayılı Yasayı yürürlükten kaldırmakla birlikte, bu kanunda yazılı suçları işleyen sanıkları daha kolay ve teminatsız bir soruşturma usulüne tabi tutan 3628 sayılı Yasayı esas alarak memura tanımış olmaktadır ki, bizce bunun mantıki bir açıklamasını yapmak imkansızdır.
d- Anayasa Mahkemesi'nin 14.11.1967 gün ve 14/36 sayılı Kararında belirtildiği gibi "Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanun, memurlara bir zümre veya sınıf olarak imtiyaz tanımakla değildir. Kanunun sağladığı, bir çeşit teminattır. Bu da kamu hizmetinin iyi işlemesi için düşünülmüş, düzenlenmiştir. Memur, gördüğü hizmet yüzünden sık sık isnat ve iftiraya uğrayabilir. Kendisine memuriyetiyle ilgili suç isnat edilen her memurun, hemen adliyeye sevkedilmesi, hem memurları tedirgin ederek hizmeti aksatır, hem de hizmetin yürütülüşü üzerinde birtakım haksız şüphelere yol açabilir. Bu çeşit iddiaların önce kamu hizmetinin gereklerini ve memurluk psikolojisini iyi bilen kimselerin süzgecinden geçirilmesi ve ortada kovuşturmaya değer bir eylem kalırsa, o zaman işin mahkemenin eline bırakılması, kamu hizmetinin yararına bir tedbirdir ve Kanunun sağladığı da budur" denilmektedir.
Olayımızda ise, sanık hakkında "irtikap" gibi yüzkızartıcı ve görevi kötüye kullanmak suçuna göre çok daha ağır cezai sonuçları olan bir suçtan kamu davası açılmış, sanığın devlet hizmetini yürütüşü üzerinde haklı şüpheler esasen doğmuştur. Bu şüphenin yenilmesi ve kamu davasının bir mahkeme kararıyla sonuca bağlanmasında kamu yararı bulunmaktadır.
Ceza Genel Kurulu'nun Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun çıkarılış amacına ve Anayasa Mahkemesi'nin anılan Kararında açıklanan ilkelere ters düşecek sonuçlar doğuracak şekilde yorum yapması isabetli olmamıştır.
e- Ceza davasının konusu, fertlerin hayatlarından alınan belli bir kesitin, ceza hukuku ve ceza yargılaması hukuku bakımından değerlendirilmesidir. Ancak bu değerlendirme yapılırken, buna bir sınır çizilmesi de zorunludur... Bu bakımdan ceza davasının konusu, iddianamede belirtilen maddi vakıalar karışımı ile sınırlandırılan insan davranışlarıdır. Bu sınırlar içinde hakim, araştırma ve tavsif etme yetkisine sahiptir -ERDENER YURTCAN, Ceza Yargılaması Hukuku, 2. Bası, 1986, s. 177-. İddianamede yazık olan hukuki tavsifleri mahkeme her zaman ayrılabilir -FARUK EREM, Ceza Yargılaması Hukuku, 6. Bası, 1986, s. 223, 265-. Hukuki tavsifin değişmesi, bazen olayın sınırında ufak tefek değişiklik yapılmasını gerektirebilir. Bazı hallerde, dava açılırken belirtilmiş olan sınırın açılmasında zaruret vardır. Hakim bu sınırı ne kadar aşabilecektir? Hukuki tavsif ile hakimi bağlamak doğru olmayacağına göre, hukuki tavsifin değişmesinin gerektirdiği nisbette sınır değişikliği kabul edilmelidir, elverir ki yepyeni bir olay durumu hasıl olmasın ve değişiklik dolayısıyla sanık müdafaasını yapabilecek hale getirilsin -N. KUNTER, Ceza Mahkemesi Hukuku, 8. Bası, s. 259, 260 Olayımızda, Trabzon C. Başsavcılığı'nın 10.5.1990 gün ve 61 sayılı iddianamesiyle, sanık doktor hakkında müştekinin kızı Ayla'nın düşerek başından ağır şekilde yaralanması üzerine, müşteki babası tarafından Numune Hastahanesi'ne getirilip, sanığın görevli olduğu beyin cerrahisi kısmında ameliyat edildiği, ameliyattan sonra kızının durumunu soran müştekiye hitaben: Durumu şimdi iyi, ancak kötüye gidebilir. Biz bu işi dışarıda üç milyona yapıyoruz. Devlet Hastahanesinde yapıldığı için senden 750 bin lira istiyorum diyerek, müştekiyi kendisine haksız yere para vermeye icbar etmiştir..." gerekçesiyle, suç "Cebri irtikap" olarak nitelendirilerek ve TCK.nun 209/1-son, 227/2. maddelerinin uygulanması istemiyle kamu davası açılmıştır.
Gerek "İrtikap" ve gerekse "Görevi kötüye kullanmak", Türk Ceza Kanununun "Devlet İdaresi Aleyhine İşlenen Cürümler" başlıklı 3. Babında yer almıştır ve "İrtikap" suçunu bir memurun "Memuriyet sıfatını veya memuriyetine ait görevi kötüye kullanmadan" işlemesi mümkün değildir. Başka bir deyişle "irtikap suçu", "Görevi kötüye kullanmak" suçunun TCK.nun 209. maddesinde açıklandığı şekilde işlenmesiyle oluşur.
Tüm bu hususları gözönünde tutarak ve usulüne uygun şekilde açılan bir kamu davasında, sanığın iddianamede yazılı TEK olan eylemine ilişkin olarak, suç yörüngesinde "manevi cebir iddiasının kesin kanıtlanamadığı" gerekçesiyle, eylemi görevi kötüye kullanmak şeklinde nitelendirerek, ek savunmasını da aldıktan sonra, yazılı şekilde mahkumiyetine karar veren Yerel Mahkemenin uygulamasında yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır ) biçimindeki açıklamalarla, Yerel Mahkeme hükmünün Özel Dairece esastan incelenmesi gerektiği yolunda oy kullanmıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, sanık müdafiinin temyiz itirazları ile tebliğnamedeki düşünce bu itibarla yerinde görüldüğünden direnme hükmünün ( BOZULMASINA ), 23.12.1991 gününde 2/3'ü aşan oyçokluğuyla karar verildi.