 |
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 1990/60
K: 1990/108
T: 09.04.1990
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Kasten adam öldürmek suçundan sanık Ramazan'ın TCY.nın 448, 59.maddesi uyarınca 20 sene ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin (Antalya 1. Ağır Ceza Mahkemesi)nce 29.11.198 gün ve 68-245 sayı ile verilen hükmün sanık vekili tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen 1. Ceza Dairesi, 14.3.1989 gün ve 386-700 sayı ile;
(Aynı işyerinde çalışan ve aralarında hiç bir anlaşmazlık bulunmayan sanık ve ölenin aravermede gittikleri kahvehanede iken, önceden dönüp, ısınmak üzere fırına giren öleni gören sanığın, aşamalardaki savunmalarından anlaşılacağı gibi,şeytanlık edip öleni korkutmak amacıyla çalışma ve stop düğmelerine aynı anda bastığı, ne varki ölenin elinden sıçrayan kanı görmesi ile öldüğünü zannederek, fırın kapağını o andaki heyecanı sebebiyle açmadan, olay yerinden uzaklaştığı ve ilk karşılaştığı tanıklara da olayı bu oluşa uygun şekilde anlattığı, ölenin havasızlıktan öldüğünü, sanığın tüm aşamalardaki ikrarı, tanık anlatımları otopsi tutanağı ve tüm dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
Cürmün oluşması sanığın kastının belirlenmesi gerekir. Failin iradesinin belli bir sonuca yönelimiş olması lazımdır. Yargıtay'ın benimsediği tanıma göre kast, "cürmün neticelerini bilerek ve isteyerek işlemek iradesidir." Burada irade yalnız hareketi değil, aynı zamanda neticeyi de kapsamalıdır. ancak bu halde cürmi kasttan sözedilebilir. Başka bir anlatımla "istenen ile meydana gelen neticenin uygunluğu" kastı oluşturur.
Yukarıda belirlenen oluşa göre, sanığın neticeyi istediğini söylemek olanaklı değildir. Burada sanığın neticeyi istememesine rağmen, neticenin meydana gelmesi hali sözkonusudur. Başka bir anlatımla sanığın irad etmediği neticeden istisnalar dışında (TCY. 45/2 md.) sorumlu tutmak olanaklı değildir.
O halde sanığı tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme sebebiyet vermek suçundan sorumlu tutmak gerekirken, yazılı gerekçe ile kasten adam öldürmek suçundan cezalandırılması isabetsizliğinden hükmü bozmuştur.
Yerel mahkeme ise, 9.5.1989 gün ve 107-96 sayı ile; (olayın oluşuna göre tedbirsizlik ve dikkatsizlikle ölüme sebebiyet vermek suçundan sözedilemez. Zira sanık fırın kapısını kapattıktan sonra, aynı anda çalıştırma ve stop düğmelerine basmış, içerde çırpınırken gördüğü halde, fırın kapısını açmayarak, fırını terketmek suretiyle öleni, havasızlıktan öldürmüştür. Bu itibarla öldürme kastı vardır) gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de sanık vekili tarafından süresinde temyiz edilmesi ve kendiliğinden temyize tabi bulunması nedeniyle dosya, C. Başsavcılığı'nın "onama" istekli 20.2.1990 gün ve 1-688 sayılı tebliğnamesiyle, 1. Başsanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Ceza Genel Kurulu'nda duruşma yapılacağına ilişkin bir hüküm bulunmadığından, sanık vekilinin bu husustaki isteminin reddine karar verilerek incelenen dosyaya göre; 19.3.1990 tarihinde yapılan birinci müzakerede üye C. Belibağlı tarafından ileri sürülen, "fırındaki hava miktarı araştırılarak sanığın kasten hareket edip etmediğinin, elde edilecek sonuca göre değerlendirilmesine" ilişkin soruşturmanın genişletilmesine yönelik görüşün oylanarak yasal çoğunlukla reddedilmesinden sonra, uyuşmazlık konusu olayın çözümü için yeterli oy sağlanamadığından 9.4.1990 tarihinde yapılan ikince müzekerede;
Olayda görgü tanığı yoktur. Sanığın aynı nitelikte bulunan aşamalardaki savunmasına göre olayı değerlendirmek ve suç niteliğini belirlemek gerekir.
Samimi kabul edilen ve aksi kanıtlanamayan savunmasında sanık, ısınmak amacıyla fırın içerisinde oturmakda bulunan ölene "fırın kapısını kapatayım mı?" dedikten sonra, onun olumlu cevabı üzerine fırınkapısını kapatmış, bu arada şeytanlık edip öleni korkutmak amacıyla aynı anda çalıştırma ve stop düğmelerine basmış, ölenden kan çıktığını görünce, girdiği psikolojik ortam (Panik reaksiyon) içerisinde olay yerinden uzaklaşırken fırın kapısını açmayı düşenememiş, bu durumu ilk karşılaştıkları kişilere de anlatmıştır. Nitekim ölümün havasızlıktan oluşması da bu durumu doğrulamaktadır.
Oluşu bu şekilde belirledikten sonra, suçu nitelik verebilmek için kast ve tasvir kavramlarına kısaca değinmek gerekir.
"Kast", TCY.nın 45. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddede "cürümlerde kastın bulunmaması cezayı kaldırır." hükmü yer olmaktadar. Ancak kastla ilgili ir tanımlama yapılmamıştır. açıklanan bu ifade tarzının bazı sonuçlar doğuracağı açıktır. Bunlardan birisi cürümlerde kastın temel kusurluluk için olduğu belirtmesidir. TCY.nın kastı tanımlamayan bu düzenlemesi yanında bazı kanunlar olumlu bir tarif verirler. Bunlardan İsviçre Ceza Kanunu kastı "bilmek ve istemek" şeklinde ifade ederken diğer bazıları Avusturya, Almanya, Yugoslavya Ceza Kanunları "Neticeyi isteyen veya fiili gerçekleştirdiğinde meydana gelebilecek tehlikeyi kabullenen fail kasten hareket etmiştir" şeklinde bir ifade ile kastı belirtirler.
Ancak, TCK.nun 45. maddesinde açıklandığı gibi genellikle kanunların kastı tanımlayıp öğreti ve uygulamayı bırakmış olması yerinde görülmektedir. Böylece sert kalıplar içinde kast kavramının sıkıştırılmamış olduğu vurgulanmaktadır. Bugün öğretide egemen olan görüşe göre "kast" tipiklikte yer alan objektif unsurların failce bilinmesi ve istenmesi" biçiminde tanılanmaktadır (Maurach'dan aktaran A. Önder, Ceza Hukuk, Genel Hükümler, C: II, S: 291: F. Erem, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, C: I, S: 460 vd.).
Bu tanıma göre kastta "istemek ve bilmek" unsurlarının bulunması gerektiği görülmektedir. Bir başka deyimle, failin neticeyi düşünmesi ve gerçekleştirmeye karar vererek hareket etmiş olması, halinde kast vardır. Kastta "bilme" unsuru "isteme"yi de gerektirmez. Zira her bilinen şey istenmiş değildir. Ancak istenmiş olan şey bilinir. O halde kasttan sözedebilmek için, failin bilmesi ve neticeyi istemiş olması gerekir.
Taksir ise failin "suç tipindeki neticeye yönelik kast içinde olmadan ve fakat zorunlu olduğu özeni gösterdiği takdirde neticenin meydana gelmesi olanaklı bulunmayan hallerde tesbit edilmiş suç tipini hukuka aykırı olarak ihlal etmesi" halidir.
Bu tanımlamalara göre kasti suçlardan failiin, toplum düzenine karşı olan iradesi, taksirde bu düzene karşı bir uyumsuzluk ve umursamamak şeklinde görülmektedir (A. Önder, Ceza Hukuk Genel Hükümler, C: II, S: 336; T. Tufan Yüce, Ceza Hukukunun temel Kavramları, S: 59; F. Erem, Türk Ceza Hukuku, Genel Hükümler, C: I, S: 501).
Kast ve taksir kavramları üzerindeki bu açıklamalardan sonra olaya bakıldığında, sanığın yukarıda açıklanan aksi kanıtlanamayan savunmasına göre, sanıkta ölüm neticesine yönelik istem iradesi bulunmamaktadır. Zira sanık savunmasında şaka yaptığını ileri sürmükte ve oluş savunmadan anlaşılmaktadır. Sanık ilk aşamada ölenin öldüğü düşüncesi sürmekte ve oluş savunmasından anlaşılmaktadır. Sanık ilk aşamada ölenin öldüğü düşüncesi ile düştüğü psikolojik ortam içerisinde fırın kapağını açmadan kahvehaneye giderken, ölenin havasızlıktan öleceğini istememiştir. Sanığın neticeyi istememesine rağmen neticenin meydana gelmesi hali sözkonusudur. Başka bir anlatımla, faili irade etmediği neticeden istisnalar dışında (TCY. 45/2) sorumlu tutmak olanaklı değildir. Kaldı ki taraflar arasında öldürmeyi gerektirecek bir husumet bulunmadığı gibi, açıklanan eylemi şakaya dayandığından TCY.nın 455. maddesine uyan suç oluşmuştur.
Olayda cürmi kastın bulunmadığı, ağır ve yoğunlaşır bir taksirli halin varlığı sözkonusudur. Bu haliyle yerel mahkeme uygulamada takdir hakkını kullanarak temel cezayı tayin ederken üst hadden ceza uygulaması yapılarak, eyleme uyan adil bir sonuca varılmalıdır.
Açıklanan nedenlerle sanığın eylemi ağır taksire dayalı TCY.nın 455. maddesine uyan suçu oluşturduğundan yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle sanık vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden, kendiliğinden de temyize tabi olan hükmün isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 9.4.1990 gününde yapılan ikinci müzekere sonucunda oyçokluğuyla karar verildi.