 |
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E:1988/9-447
K:1988/502
T:28.11.1988
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- ÖDENCE [TAZMİNAT]
- YASAL SÜRE
ÖZET : Ceza davasındaki beraat kararı, ister sanığın ve vekilinin yüzlerine karşı ve ister yokluklarında verilmiş olsun, kesinleştikten sonra bildirimden (tebliğden] itibaren 466 sayılı Yasasının 2. maddesinin öngördüğü yasal süre işlemeye başlar.
(466 s. KDYTK m. 2)
466 sayılı Yasaya göre maddi ve manevi tazminat isteğinde bulunan Osman'ın bu isteğinin reddine ilişkin (Karaman Ağır Ceza Mahkemesi)nce, 26.1.1988 gün ve 1987/145 esas, 1988/17 karar sayı ile verilen hükmü davacının temyizi üzerine, inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 29.9.1988 gün ve 1988/2196 esas, 1988/6915 sayı ile;
(Tazminat isteğine esas olan beraat kararı davacı (sanık) vekilinin yüzüne karşı tefhim edildiğinden tebliğnamedeki bozma isteyen görüşe iştirak edilmemiştir.
Yapılan incelemeye, mahkemenin tahkikat neticelerine uygun olarak tecelli eden kanaat ve takdirine, tetkik olunan dosya münderacatına göre, davacının yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle kararın isteme aykırı olarak onanmasına karar vermiştir.
Daire kararına karşı itiraz yoluna başvuran C. Başsavcılığı ise özetle;
(Yüksek Yargıtay'ın 21 .4.1975 gün ve 1975/3-5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre ceza mahkemelerinden verilen beraat kararlarının ilgili sanıklara tebliğinde yasal bir zorunluluk bulunmamakla birlikte, 466 sayılı Kanunun uygulanması bakımından kesinleşen beraat kararlarının da mutlaka sanıklara tebliği gerekmektedir: Beraat kararının davacının vekilinin yüzüne karşı tefhim edilmesi bu lüzum ve zarureti ortadan kaldırmaz, çünkü beraat kararının Verilmesiyle sanık (davacı) vekilinin dava ile olan bağı kesilir. Sanığın kişiliğine bağlı olan tazminat isteme hakkını vekili otomatikman kullanamaz bir hakkın kullanılması açısından bu sanığa aittir.
Kaldı ki beraat kararı ister sanığa isterse vekilinin yüzüne karşı tefhim edilse de 466 sayılı Yasa yönünden yeterli görülemez. Zira, 466 sayılı Kanunun 2/1. maddesi uyarınca başvurma sanığın hakkındaki kesinleşmiş karardan haberdar olduğu veya kesinleşen kararın tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılır. Sanık vekilinin 16.6.1983 günü yüzüne karşı tefhim edilen beraat kararı sanığın vicahında tefhim edilse dahi bu karar henüz kesinleşmiş bir beraat kararı sayılamaz. Kesin olmayan bu karar aleyhe temyiz edilmeksizin 23.6.1983 tarihinde kesinleşmiştir. Kesinleşer, beraat kararı ise ne sanık vekiline (ki gerekmemektir) ne de sanığa tebliğ edilmemiştir. Sanık kararın kesinleştiğini haricen öğrendikten sonra 24.6.1987 tarihinde tazminat talebini havi dilekçesiyle başvurusunu yapmıştır. Kesinleşen beraat kararı da davacıya (sanığa) 9.12.1987 tarihinde resmen tebliğ edilmiştir.
Şu hale göre, davacının 466 sayılı Yasaya uygun olarak süresinde tazminat isteminde bulunduğu anlaşıldığı cihetle, tazminat isteğinin reddine dair yerel mahkeme hükmünün onanmasına ilişkin kararda bir isabet görülmemiştir) biçimindeki açıklamalarıyla, Özel Daire kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi istemiyle dosya 1. Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 21 .4.1975 gün ve 3/5 sayılı kararı ile; (yasa dışı yakalanan veya tutuklanan kişilere tazminat verilmesi hakkındaki 466 sayılı Yasanın uygulanması yönünden yerel mahkemelerce sanıkların yokluğunda hükmolunan beraat kararları ile Yargıtayca onanan, ya da CMUK.nun 322. maddesi uyarınca verilen beraat kararlarının ilgili sanıklara tebliği gerekeceğine; sözü edilen 466 sayılı Yasanın 2. maddesinde gösterilen üç aylık sürenin mahkemelerce yapılacak tebliğ tarihinden başlar...) ilkesi getirilmiş bulunmaktadır.
Bu ilkenin ışığı altında olayımıza baktığımızda;
Dosyaya göre:
1-Tazminat davasının davacısı Osman'ın, sanık olduğu ceza davasındaki beraat hükmünün 16.6.1983 gününde kendisinin gıyabında, vekilinin yüzüne karşı tefhim kılındığı,
Bu kararın aleyhe temyiz edilmeksizin 23.6.1983 tarihinde kesinleştiği,
Sanığın kararın kesinleştiğini haricen öğrendikten sonra 24.6.1987 tarihinde, tazminat talebini içeren dilekçeyle mahkemeye başvurduğu, bu başvurudan sonra, kesinleşen beraat kararının mahkemece 9.12.1987 tarihinde sanığa (davacıya) tebliğ edildiği,
2- Yerel mahkemenin; (Beraat kararının 23.6.1983 tarihinde kesinleştiği, tazminat davasının ise 466 sayılı Yasanın 2. maddesindeki üç aylık sürenin bitiminden sonra açıldığı....) gerekçesiyle davanın reddine karar verdiği anlaşılmıştır. Sanığın ceza davasındaki vekilinin yetki ve görevi ceza davası ile sona ermiş olup tazminat davası yeni ve başka bir davadır. Bu vekilin tazminat davasını da takiple mükellef olduğunu kabul için hiç bir hukuki neden yoktur. Açıklanan şu hale ve içtihadı birleştirme genel kurulu kararı ile bu kararın gerekçesinde yer alan açıklamalara göre; ceza davasındaki beraat kararı, isterse sanığın ve vekilinin yüzlerine karşı ve isterse yokluklarında verilmiş olsun, kesinleştikten sonra vaki tebliğden itibaren 466 sayılı Yasanın 2. maddesinin öngördüğü yasal süre işlemeye başlar. Bu itibarla itirazın kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk oyuna karşı olan 4. Ceza Dairesi Başkanı Cahit Belibağlı ve Üye Vural Savaş; Özel Daire görüşüne katılarak itirazın reddi yolunda oy kullanmışlardır.
Sonuç : Açıklanan nedenlerle C. Başsavcılığı'nın itirazın kabulü ile Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 29.9.1988 gün ve 21 96/6915 sayılı onama kararının kaldırılmasına ve Yerel Mahkeme hükmünün (BOZULMASINA), 28.11.1988 gününde 2/3'yi geçen çoğunlukla karar verildi.