 |
T.C.
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
E. 1994/16730
K. 1995/1307
T. 31.1.1995
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ
FAZLA ÇALIŞMA PARASI (MESAİ)
ÜCRET VE PRİM ALACAĞI
TAKSİTLENDİRME
ERTELENME
SÖZLEŞMENİN DEĞİŞEN ŞARTLARA GÖRE UYARLANMASI
KARAR ÖZETİ: Serbest iradeleriyle tarafların imzaladıkları sözleşmelerin bağlaması aslı ise de, taraflar arasında mevcut olan denge şartların olağanüstü bir şekilde değişmesi sebebi ile taraflardan biri için katlanılamayacak derecede bozulabilir. İşte bu gibi hallerde sözleşmeye sıkısıkıya bağlılık adalet, hakkaniyet ve objektif iyiniyet kurallarıyla bağdaşmaz. Hukukta bu durum ' sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması" ilkesi ile çözümlenmektedir.
Beklenmeyen şartların getirdiği yükler karşısında ülke insanının belli oranlarda da olsa fedakarlığı paylaşması gerekir. Aynı dönem için Devletin diğer kamu çalışanlarına uyguladığı ücret artışı ve onları fedakarlığa ortak edişi kamu yararı ilkesiyle izah edilebilir. Aynı ilkenin TİS. uygulamaları için de geçerli olacağının gözardı edilmemesi gerekir.
Tüm bu maddi ve hukuki olgular karşısında , İdarenin teklif ettiği ödeme planının uyarlama önerisi olarak kabulü ile davanın reddine karar verilmelidir.
(2822 s. TSK. m. 61)
(818s. BK. m. 96, 117)
(743 s.MK.m.2)
(2709 s. Anayasa m. 15)
Taraflar arasındaki TİS. farkı, fazla çalışma parası, ücret ve prim alacağı-nın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle gerçekleşen miktarın faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine ilişkin hükmün süresi içinde duruşmalı olarak temyizen incelenmesi davalı avukatınca istenilmesi üzerine; dosya incelenerek, gereği konuşulup düşünüldü:
Davacı; işyerinde uygulanmakta olan 1.7.1992-31.12.1994 yürürlük süreli Toplu İş Sözleşmesinin 34/E maddesinde öngörülen "işyerinde çalışan işçilerin 30.6.1994 tarihindeki çıplak ücretlerine 1.7.1994 tarihinden geçerli olmak üzere D.İ.E. 1987 = 100 Temel Yıllı, Kentsel Yerler Tüketici Fiyatları Türkiye Geneli İndeksinin, Haziran 1 994'ündeki sayısının Aralık 1993 İndeks sayısına bölünmesi suretiyle bulunacak değişim oranı kadar zam yapılır" hükmünün davalı işverence uygulanmadığını bildirerek fark ücret, prim ve fazla mesai alacaklarının işletme kredisi faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı İdare cevap dilekçesinde özetle; toplu iş sözleşmesinin yürürlüğe girmesinden sonra uygulanmasına belli süre devam edildiğini, daha sonra Türkiye genelinde büyük ekonomik gelişmeler oluştuğunu, bu nedenle Hükümetçe ekonomik tedbirler alınması gereğinin ortaya çıktığını ve 5 Nisan 1994'de alınan ekonomik tedbirler paketinin uygulamaya konulduğunu, bu tedbirler paketine tüm kamu kurum ve kuruluşlarının uymak zorunda kaldığını, müvekkili İdarenin de bunlar arasında bulunduğunu, Hükümetçe dava konusu edilen dönemde ilgili olarak toplu iş sözleşmesi zamlarının ödenmesinin bir genelge ile belli bir plana bağlandığını, kendilerinin de plana uyduklarını ve "borcun edasının imkansız hale geldiğini" savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, istek doğrultusunda hüküm tesis edilmiştir.
Taraflar arasında; dava konusu edilen isteklerin toplu iş sözleşmesinde öngörüldüğü, 1994 Temmuz ayı itibariyle altı aylık zam oranının % 61,1 olarak kabul edilmesi gerektiği, davalı İdarenin bu ücret zamlarını uygulamadığı, Hükümetçe alınan ekonomik tedbirler ve genelge uyarınca bu zamların bir plan dahilinde taksitlendirildiği hususlarında bir uyuşmazlık yoktur.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, tarafların serbest iradeleriyle usulüne uygun biçimde, işyerinde uygulanmak üzere düzenlenmiş bulunan TİS. bağlayıcı niteliktedir. Bu itibarla, normal koşullarda, böyle bir TİS.'ne hakimin müdahalesinden sözedilemez.
Toplu İş Sözleşmesinin yürürlük başlangıç ve imza tarihlerinden sonra, Türkiye'nin ekonomik bir krize girdiği, normalde beklenilmeyen ve tahmin edilmeyen durumların oluştuğu, bu ağır ekonomik bunalımdan çıkmak için Hükümetin bir dizi tedbirler almak zorunda kaldığı, ve bu cümleden olarak da kamu kurum ve kuruluşlarında tasarruf tedbirlerine başvurduğu, memur ve işçi alımlarını dondurduğu, yeni vergiler ihdas ettiği, ek vergiler getirdiği, yatırımları durdurduğu, birçok kamu işyerlerini kapattığı, özelleştirmeye yöneldiği bir gerçektir. Bu tedbirler sonucu, tüm kamu kurum ve kuruluşlarında ve bu arada davalı İdareye ait işyerinde uygulanmakta olan toplu sözleşme zamlarının ödenmesi durdurulmuş, bir plan dahilinde tediyesi için tüm kuruluşlara genelge yayınlanmıştır.
Şu husus özellikle belirtilmelidir ki, her ne kadar kamu iktisadi teşebbüsleri, mevzuatlarına göre, özel hukuk hükümlerine bağlı birer bağımsız tüzelkişilik iseler de, bunların yıllardan beri Devletin desteği ve koruması ile ayakta. kaldıkları da bir vakıadır. Bu destek sayesindedir ki, Türkiye'de işsizlik asgari düzeye indirilmiş ve ülke genelinde işyerleri pek çok yurttaşa ekmek kapısı olmuştur. Hükümetin bu korumacılığını, almış olduğu olağanüstü ekonomik tedbire rağmen devam ettirmek niyet ve arzusunda olduğu, toplu iş sözleşmesi zamlarını, gecikmeyle de olsa, bir plan dahilinde ve tam olarak ödenmesini kabul etmek suretiyle sürdürmek istediği, dosya içeriği ile bellidir. Devletin bu koruyucu tutumu kamu iktisadi teşebbüslerinden çekmesi ve bunların sorumluluklarıyla başbaşa bırakılmaları halinde, bu işyerlerinin ifa imkansızlığına düşeceği, birçoklarının kapanacağı, bazılarının iflas durumuna geleceği, binlerce işçinin işsiz kalacağı da bir memleket gerçeğidir.
Bu olgular karşısında, davalı İdarenin toplu iş sözleşmesi zamlarından kurtulmak istemesinden ve dolayısıyla kötüniyetinde söz etmek mümkün değildir. Gerçekten yukarıda da vurgulandığı gibi davalı işveren, hiçbir zaman borcunu inkar etmemiş, ancak Hükümet genelgesi doğrultusunda ve kendi imkanlarıyla da ödeme imkansızlığını da dikkate alarak, ücret zamlarının taksitle ödenmesini önermiştir. Bu öneri, davacı işçinin üyesi bulunduğu sendikanın bağlı olduğu işçi konfederasyonu tarafından, Hükümet yetkilileriyle düzenledikleri protokolde de aynen benimsenmiştir. Gerçi bu protokolün davacı işçiyi bağlamasından söz edilemezse de, yukarıdan beri anlatılmaya çalışılan memleket gerçeğinin, işçi konfederasyonu tarafından da benimsendiğini gösterir. Ayrıca belirtmek gerekir ki; davalı işverenin taksitlendirmeye sadık kalarak, işçilerin ihtilaflı dönemle ilgili ücretlerini tamamiyle ödediği de dosya içeriği ile sabittir.
Yukarıda da değinildiği üzere serbest iradeleriyle imzaladıkları sözleşmelerin tarafları bağlaması asıl ise de, taraflar arasında mevcut olan denge şartların olağanüstü bir şekilde değişmesi sebebi ile taraflardan biri için katlanılamayacak derecede bozulabilir. İşte bu gibi hallerde sözleşmeye sıkı sıkıya bağlılık adalet, hakkaniyet ve objektif iyiniyet kurallarıyla bağdaşmaz. Hukuk' ta bu durum "sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması" ilkesi ile çözümlenmektedir.
Şartları olağanüstü şekilde değiştiren hallerin ortaya çıkması durumunda edimler arasındaki dengenin bozulması taraflar arasındaki sözleşme ile tesis edilen işlemin temelinin çökmesini gündeme getirir ki işte bu durumda hakim müdehale ederek sözleşmeyi değişen şartlara uyarlar.
Olayımızda, işverenin TİS.'deki ücret zammını bir ödeme planı dahilinde ileriki bir tarihte ödeme teklifi böyle bir uyarlama önerisidir.
Değişen şartlara göre sözleşmenin tamamının geçersizliği istenebileceği gibi bir kısım hükümlerinin şartlara uygulanması da istenebilir.
Olayımızda, sözleşmenin sadece ücret zammının vadeye yayılması istenmiş, zam oranına müdahele dahi talep edilmemiştir.
Beklenmeyen şartların getirdiği yükler karşısında ülke insanının belli oranlarda da olsa fedakarlığı paylaşması gerekir. Aynı dönem için Devletin diğer kamu çalışanlarına uyguladığı ücret artışı ve onları fedakarlığa ortak edişi kamu yararı ilkesiyle izah edilebilir. Aynı ilkenin TIS. uygulamaları için de geçerli olacağının gözardı edilmemesi gerekir.
Tüm bu maddi ve hukuki olgular karşısında, idarenin teklif ettiği ödeme planının uyarlama önerisi olarak kabulü ve bu önerinin değişen şartlar sebebiyle yerinde görülerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten (BOZULMASINA), davalı yararına takdir edilen 750.000 TL. duruşma avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgili-ye iadesine, 31.1.1995 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava, toplu iş sözleşmesinden doğan ve ödenmeyen ücret zammı alacağının, 2822 saydı Yasanın 61. maddesi uyarınca faiziyle birlikte davalıdan tahsili istemine ilişkindir.
Dosya içeriğine göre; yürürlükteki toplu iş sözleşmesinde, ücretlere, enflasyon oranında zam yapılmasının kararlaştırıldığı, uyuşmazlık konusu dönemde enflasyonun % 61,1 oranında gerçekleştiği; davalı işverenin, borcun varlığını kabul etmekle beraber, ekonomik ve mali sıkıntıdan söz ederek ödemeyi geciktirdiği ve bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hemen belirtelim ki, toplu iş sözleşmesinde ücret zammının enflasyon ölçütüne bağlanmasından amaç; işçinin ücretini, para değerindeki sürekli düşmelere karşı korumak, ona, kendisini ve ailesini geçindirecek düzeyde adil bir ücret sağlamak ve böylece enflasyonun olumsuz etkisiyle geçim sıkıntısı içine düşmesini önlemektir. Başka bir deyişle, işçinin reel ücretini ve satınalma gücünü enflasyonla ortaya çıkan erozyondan korumaktır. Kuşkusuz, enflasyon olgusu işletmeleri de olumsuz yönde etkilemektedir. Ancak, üretilen mal ve hizmetlere sürekli olarak yapılan zamlarla bu yükün hafifletilmesine ve bir denge sağlanmasına çalışıldığı da unutulmama1ıdır.Böyle olunca ,gerçekleşen enflasyon oranındaki ücret zammının, işçi-işveren ilişkilerinde edimler arasındaki dengeleri aşırı ölçüde bozduğunu savunmak güçtür.
Ülkemizin, öteden beri ekonomik ve mali sıkıntılar içinde bulunduğu, enflasyonun frenlenemediği ve sürekli olarak tahminlerin çok üstünde gerçekleştiği, para değerinin hızla düştüğü yıllardır yaşanın ve bilinen olgulardır. Bu nedenle, yüksek enflasyon, beklenmeyen ve öngörülmesi mümkün olmayan bir olay olarak da kabul edilemez.
Bu durum karşısında, davacı işçinin, toplu sözleşmeden doğan hakkını istemesinin, dürüstlük kurallarına aykırı düştüğünü savunmak ve bunu haksız görmek mümkün değildir.
Kaldı ki, uzun süreli sözleşmelerde, önceden görülmesi mümkün olmayan olaylardan dolayı, taraflardan birinin ediminin diğerininkine nazaran fevkalade ağırlaşmış olması ve böyle bir ifayı talebin doğruluk kurallarına aykırı bulunması (MK 2) halinde kabul edilebilen ve uygulamada "uyarlama davası" adı verilen istisnai dava türü, toplu iş sözleşmeleri nde sözkonusu olamaz. Zira, toplu iş sözleşmeleri, kolektif iş ilişkilerini düzenleyen ve özel bir yasa olan 2822 sayılı TSGLK' da öngörülen koşullarla, belli bir süreç izlenerek tüm barışçı yollar denendikten sonra, gerektiğinde şartlarına uygun olarak grev ve lokavt hakları kullanmak suretiyle oluşan, kendine özgü işlevi ve nitelikleri bulunan sözleşmelerdir. Aksi görüş, çalışma barışının ve giderek sosyal barışın zedelenmesi-ne, özgür veözerk toplu sözleşme düzeninin bir kaosa sürüklenmesine yol açar. Esasen, ortada böyle bir dava da yoktur. Gerçekten; asıl borcun varlığı değil, ifa zamanının tek yanlı olarak ertelenip ertelenemeyeceği tartışma konusudur.
Diğer taraftan, Ülkemizde yaşanan ekonomik ve mali sıkıntıların giderek ağırlaştığı, bunun birlikte göğüslenmesi gerektiği, 1994 yılının Nisan ayında bir dizi istikrar önlemlerine başvurulduğu ve çıkarılan yasalarla ek vergi ve yükümlülükler getirildiği, birçoğu zarar eden ve Devletin desteği ile faaliyetlerini sürdüren KIT. 'lerin ve bağlı kuruluşların özelleştirme işlemlerine hız verildiği bilinen gerçeklerdir.
Ancak, bütün bunlar, enflasyondan en çok etkilenen sadece bir kısım çalışanın, Anayasada ve katıldığımız İLO Sözleşmelerinde güvence altına alınan toplu iş sözleşmesi hakkı ve özerkliği çerçevesinde, serbest toplu pazarlık sonucu bağıtlanan toplu sözleşmede kararlaştırılıp, ödeme zamanı gelmiş olan ücret zamlarının, Hükümet temsilcilerinin emir ve yayımladıkları genelge doğrultusunda, tek taraflı olarak askıya alınmasının, hukuka uygun ve haklı gerekçesi olamaz. Bu genelgenin, davacı-nın, 2822 sayılı Yasanın 61. maddesi hükmünden kaynaklanan dava hakkını ortadan kaldırması hukuken mümkün değildir. Olayda, Anayasanın 15, 119 ve 121. maddeleri uyarınca temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını gerektirecek ölçüde olağanüstü bir durumun ve ağır ekonomik bunalım halinin ortaya çıkardığı bir uygulamadan söz etmek olanağı da yoktur.
Herşeyden önce, davalı KİT. ve müesseselerinin sermayelerinin tamamı Devlete ait olmakla beraber, bunlar, tüzelkişiliğe sahip, özel hukuk hükümlerine tabi ve ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulmuş, sorumlulukları sermayeleri ile sınırlı kuruluşlardır (233 s. KHK. hükümleri). Hukukumuzda, borçlu, ödeme (ifa) zamanı gelen para borcunu, tek yanlı irade açıklaması ile bir başka tarihe ertelemek hak ve yetkisine sahip değildir. Hukukumuzda, özellikle toplu sözleşme düzeninde, kural olarak, sözleşme özgürlüğü ve sözleşmeye bağlılık, titizlikle uyulması gereken temel ilkelerdir.
Bundan başka, borçlunun para sıkıntısı içinde bulunması, BK 96 anlamında bir imkansızlık yaratmaz. Yine borçlunun kusuru olmaksızın mali sıkıntı içine düşmesi ve borcunu ödeyememesi halinde de (BK 117), durum aynıdır. Çünkü, para borçlarında ifa imkansızlığı söz konusu olamaz. Borçlu, başkalarından kredi (borç) almak suretiyle para borcunu ödeme olanağına sahiptir.
İşçi sendikası ile işveren sendikası veya sendika üyesi olmayan işveren, toplu iş sözleşmesine, Anayasa 'nın tanıdığı hak ve özerklik çerçevesinde, Devletten bağımsız olarak, ücret ve sosyal haklara ilişkin konularda yasa hükümleri gibi bağlayıcı kurallar koyma yetkisine sahiptirler. Bu kurallar objektif hukuk kuralları niteliğinde olup, sözleşmenin taraflarını ve üçüncü kişileri bağlar. Toplu sözleşme sisteminin sosyal yönü ve özellikle çalışma barışını sağlayıcı işlevi ve özgün nitelikleri dolayısıyla da, toplu sözleşme hakkı ve özerkliğinin çeşitli dış müdahelelerden uzak kalması gerekir. Bu itibarla, yürürlüktekibir toplu iş sözleşmesinde yer alan hükümler, ancak sözleşmeye taraf olanların kendi aralarında anlaşmaları ile değiştirilebilir. O halde, uyuşmazlık konusu, toplu iş sözleşmesine taraf olmayan Hükümet ile Türk-İş temsilcileri arasında varıldığı öne sürülen bir anlaşma ile sözleşmede öngörülen ücret zamlarının ödenmesinin ilerideki bir tarihe ertelenmesi de hukuken geçerli sayılamaz. Esasen, konfederasyonlar toplu iş sözleşmesine taraf olamazlar.
İşte, yukarıda açıklanan nedenlerle, davanın kabulüne ilişkin yerel mahkeme kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan o n a n m a s t gerektiği görüşüyle çoğunluğun kararına katılamıyoruz.
Seyfettin ÇETİNELLİ Ekrem SERİM
Başkan Üye