 |
T.C.
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi
E. 1992/3195
K. 1992/9864
T. 19.6.1992 Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
TESCİL DAVASI
AVARIZ VAKFI
ÖZET Vakıflar Kanununun 8. maddesinde doğrudan doğruya hayrattan olan taşınmazlarının üzerinde kazandırıcı zamanaşımı istenmeyeceği belirtilmiştir. Bu hükümle de, hayrattan olmayan vakıf taşınmazlar üzerinde kazandırıcı zamanaşımı hükümlerinin uygulanacağı kabul edilmiş bulunmaktadır.
(2762 s. VAK. m. 8)
Davacı-davalı Binali ile Hazine ve Boğaz gören Köyü Muhtarlığı, davalı-davacı Vakıflar Bölge Müdürlüğü aralarındaki dava hakkında, (Olur Asliye Hukuk Hakimliği)nden verilen 12.12.1989 tarih ve 1/45 sayılı hükmün Dairenin 2.12.1991 gün ve 20923/16414 sayılı ilamıyla onanmasına karar verilmişti. Davalı-davacı vekili taraflarından süresinde kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
Medeni Kanunun yürürlüğünden önce, zengin hayır sahipleri tarafından Allah rızası için bir eşyadan veya gelirinden yararlanma hakkının topluma, toplumda ihtiyacı olanlara tahsisi için vakıf kurulabilmekte idi.Hem vakfeden kişi bakımından hem de vakfedilen şey bakımından belirli koşulların varlığı zorunlu olduğu gibi her vakıf için bir vakfiyenin bulunması da gerekmektedir. Bununla beraber, vakfiye olmadan da bir taşınmaz, vakıf mal sayılabilirdi. İşte vakfiyesi olmadığı ya da sicilde kaydı bulunmadığı için kuruluş tarihi belli olmayan ve fakat geleneksel olarak varlığı bilinen bu tür vakıflar, MK. nun yürürlüğünden sonra da varlıklarını sürdürmüşlerdir. MK.numuzla, 1. kitabın 2. babının 3. faslında "tesis" başlığı altında yeni bir düzenleme getirilmiş, 13.7.1967 gün ve 903 sayılı Kanunla da bu fasıl değiştirilmiş ve vakıf kurma işlemi yeni hükümlere bağlanmıştır. Gerek değişiklikten Önceki, gerekse şimdiki hükümler incelendiğinde görülecektir ki, MK.nun yürürlüğünden sonra yasal koşullar dışında bir vakıf kurma olanağı kalmamıştır. Dolayısıyla artık "şu taşınmazımı, şu amaçla vakf ettim" demek o taşınmazın vakıf mal sayılmasına yeterli olmayacaktır. 0 halde, bir taşınmazın vakıf mal sayılabilme koşulları bakımından MK.nun yürürlüğünden önce mi, sonra mı vakfedildiğinin açıklığa kavuşturulması gerekir. Olayımızda, Vakıflar İdaresi vakfın, Hatice Hanım Vakfı olduğunu ve hayrat vakıf olan caminin giderlerini karşılamak üzere tahsis edildiğini ileri sürmüştür. Her iki tarafın gösterdiği tanıklar taşınmazın gerçekten eskiden beri Hatice Hanım Vakfı olduğunu, caminin giderlerini karşılamak üzere bu taşınmazın akar olarak vakfedilmiş bulunduğunu, gelirinin cami imamına ücret olarak verildiğini, bir kısım gelirinin de köyün diğer ihtiyaçları için harcandığını bildirmişlerdir. Bu açıklamaya göre vakfın, MK.nun yürürlüğünden evvel geleneksel bir şekilde kurulmuş bir vakıf olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda bu vakıf, Avarız Vakfı niteliğinde bulunmaktadır. Avarız Vakfı, 1580 sayılı Belediye Kanununun 110. maddesinin 6. bendinin yorumu ile ilgili TBMM.'nin 25.6.1932 gün ve 177 sayılı Kararında, (Vakfı sahih mahiyette olmayıp avarız namı ile veya muvazaa ten mülk suretiyle hakiki ve hükmi şahıslar uhdesinde tapuca tescil edilmiş veya edilmemiş gayrimenkullar ile nukut olan bizzat avarızlar ve hasılatı belediyelere intikal eder) denmiştir. Bir köy veya mahalledeki fakirlerin acezelerin infak ve iaşelerinin, ölümlerinde defin masraflarının kimsesiz kızların evlenmelerinde çeyiz masraflarına, kaldırım ve su yollarının tamirine hasılı köyün tüm ihtiyaçlarına sarf olunmak üzere kurulan vakıflar az önce açıkladığımız gibi avarız vakfına örnek olarak gösterilmiştir (Karınabacizade Ömer Hilmi, İsmet Sungur Bey, Eski Vakıfların Temel Kitabı, sh 9; Suat Bertan-Ayni Haklar, C: 1, sh 83 ve HGK.nun 5.2.1975 gün ve 7/1424 E., 1975/127 sayılı kararı, ayrıca yine HGK.nun 13.4.1 984 T., 1982/14-79 E., 1984/419 K. sayılı kararında bu husus açıklanmış bulunmaktadır). Bu açıklamalar karşısında dava konusu taşınmazın hayrat vakıf olmayıp avarız vakıf olduğu ve 1972 yılına kadar çayır olarak davalı köy tarafından tasarruf edildiği, bilahare 1972 yılında Alabalık Çayı'nın taşkınına maruz kaldığı, kısa bir süre bu şekilde kaldıktan sonra köy tüzel kişiliğinde davacıya satılıp zilyetliğinin devredildiği ve arkasından davacının selin getirdiği taşları ve çakılları temizleyip tarla haline dönüştürdüğü ortaya çıkmaktadır. Esas itibariyle Vakıflar Kanununun 41. maddesinin 1. fıkrasında; Kanunu Medenideki müruruzaman hükümleri vakıf mallar hakkında da tatbik olunur" denilmiş ve böylece vakıf mallar üzerinde de, kazandırıcı zamanaşımı hükümlerinin uygulanmasına olanak sağlanmıştır. Vakıflar Kanununun 8. maddesinde, vakıfların doğrudan hayrattan olan taşınmazlarının üzerinde kazandırıcı zamanaşımı istenmeyeceği belirtilmiştir. Bu hükümle de, hayrattan olmayan vakıf taşınmazlar üzerinde kazandırıcı zamanaşımı hükümlerinin uygulanacağı kabul edilmiş bulunmaktadır. Yargıtayın kökleşmiş içtihatları ile de vakıf olan ve fakat tapuda kayıtlı bulunmayan taşınmazlar üzerinde kazandırıcı zamanaşımı hükümleri ile mülk edinilmesinin mümkün olduğu kabul edilmiştir (Yargıtay 7. HD., 31.12.1975 T., 1975/9725 E., 1975/8694 K.). Esasen Köy Kanununa göre de avarız vakıflarının geliri, tasarruf hakkı köye ait bulunmaktadır. Bu durumda köy tüzel kişiliğince yapılan satış ve zilyetliğin devri geçerli olmaktadır. Davacı köyün satıştan Önceki zilyetliğini kendi zilyetliğine MK.nun 909. madesi hükmüne göre ekleyebilir. Zira satıştan önce taşınmazın MK. nun yürürlüğünden öncesinden beri avarız vakfı şeklinde çayır olarak köy tüzel kişiliği tarafından MK.nun 639. maddesindeki koşullara uygun olarak tasarruf edildiği kanıtlanmış bulunmaktadır. Bu durumda, taşınmazın davacı adına tapuya tesciline karar verilmesinde yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır. Vakıflar İdaresinin düzeltme istemi açıklanan gerekçeler karşısında yerinde olmadığından (REDDİNE) ve anılan Kanunun 442. maddesi uyarınca takdirin 50000'er lira para cezasının karar düzeltme isteyenlerden alınarak Hazineye irad kaydına ve 23800 lira peşin harcın red harcına mahsubuna, 19.6.1992 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
|