 |
T.C.
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi
E: 1989/5784
K: 1989/5400
T: 23.05.1989
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : ...... Miras Şirketi mümessili Hüseyin ile Kamil ve müşterekleri aralarındaki men'i müdahale davasının reddine dair (Niğde - Ortaköy Asliye Hukuk Hakimliği)nden verilen 19.12.1988 gün ve 175/412 sayılı hükmün duruşmalı olarak Yargıtay'ca incelenmesi davacı tarafından süresinde istenilmiş ise de; hüküm tarihine nazaran uyuşmazlığa konu teşkil eden taşınmazın değeri 1.000.000 lirayı aşmadığından duruşma talebinin kıymet yönünden reddi ile incelemenin evrak üzerinde yapılmasına karar verilerek dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı tereke mümessili, nizalı taşınmazın bir kısım davalılarla birlikte murisleri Hüseyin'den kaldığını, taksim edilmediğini ve bir kısım mirasçılar tarafından davalı üçüncü kişilere yapılan satışın geçerli olmadığını ileri sürerek davalıların müdahalesinin men'ine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davacı tarafa üçüncü kez keşif yaptırmak üzere melih verilmiş ancak davacı taraf üçüncü kez keşif yaptıramayacağını bildirmiş olması nedeniyle davanın isbat edilmediği kabul edilmiş ve davanın bu sebeple reddi yönüne gidilmiştir.
HUMK.nun 163 ve bunu izleyen maddelerine göre, bir mehlin hakkaybına sebebiyet verebilmesi için gerçekten bu işlemin yapılması zorunlu olmalıdır. Daha açık deyimle, mehil verilen taraf böyle bir işlemi yaptırmak zorunda değilse verilen mehil bir sonuç doğurmaz. Nitekim olayımızda davacı taraf keşfe gerek olmadığını davayı isbat ettiğini bildirmiştir. Gerçekten de davacı yönünden iddia kanıtlanmış olmaktadır. Şöyle ki: Davacının gösterdiği tanıklar nizalı taşınmazın davacının ve bir kısım davalıların miras bırakanı Hüseyin'e ait olduğunu onun 1930 yılında öldüğünü, terekesinin taksim edilmediğini tüm mirasçılara kalmış olduğunu bildirmişlerdir. Bu durumda 1963 yılında mirasçılardan İhsan tarafından üçünü kişilere yapılan satış geçerli sonuç doğurmaz. Zira taşınmaz iştirak halinde mülkiyet hükümlerine tabi bulunmaktadır. Davalı üçüncü kişiler taşınmazı 1963 yılında diğer bir üçüncü kişiden satın aldıklarını bildirmişlerdir. 1963 tarihi ile dava tarihi arasında iktisabı sağlayan süreç geçmemiştir. Bu durumda davalıların üçüncü kişinin zilyetliğinin kendi zilyetliklerine eklenmesi gerektiğini ve bu suretle ortaya çıkan zilyetliğin dava tarihine kadar iktisabı sağlayabildiğini kanıtlamaları gerekir. Görülüyorki davacı yönünden üçüncü kez keşif yapılmasına gerek bulunmamakta aksine savunmanın isbatı ve bunun yükümlülüğü davalı tarafa düşmüş olmaktadır. İsbat külfetinin tersine çevrilmesi yasaya aykırıdır. Bu durumda mahkemece yapılacak iş davalılara savunmalarını isbatlamak üzere imkan vermek, tanık gösterildiği takdirde bunları HUMK.nun 259. maddesi hükmüne göre taşınmaz başında dinlenmek ve davalıların savunmasına göre, üçüncü kişi ile birlikte kendi zilyetliklerinin iktisabı sağlayan süreye ulaşıp ulaşmadığını tesbit etmek ve uyuşmazlığı ona göre çözümlemekten ibarettir. Davalılar dava tarihine kadar üçüncü kişi ile birlikte kendi zilyetliklerinin 20 yılı doldurduğunu isbatladıkları takdirde davanın reddi yoluna gitmek isbatlanmadığı takdirde davanın kabulü cihetine gitmek gerekecektir. Bütün bu yönler gözönünde tutulmadan keşif yaptırmadığından bahisle davacının davasının reddine karar verilmiş olması isabetsiz ve temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulü ile hükmün BOZULMASINA ve 3500 lira peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 23.5.1989 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.