 |
T.C.
YARGITAY
7. Hukuk Dairesi
E: 2002/4585
K: 2003/2674
T: 30.9.2003
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- KADASTRO TESBİTİNE İTİRAZ
- MK.NUN YÜRÜRLÜĞE GİRMESİ İLE ARAZİ KANUNUNUN TÜM MADDELERİ İLGA EDİLMİŞTİR
- SAHİH VAKIFLAR
- VAKIFTAN TAVİZ BEDELİ ÖDENEREK BİR BÖLÜM ÖZEL MÜLKİYETE ÇEVRİLEBİLİR
- MUHTESATIN KÜTÜĞÜN BEYANLAR HANESİNDE GÖSTERİLMESİ
ÖZET : M.Valide Sultan Vakfından taviz bedeli ödenmek suretiyle mülkiyete çevrilen bu yer çiftlik vasfında olduğu;
Şerife evlatları uhdesinde kalan kısım ddhi. Vakfedenin özel mülkiyetinden tahsis edilen arazi turünden sahih bir vakıf olduğu; Yargıtay 13. HD. ve 7. HD. kesinleşmiş ilamları ile belirlenmiştir.
Bu bağlamda da davacı tarafın dayandığı tapu kaydı da hukuki değerini koruduğu sınırlarının belliedilip haritaya bağlandığı vurgulanmıştır. Taşınmazın davacılar adına tapuya tesciline, üzerinde yapılan muhdesatın (binanın)da, dava lı mirascıları adına kütüğün beyanlar hanesinde gösterilmesine karar verilmesi gerekir.
(3402 s. Kadastro K. m. 19/2)
(Mülga 7. Ramazan 1274(1858) Tarihli Arazi Kanununun 20. maddesi)
Taraflar arasında kadastro tesbitinden doğan dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay' ca duruşmalı olarak incelenmesi istenilmekle, dosyadaki belgeler incelendi, tetkik hakiminin açıklamaları dinlendi. Gereği görüşüldü:
Kadastro sırasında 804 parsel sayılı 3820 m2 yüzölçümündeki taşınmaz vergi kaydına, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine ğayanılarak davalı Durmuş adına tespit edilmiştir. Itirazları komisyonca reddedilen davacılar Firuzan ve paydaşları tapu ve vergi kaydına, mahkeme kararına dayanarak ve davalının kiracı sıfatıyla zilyet olduğunu öne sürerek dava açmışlardır. Yargılama sırasında davalının ölümü nedeniyle mirasçıları davaya dahil edilmişlerdir. Mahkemece davanın reddine, taşınmazın davalılar adlarına payları oranında tapuya tesciline karar verilmiş, hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Yanlar arasındaki çekişme 7 Ramazan 1274 tarihli (1858) Arazi Kanununun 20. maddesinin yürürlükte olup olmadığı konusunda toplanmaktadır. Diğer hususlar Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin bozma ve emsal kararlarıgereğince kesinleşmiştir.
Bu durumda Medeni Kanunkarşısında Arazi Kanunu konumunun irdelenmesi gerekir.12.5.1926 tarih ve 837 sayılı Yasanın sevk gerekçesi T.B.M. Meclisi Adliye Encümenininmaibatası ve müzekere tutana~larının incelenmesinde 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe giren Medeni Kanun tarafından Arazi Kanunu dolayısıyla anılan Kanunun 20. maddesi açıkça ortadan kaldırılmıştır. Adliye Encümeni adına tasarıyı savunan Ali Nazmi Bey yasayı savunurken özetle; Yeni Medeni Kanunun yürürlüğe girmesiyle vakıf mallar müstesna olmak üzere tek bir nevi gayrimenkul kabul edilmiştir. Bundan böyle araziye metruke, araziye emiriye gibiçeşitli taşınmaz ahkamını kabul etmemektedir şeklindeki anlatımları yine TBMM. 11 Mayıs 1929 tarihli ve 501 sayılı kararının (c) fıkrasında "Arazi Kanununun cari olduğu zamanlarda sevk eden tasarruflarına istaneden hakkı karar cari olduğu zamanlarda hakkı karar nedeniyle tapu isteyenlerin Kanuni Meden'i'nin tatbikine dair olan bu haklar kabul edilmiş olduğundan mahkeme hükmüne ihtiyaç olmadığını, ancak Medeni Kanunun mevkii tatbike vaazından ewel iktisap edilmiş bir hakkı karar olmadığı takdirde Kanuni Medeni'nin iktisabı mururu zaman hükümlerine müracaat zaruri olur" denilmek suretiyle açık ve seçik olarak Arazi Kanununun Medeni Kanundan sonra yürürlükte olmayacağı ifade edilmiştir. (3. Tertip Dustur Cilt 10 Sahife 896) Diğer yönden merhum Alim Ebül-Üla Mardin Tatbikat Kanununun 43. maddesi karşısında Arazi Kanununun tüm maddelerinin ilga edildiğini, Cevat Abdurrahman Gücün Medeni Kanununun meriyeti ile ilgili yasanın yürürlüğe girmesi anında Arazi Kanununun ilga edilmemiş hiçbir maddesinin kalmadığını, sayın Bülent Köprülü, Sayın Veli Dededoğlu Arazi Kanunu ile arazilerin nevilere ayrılması MedeniKanunun yürürlüğü ile ortadan kalktığını, bu nedenle miri arazi nevinin de özel mülkiyet rejimine girdiğini, yine Sayın 7. Hukuk Daire ve Yargıtay Başkanı Imran Öktem, Sayın Prof. Sefa Reisoğlu, Sayın Prof. Jale Akipek ve Sayın Prof. Sungurbey ile Sayın Galip Esmer Arazi Kanununun tüm hükümlerinin ortadan kalktığı görüşünü benimsemişler ve bu görüşlerini kitaplarında bilimsel nedenlere dayanarak görüşlere sunmuşlardır.
Diğer yönden Yargıtay Içtihadı Birleştirme Kurulu çeşitli kararlarında Arazi Kanununun tüm maddelerinin mülga olduğunu tespit etmiştir. Örnek olarak 27.1.1943 tarih ve 5n sayılı, 9.2.1944 tarih 4 sayılı, 9.10.1946 tarih 12 sayılı kararlarında Arazi Kanununun tüm maddelerinin mülga edildiği vurgulanmıştır.
Tüm bu anlatımlar sonucunda yeni Medeni Kanunun yürürlüğe girmesiyle Arazi Kanununun zaman aşımı ile ilgili tüm tartışmaları son bulmuş bulmaktadır. 1878 tarihli bir yasanın Cumhuriyet dönemiıide ilelebet yürürlükte olduğunun savunulması da yukarıda izah edildiği gibi mümkün bulunmamaktadır.
Diğer yönden davacı tarafın dayandığı tapu kaydının hukuki kıymeti yÖnünden 7. Hukuk Dairesince verilen kararların kesinleştiği ve az yukarıda da belirtildiği gibi davacı tarafın dayandığı tapu kaydının hukuki değerini koruduğu, sınırlarının belli edilip haritaya bağlandığı vurgulanmıştır. Bu konuda da somut olayda çekişme bulunmamaktadır. Bu nedenle Marmaris Kadastra Mahkemesinin 1974/5 esas, 1975/44 karar sayılı dava dosyasında verilen karar 7. Hukuk Dairesinin 26.1.1977 tarih 1976/4217 esas, 1977/424 karar sayılı ilamı ile "esasen Mihrişah Valide Sultan Vakfından 6960 dÖnüm çiftlik olarak Muğlall Şerif evlatları namlarına kayıtlı iken Kaymakamllk makamınca 1 hektarlık kısmının kamulaştırıldığı, geri kalan kısmının tapu kaydı kapsamında kaldığl'gerekçesi ile mahkeme kararı derecattan geçerek kesinleştiğigibi yine Marmaris Kadastra Mahkemesinin 1977/61 esas 2001/9 karar sayılı 7. Hukuk Dairesinin 20.9.2002 tarihli 2002/1795 esas 2002/4523 karar sayılı ilamı dahi onanmış Mihrişah Valide Sultan Vakfından taviz bedeli Ödenmek suretiyle mülkiyete çevrilen bu yer çiftlik vasfında yer olduğundan fazlası MuğlaValiliğine bağışlanan kısmından Şerif evlatları uhdelerinde kalan çiftlik olması doğalolduğu gerekçesiyle karar onandığı gibi dosyada mevcut bulunan Beyoğlu Asliye Ikirıci Hukuk Mahkemesinin 27.6.2002 tarih 2002/135 esas ve 2002/417 karar sayılı ilgmında da dayanılan tapu kaydında yer alan Mihrişah Sultan Vakfı ibaresinden dava konusu taşınmazın vakfedenin Özel mülkinden tahsis edilen arazi türünden olduğu bu nedenle sahih bir vakıfı olduğu belirlenmiş bu hüküm Yargıtay ünüçüncü Hukuk Dairesince onanmak suretiyle kesinleşmiştir. Hal bÖyle olunca mahkemece davanın kabulüne, dava konusu 804 parsel sayılı taşınmazın davacılar adına tapuya tesciline, ancak; taşınmaz üzerinde 1946 yılında yapılmış olan binanın davall Durmuş mirasçılarıadına 3402 sayılı Kadastra Kanununun 19. maddesi hükmünce kütüğün beyanlar hanesinde gösterilmesine karar verilmesi gerekirken, bu konuda yanllşa düşülerek yazılı biçimde karar verilmesi isabetsiz, davacı tarafın bu nedenlerle yerinde olan temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (BOZULMASINA),
Yargıtay duruşmasında kendilerini vekille temsil ettiren davacı tarafın yararına takdir ve tesbit olunan 150.000.000 lira vekalet ücretinin davall taraftan alınarak davacı tarafa verilmesine, 30.9.2003 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
1- İncelenen dosya örnek olarak gönderilen bir dosya olup, bunun dışında halen görülmekteolan bini aşkın dosya olduğu anlaşılmaktadır. Öncelikle bu dosyanın
diger dosyalarla birleştirilmesi, dayanılan 3 ayrı tapu kaydının kapsamlannın ayrı ayrı belirlenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Zira kadastro mahkemelerinden verilen kararlar Yargıtay 7, 16 ve 17. Hukuk Dairelerince incelenmektedir. Sözü edilen dosyalar sonuçlandıgında her üç daireye dagılması sözkonusudur. Bu durumda her daireden degişik kararların çıkması mümkündür. Nitekim Dairemizin 2001/8221 esas sayılı 11.12.2001 tarihli 2001/9432 sayılı kararında aynı konuda Marmaris Mahkemesince verilen karar onanmış iken bu kez çogunluk tarafından aynıdogrultudaki karar bozulmuş ve degişik sonuçlara varılmıştır. Bu husus yargıya olan güveni sarsar. Degişik kararlann çıkmasının önlenmesi amacıyla aynı tapu kayıtlarına dayalı olarak açılmış tüm davalann birleştirilmesi yargılamanın aynı dosya üzerinden yürütülmesi gerekir. Zaten usul hükümleri de bunu öngörmektedir. Ancak çoğunluk birleştirme dogrultusundaki görüşe katılmamıştır. .
2- Birleştirme konusundaki görüşümüz kabul edilmediginden ancak, toplanan delillere göre dava konusu taşınmazın davacı tarafın dayandıgı tapu kaydının kapsamında kaldığı anlaşıldıgından bu konudaki görüşümüzü de açıklamak ve gerekçeye eklenmesi gerektigi kanaatindeyiz. Şöyle ki; Mahkemece davacı tarafın dayandıgı tapu kayıtlarının hukuki degerini yitirdigi sonucuna varılmış ise de bu sonuca varılmasında isabet bulunmamaktadır. Zira Dairemizin aynı konu ile ilgili olarak verilen 26.2.1991 tarihli bozma ilamında 2. sayfada "tapu kayıtlarının dogru temele dayandıgı düzenli bir şekilde gittileri bulundugu ve bu nedenle geçerli tapu kayıtları oldugu ancak, 1927 tarihinde ölen müşterek malik Mahmut payı yönünden intikal tarihine kadar tapu kaydının bu pay yönünden zilyedi yaranna hukuksal degerini yitirip yitirmedigi de araştırılarak..." denilmek suretiyle tapu kayıtlarının hukuki degeri ni korudugu kabul edilmiş, sadece Mahmut payı yönünden araştırma yapılması istenmiş, mahkemece bozmaya uyularak yapılan araştırma sonunda Mahmut'un 1950 yılında öldügü belli oldugundan bunun payının da hukuki degerini korudugu anlaşılmıştır. Bozma ilamında açıklandıgı gibi tapu kayıtlarının hukuki degerini korudugu belirtilmiş ve mahkemece bozmaya uyulmuş olduguna göre bu husus davacılar yönünden kazanılmış hak dogurmaktadır. Bundan sonraki aşamalarda ve diger davalarda bu hakkın gözardı edilmesi ve buna aykırı bozma yapılması veya mahkemece bu bozmaya deger verilmeyerek tapu kayıtlarının hukuki degerinin tartışılması ve sonunda tapu kayıtlarının hukuki degerini yitirdiginin kabul edilmesi mümkün degildir. Bu husus kazanılmış hak kuralına ve yerleşmiş içtihatlara aykırıdır. Açıklanan nedenlerle mahkemece verilen hükümde isabet bulunmadıgından çogunlugun bozma gerekçesine bu nedenle katılıyorum.
Gazi Arıkan Üye
KARŞI OY YAZISI
Dava ve temyize konu taşınmazın davacıların tutundukları tapu kaydı kapsamın~ da kaldlğı Marmaris Kadastro Mahkemesinin 1996/11 esas 2001/16 karar sayılı derecattan geçmek suretiyle kesinleşen dosyasında belirlenmiştir. Bu husus taraflar arasında çekişmesizdir. Çekişme davacıların tutunduklan tapu kaydının hukuki kıymetini koruyup korumadlğı, korumadlğı takdirde zilyet tespit maliki yararına taşınmazın tescil edilip edilmeyeceğidir. Medeni Kanunun kendisinden önce yürürlükte bulunan kanunlarla sa!)lanan kazanılmış hakları ihlal etmeyeceği kuşkusuzdur. Medeni Kanunun yürürlük gününden önce yürürlükte bulunan Arazi Kanunnamesinin 20. maddesine göre başkasına ait tapulu taşınmazın 10 yılı aşkın süredir. 3. bir kişi tarafından malik sıfatıyla aralıksız ve çekişmesiz olarak kullanılması durumunda tapu kaydının hukuksal durumunu kaybedeceği kayıt malikinin zilyet aleyhine dava açamayacağı kabul edilmiştir. Hal böyle olunca davalı tarafın Medeni Kanunun yürürlüğe girdiği 1926 tarihinden önceki dönemde 10 yılı aşkın zilyetliği karşısında tapu kaydının zilyet yararına hukuksal değerini yitireceğinin kabulü gerekir. Her ne kadar mahkemece davacıların tutunduğu Mart 1290 tarih daimi 9 varak 20'de kayıtlı kaydın malikinin 1301 tarihinde ölümünden sonra Ağustos 1326 tarihine kadar intikal görmediği saptanarak davalı yararına zilyetlikle edinme koşullannın varlığı nedeniyle davalı yaranna hüküm kurulmuş ise de zilyetlikle ilgili yapılan araştırma ve soruşturma yetersizdir. Öncelikle Medeni Kanunun yürürlüğe girdiği 1926 yılından önceki 10 yıllık dönemde Arazi Kanunnamesinin 20. maddesinde belirtilen koşullarda zilyetliği bulunup bulunmadığının araştıniması gerekir. 22.3.2002 tarihli keşifte dinlenilen davacı tanıklan Kadir ve Mustafa taşınmazın öncesinin Ali'ye ait iken bakımsızlıktan fundalığa dönüştüğü, Ali'nin taşınmazın davalı Durmuş'a bağışladığını, Durmuş'un da 1946 yılında fundalığı temizleyerek ev ve bahçe yaptığını bildirmişler, ancak Ali'nin taşınmaza ne zamandan beri zilyet olduğu, taşınmazın kimden kendisine kaldığı, 1926'dan önce Ali veya mirasçıları tarafından 10 yıllık süre ile zilyet olup olmadığı araştınlmamıştır. Eksik soruşturma ile hüküm kurulamaz. Yeniden mahallinde keşif yapılarak yöreyi iyi bilen yansız ve yaşlı kişilerden seçilecek yerel bilirkişilerden sorulup saptanarak sonucuna göre bir karar verilmelidir. Bu nedenle yerel mahkeme hükmünün araştırmaya yönelik olarak bozulması gerekirken, çoğunluğun görüşünde belirtilen gerekçeyle kesin bozma yapılmasını doğru bulmadığından çoğunluğu görüşüne katılmıyorum.
Tuncer Büyükkaymakçı Üye