 |
T.C.
YARGITAY
6. Hukuk Dairesi
E: 1990/5478
K: 1990/5682
T: 16.04.1990
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan şuf'a davasına dair karar davalı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla; dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Dava, şuf'a nedeniyle 4 parça taşınmaz üzerinde şuf'alı payların iptal ve tescilinden ibaret olup mahkeme davayı kabul etmiş karar süresinde davalı tarafca temyiz edilmiştir.
1- Kanuni şuf'a hakkının kullanılması MK.nun 658. maddesinden esinlenerek gerçek ve muteber satışın öğrenildiğinden itibaren bir aylık hak düşürücü süreye tabii tutulmuştur.
Davamızda şuf'a payların Haziran 1974 tarihinde satışların yapıldığı, davacı Almanya'da çalışmakta bulunduğu nedeniyle davadan hemen önce öğrenip bir aylık hak düşürücü süre içerisinde 7.11.1979 tarihinde süresinde dava açtığını ileri sürmüşse de, davalı davacının her sene Türkiye'ye ve taşınmazların bulunduğu yere geldiğini bildirmiştir. Bu tanık sözlerinden davacının 1 aylık hak düşürücü süreyi geçirdikten sonra davayı açtığı kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Bu hale göre davanın öncelikle süreden reddi gerekirken kabulü isabetli görülmemiştir.
2- Kabul şekli itibariyle;
Şuf'alı payın ilişkin olduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin tasarrufundaki yeri ve ona tekabül eden yapı bir üçüncü şahsa satarsa satıcı zamanında o yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda pay satışı şeklinde yapılan işlem nedeniyle şuf'a hakkını kullanmışsa MK.nun 2. maddesinde yer alan objektif iyiniyet kuralı ile bağdaşmaz. Kötüye kullanılan bu hak kanunen himaye görmez. 14.2.1951 gün ve 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bu hususun davanın her aşamasında ileri sürülmesi hatta mahkemenin kendiliğinden nazara alması gerekir. Savunmanın tevsii bu gibi durumlarda sözkonusu değildir. Davanın bu bakımdan reddi gerekir.
Olayımızda, davalı şuf'alı payların bulunduğu taşımazların evvelce paydaşları tarafından özel surette ve haricen ve eylemli biçimde taksim edildiğini ve herkesin harici taksim üzere taşınmazı kullanıp üzerinden ürün topladıklarını savunmuş, dinlettiği tanıklar da bu hususu doğrulamışlardır. Hatta davacı vekili dahi 10.2.1982 tarihli dilekçesinde taşınmazın gayriresmi şekilde bölünerek herkesin kendisine ayrılan kısmı kullandığını kabul etmektedir. Mahalli bilirkişi de taşınmazların 25 sene önce kardeşler arası da taksim yapıldığını söylemiştir. Böyle bir durumda yukarıda açıklandığı üzere tapudaki müşterekliğe dayanılarak şuf'a hakkının dava yolu ile kullanılmasının hem MK.nun 2. maddesindeki objektif dürüstlük kaidesi ile hem de 27.3.1957 gün ve 2/12 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında benimsenen şuf'a hakkının amacı ile bağdaşmayacağının kabul edilmesi gerekir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile HUMK.nun 428. maddesi uyarınca hükmün (BOZULMASINA), istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 16.4.1990 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.