 |
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 2002/10878
K: 2003/2587
T: 11.3.2003
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
2709/m.28
4721/m.24,25
5680/m.1
Davacı Ahmet Ç. vekili Avukat Mübeccel Ertem tarafından, davalı Yalçın B. ve Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. aleyhine 20.11.1998 gününde verilen dilekçe ile yayın yolu ile kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat, karar özetinin yayının istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece 3.000.000.000 lira manevi tazminatın müteselsilen tahsili ve karar özetinin aynı gazete ve sütunda yayınlanmasına dair verilen 4.4.2002 günlü kararın Yargıtayda duruşmalı olarak incelenmesi davalılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 11.3.2003 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılar vekili Avukat Gözde Kır geldi, karşı taraftan davacı vekili gelmedi. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanın sözlü açıklaması dinlendikten sonra tarafa duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : Davacı, yapılan yayının hukuka aykırı olması nedeniyle kişilik haklarının saldırıya uğradığı savı ile manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalılar yayının, Basın Yasasının, tanıdığı sınırlar dışına çıkılmadan, özle biçim arasındaki denge korunarak verildiğini bu nedenle davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, istem kısmen edilmiş, karar davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, yayın yoluyla kişilik haklarının saldırıya uğradığı savına dayanmaktadır. Diğer bir anlatımla dava, yapılan yayında yer alan açıklamaların kişilik değerlerine saldırı içerdiği ve böylece hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Böyle bir uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerden farklı bir yöntemin izlenmesi ve ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması gerekmektedir.
Bunun nedeni, Anayasanın 28. maddesindeki basının özgür olduğu güvencesine ve bu ilkeyi güçlendiren 5680 sayılı Basın Yasasının 1. maddesindeki düzenlemedir. Bu düzenlemede basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin nedeni; toplumun sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşayabilmesi içindir. Bunun için de kişinin, dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yayın yaparken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
Ne var ki basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan ve gerekse MK.nun 24 ve 25 maddesinde ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluk ve gerekliliktir.
Açıklanan bu yasal düzenlemelerden ve yargısal uygulamalardan da anlaşılacağı üzere, basının özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği, diğer bir anlatımla, hukuk düzenince koruma altına alınan yararların birbirine karşı çatışma içinde bulundukları biçiminde bir görünümün var olduğu kanısı uyanmaktadır.
Halbuki hukuk düzeninin, çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Aksi halde hukukun kendisi, kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında, yapılan düzenleme, hukukun diğer temel kavramları ile birlikte incelendiğinde, iki yararın aynı anda ve aynı olayda birbiri ile çatışmadıkları, somut olaydaki olgular itibariyle koruma altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği anlaşılacaktır. Bunun sonucunda da, daha az üstün olan yarar, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında, o olayda ve o an için hukuk düzenince korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.
Bunun için temel ölçüt, kamu yararıdır. Diğer bir anlatımla yayın, salt toplumun yararı gözetilerek yapılmalıdır. Toplumun çıkarı dışında hiçbir kişisel çıkar, gerçeklerin yanlış olarak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber olduğu biçimi ile verilmeli ve kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basının bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, yayında kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini ve haber verilirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayın hukuka aykırılığı oluşturur ve böylece kişilik hakları saldırıya uğramış olur. Aksi bir yayının ise, gerek Anayasa ve Basın Yasası ve gerekse basının genel işlevi karşısında hukuka uygun olduğu, kişilik değerlerine saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir.
Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O an için o olay veya konu ile ilgili olan, görünen bilinen herşeyi araştırmak, incelemek ve olayları olduğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gerek yazılı ve gerekse görsel basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, gerçek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır.
Davaya konu edilen yayında davacı Hürriyet Gazetesinin 6.1.1998, 29.7.1998, 13.9.1998, 16.9.1998, 18.9.1998, 19.9.1998, 21.10.1998 ve 7.11.1998 tarihli sayılarındaki yayınların kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu ileri sürerek manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Dava konusu yayınlarda davacının Eminönü Belediye Başkanı olduğu dönemde kurduğu Eminönü Hizmet Vakfı tarafından yasalara aykırı olarak cadde ve sokakların otopark olarak işletilmesi, davacının bir saldırının azmettiricisi olarak yargılandığı, kaçak inşaatlara göz yumulduğu, belediye kaynaklarının Eminönü Hizmet Vakfına aktarıldığı vakfa yapılan bağışlar karşılığı ruhsat verildiği ve Eminönü Belediyesinde davacının yakınlarının yasal düzenlemelere aykırı olarak çalıştıklarının anlatıldığı görülmektedir.
Davacının belediye başkanı olarak göreve başlandıktan sonra kurulan Eminönü Hizmet Vakfı'nın amacı Eminönü semtinin tarihi dokusunu korumak, imar ve güzelleştirilmesi için kamu kurum ve kuruluşları ile işbirliği yaparak çevresel ve kentsel hizmetlerin verilmesine katkıda bulunmaktır. Dosyada mevcut bilgi ve belgelerden Eminönü Belediyesinin görev ve yetki alanı içinde bulunan bir kısım cadde ve sokakların anılan vakıf tarafından otopark olarak ve ücret karşılığı işletildiği görülmektedir. Bu konu ile ilgili olarak düzenlenen 10.4.1995 tarihli muhakkik raporunda 25.10.1994 tarihli Encümen kararında belediye dahilindeki cadde ve sokaklar ile küçük çaplı arsaların irsaliye ile Eminönü Hizmet Vakfın'a kullandırılmasının 2464 sayılı Belediye Gelirleri Yasasına aykırı olduğunun belirlendiği ve Danıştay 2. Dairesinin 20.5.1997 tarihli Lüzumu Muhakeme kararı ile isgaliye harcı salma görevinin kamu görevi olduğu ve devredilemeyeceği, 6183 Sayılı Yasa gereğincede bir vakfın doğrudan kamu gücünü kullanarak harç tahsil edemeyeceği görüşü ile davacı ve dava dışı encümen üyelerinin yargılanmasına karar verildiği görülmektedir. Yapılan yargılama sonucu davacı ve arkadaşlarının beraatine karar verilmişse de bu karar, dava konusu yayınların tarihinden çok sonraki bir tarihte verilmiştir.
Yayınlarda yer alan diğer bir konu ise davacının bir saldırı olayının azmettiricisi olarak yargılanmasıdır. Ankara 2. Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinde açılan davada, davacı 3.9.1998 tarihinde işlenen ve Hısarcık ve Aydınlar beldesindeki arazilerin usulsüz olarak aynı davada yargılanan diğer sanıklar tarafından alınmak istenmesi ve müdahil olan Doğal Hayatı Koruma Derneği Başkanı Nuh Mehmet Yakuter'in öldürülmesi için teşekkül oluşturulması suçlamaları ile yargılama yapılmıştır. Dava konusu yayınlar sırasında anılan suçlama ile açılan davanın devam ettiği görülmektedir.
Dosyada mevcut diğer deliller değerlendirildiğinde ise Eminönü Hizmet Vakfına bağış yapıldığı gün adına ruhsat düzenlenen kişilerin belgelerinin mevcut olduğu, davacının yakınlarının Eminönü Belediyesinde üst düzey görevlere getirildiği, Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Kararlarına rağmen kaçak otel, çarşı inşaatları yapıldığı, kaçak inşaatların tesbit edilmesinden sonra yasal prosedürün işletilmediği veya çok geç kalındığı, anılan konularda FP Belediye Meclisi Grubunca Meclis Başkanlığına dava konusu yayınlar öncesi birçok kez önergeler verildiği ve okuyucu mektupları ile de yayında yer alan birçok konuda bilgi verildiği davacının Eminönü Hizmet Vakfı ile Eminönü Belediyesinin Vakfı gibi kullanmasının siyasi ve sosyal çıkar sağlamaya yönelik olduğu şeklinde eleştiride bulunulmuştur.
Haber verme hakkının sınırlarından ilkini ve belkide en önemlisini oluşturan gerçeklik, haberin ve bir olaya dayanan eleştiride olayın gerçeğe uygun olmasını ifade eder. Ancak burada gerçekliğin somut gerçeği değil haberin verildiği andaki beliriş biçimine uygunluk şeklinde anlaşılması gerekir. Yani gerçeklik olayın varlığının gerçek olması anlamına gelir. Yayının ancak olayın maddi gerçekliği saptandıktan sonra verileceği kabul edilecek olursa, haber vermek hakkı sınırlandırılmış olur. Zira maddi gerçeğin ortaya çıkarılması zaman alır.
Yukarıda kısaca özetlenen deliler ve bilimsel açıklamalar ışığında dava konusu yayın tarihleri ile olayların gelişim süreçleri gözetildiğinde haberlerin verildiği andaki beliriş biçimine uygun olduğu görülmektedir. Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek davanın reddedilmesi gerekirken yukarıda açıklanan şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
2-HUMK.nun 275. maddesi uyarınca "mahkeme, çözümü özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir; hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez.
Somut olay, hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenebilir niteliktedir. O nedenle bilirkişi düşüncesine başvurulması, maddeye açık aykırılık oluşturur. Yerel mahkemece anılan yasal düzenleme gözetilmeksizin bilirkişi görüşüne başvurulması ve davalının bilirkişi ücreti ile sorumlu tutulması da bozma nedenidir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın ( 1 ve 2 ) sayılı bentlerde açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve temyiz eden davalılar vekili için takdir olunan 275.000.000 lira duruşma avukatlık ücretinin davacıya yükletilmesine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 11.3.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.