 |
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1990/1772
K: 1991/680
T: 04.02.1991
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki rücuan tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın zamanaşımı yönünden reddine ilişkin hükmün süresi içinde davacı kurum avukatları tarafından temyiz edilmesi üzerine gereği konuşuldu:
KARAR : 1 - Davacı Avusturya İşçi Emeklilik Sigorta Kurumu, davalıların sorumlu olduğu trafik kazası sonunda ölen sigortalı Osman S.'nin mirasçılarına ödenen 136.995 Avusturya Şilinin hüküm tarihindeki kur üzerinden rücuan tahsilini istemiştir.
Mahkeme, davalıların zamanaşımı savunmasını kabul ederek olay tarihi ile dava tarihi arasında iki yıllık sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
Davacının isteğinin dayanağı, Türkiye Cumhuriyeti ile Avusturya Cumhuriyeti arasında 1966 yılında imzalanan "Sosyal Güvenlik Anlaşması'nın 29. maddesidir. Akit taraflardan birinin mevzuatına göre, diğer akit taraf ülkesinde uğradığı bir zarar dolayısıyla yardım gören bir kimse, o ülkede üçüncü bir şahıstan zararının tazminini talep hakkına sahip ise, bu hak ilgili mevzuat dairesinde yardımını yapacak olan akit tarafın sosyal güvenlik merciine intikal eder.
Diğer taraftan davacı Kurum, trafik kazasında zarar gören sigortalıya davalı ile birlikte Borçlar Kanununun 51. maddesi gereğince müteselsilen (eksik teselsül) sorumludur; 51. maddenin ikinci fıkrasında ise müteselsil sorumluların birbirlerine karşı rücu durumu düzenlenmiştir. Bu nedenle davacı sigorta kurumu müteselsil sorumluluk kuralının gereği olarak haksız fiil faili olan davalıya karşı rücu hakkı vardır.
Sosyal Güvenlik Anlaşmasının 29. maddesinde getirilen halefiyet ise rücu hakkının fer'i niteliğinde olup temelde asıl olan rücu hakkı halefiyetle güçlendirilmiştir. O halde davacıya, 29. maddedeki kuraldan dolayı intikal eden alacak, rücu hakkından doğan bir alacak olup bu hak doğduğu andan muaccel olur. Başka bir anlatımla rücu hakkı, başkasına ait bir alacak için alacaklıyı tatmin eden kişi lehine, bu anda muaccel olan bir hak doğurur ve zamanaşımı da rücu hakkının doğduğu andan itibaren işlemeye başlar; rücu hakkının doğumu için de üçüncü şahsa ödemenin yapılması zorunludur.
Mahkeme, bilirkişi aracılığıyla konuyu nitelendirirken 17.1.1972 gün 32/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına dayanmıştır. Oysa anılan içtihadı birleştirme kararı Türk Ticaret Kanununun 1301. maddesi ve ticari nitelikte sigorta şirketleriyle ilgilidir. Bu içtihadı yabancı sosyal sigorta kurumlarına uygulama olanağı yoktur. Çünkü sigorta şirketlerinin yükümlülükleri özel hukuk alanında yapılacak bir sözleşmeye dayanır ve Ticaret Kanununun 1292. maddesi sigorta ettirene "rizikonun gerçekleştiğini beş gün içinde sigortacıya ihbar yükümlülüğü" getirmiştir. Anılan içtihadı birleştirme kararının olayımıza uygulanması sözleşmede davacı kuruma verilen hakkın kullanılmasının zorlanmasına ve hatta tehlikeye düşmesine yol açar. Nitekim olayımız 1975 senesinde gerçekleşmiş, davacı kurum sigortalı işçinin geride bıraktığı hak sahiplerine ödemeyi 1984 yılında yapmış, dava ise 1985 senesinde açılmıştır. Bu nedenle trafik olayı sonucu gerçekleşen zarar nedeniyle davacının rücu hakkının ve dolayısiyle zamanaşımının ödemenin yapıldığı tarih olan 1984 yılından başlayacağı kabul edilmelidir.
Diğer taraftan Türk Sosyal Sigortalar Kanunun 26. maddesinde de Sosyal Sigortalar Kurumunun halefiyetle güçlendirilmiş rücu hakkı olduğu kabul edilmekte ve zamanaşımı da sigortalıya yapılan ödeme tarihinde başlamaktadır.
O halde mahkemenin davacı kuruma sosyal güvenlik anlaşmasıyla tanınan halefiyeti hatalı değerlendirerek olay tarihi ile dava tarihi arasında iki yıllık zamanaşımı süresinin dolduğundan söz ederek davanın reddine karar vermesi hatalı olmuştur; hüküm bu nedenle bozulmalıdır.
2 - Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 275. maddesinde "hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki konularda bilirkişi dinlenemeyeceği" hükmü getirilmiştir. Mahkemenin "yasanın emredici kuralına rağmen" tamamen hukuki nitelikteki konu hakkında bilirkişi görüşünü alıp bunu hükmünde benimsemesi de hatalı olmuştur.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle davacı yararına BOZULMASINA, 4.2.1991 gününde oybirliğiyle karar verildi.