 |
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1989/8169
K: 1990/3418
T: 17.04.1990
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine ilişkin hükmün davacı avukatı tarafından duruşma istekli olarak temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu:
KARAR : Davacı, davalılarla bir taşınmaz satımı nedeniyle sözleşme yaptıklarını, alacağı olan paranın kambiyo senedine bağlandığını, vadesinde ödenmeyince icra yoluna gittiklerini, ne var ki davalıların gerek menfi tesbit davası açmak ve gerekse aldıkları tedbir kararları sonucu alacağını zamanında tahsil edemediğini, hatta davalıların kendisini sahtecilikle itham ederek ceza mahkemesinde de yargılanmasına neden oldukarını, bu yüzden maddi ve manevi bakımdan zarar gördüğünü belirterek, tazminat isteminde bulunmuştur.
Mahkeme, davacının sonradan asıl alacağını tahsil ettiğini, B.K. 113. maddeye göre, asıl borç tasfiye edildiği hallerde faiz alacağı saklı tutulmadığı takdirde sonradan istenemiyeceğini, ayrıca davacı şikayet üzerine ceza mahkemesinde yargılanıp delil yetersizliğinen beraat etmiştir. Bu yüzdende davacının kişilik haklarının saldırıya uğradığı, kabul edilemez gerekçesi ile istemin tümden reddine karar vermiştir.
1 - Bilindiği üzere, para borçlarının zamanında ödenmemesi nedeniyle, ya yasa ya da sözleşme uyarınca, ifa ile birlikte geç ödemeden dolayı uğranılan zararın tazmini için borç konusu para ile birlikte faizi de istenmektedir. Böylece para borçları ile faiz arasında sıkı bir ilişki kurulmuş olmaktadır. Faiz, sermayenin geliri olarak tanımlanabileceği gibi, alacaklının alacak olarak talebe yetkili olduğu bir miktar parayı kullanmaktan belirli bir süre yoksun kalması nedeniyle ödenen bir karşılık olarak da tanımlayabilir. Bu haliyle faiz, para borcunun geç ifasından dolayı uğranılan zararın karşılığı olan tazminattır diyebiliriz.
İnceleme konusu olan olayda davacı, alacağın geç ifasından dolayı zararının hesabını yaparken, miktarını belirlerken esas olarak faizi ölçü almıştır. Bundan dolayı da davamızın B.K. 105. maddeye göre ayrıca bir ek zarar talebinde bulunduğunu düşünemeyiz.
Yine davacının, asıl alacağını alırken eldeki dava ile talep ettiği ve faiz olarak nitelendirdiği zararından vaz geçtiği veya B.K. 113/11 maddeye göre saklı tutmadığı kabul edilmez. Çünkü davacının alacağına davalıların haksız eylemi sonucu geç kavuştuğu bu yüzden de zarar gördüğü bir gerçektir. Geç elde edilen para olduğuna göre, zarar miktarının tesbitide ancak faiz ölçü alınarak saptanabilir. Başkaca bilimsel bir yöntem mevcut değildir. Öte yandan, davacı maddi olayı ve olguları sergilemiştir. Bunun tavsifi HUMK.nun 76. maddesi uyarınca hakime aittir. Bundan dolayı, davacının istemi ve karşı savunmada göz önünde tutularak, dosyadaki delil ve belgeler incelenmek suretiyle varılacak sonuç uyarınca, davacının maddi tazminat isteminin miktarı saptanmalı ve buna göre bir karar verilmelidir. Bu yönün gözönünde tutulmamış olması bozmayı gerektirir.
2 - Davalılar, 21.5.1986 gününde C. Savcılığına verdikleri dilekçede, davacının "senede 9.000.000 TL.sı olarak doldurulup icraya verdiği..." "9.000.00 TL.lık bir senet vermiş değiliz... Bu senetle resmi evrakta tahrifat yapan sanığı şikayet ediyoruz" şeklinde açıklamada bulunmuşlar ve bunun üzerine davacı hakında TCK.nun 509. maddesi uyarınca cezalandırılmak üzere kamu davası açılmış, sonuçta beraat etmiştir. Esasen davacının haklılığı ve davalıların şikayetteki haksızlıkları açılan menfi tesbit davası ile de kanıtlanmıştır.
Tüm bu hususlar gözönüne alındığında varılacak sonuç şudur; davalıların bu şikayeti ve kullanılan sözleri ve hak arama özgörlüğünün sınırları aşılmış ve davacının kişilik haklarının zarar görmesine neden olmuştur. Belirtilen bu tesbitler ve dosyadaki diğer deliller, tarafların sosyal ve ekonomik durumları da göz önünde tutularak B.K. 49. madde gereğince miktarı tesbit edilerek manevi tazminata hükmedilmek gerekirken tümden reddi de bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın (1) bendde gösterilen nedenlerle oyçokluğu ile, (2) bendde gösterilen nedenlerle oybirliği ile BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 17.4.1990 gününde karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Uyuşmazlık taşınmaz satışına ilişkindir. Davacı satış bedeli karşılığı verilen bono muhteviyatının davalıların açtıkları menfi tesbit davası ve aldıkları ihtiyati tedbir kararı nedeniyle geç tahsilinden doğan zararın tazminini istemiştir. Zarar faizden mahrum kalınan miktar olarak belirlenmiştir.
Dava para borcuna ilişkindir ve davalılar gerek menfi tesbit davası, gerekse ihtiyati tedbir nedeniyle mütemerrit duruma düşmüşlerdir. Para borçlarındaki temerrüdün sonucu Borçlar Kanununun 103. maddesinde gösterilmiştir. Bu faizden ibarettir. Olayda faizi aşan bir zarar olduğu iddia ve ispat edilmemiştir. Diğer deyişle Borçlar Kanununun 105. maddesine giren bir talep mevcut değildir.
Esas alacak, icradan herhangi bir ihtirazi kayıt ileri sürülmeden menfi tesbit davası sona erdikten ve ihtiyati tedbir kararı kalktıktan sonra tahsil edilmiştir. Hal icabından neşet eden bir durumda yoktur. Borçlar Kanununun 113. maddesine göre artık davacının faiz talep etme hakkı söz konusu olamaz. Faizin, zarar olarak nitelendirilmesi, Borçlar Kanununun113. maddesinin uygulanmasına engel teşkil etmez. Aksi halde Borçlar Kanununun 113. mnaddesi, davacının tavsifine göre uygulama yeri bulacak veya bulamayacaktır ki, bu görüş kabul olunamaz. Yerel mahkeme kararının bu kısma ilişlin kararının onanması gerektiği görüşündeyim. Kararın sadece manevi tazminat bakımından bozulması gerekir.17.4.1990
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı