 |
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1989/2430
K: 1989/6543
T: 15.09.1989
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki istihkak davası üzerine yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davacının ziynet eşyaları hakkındaki isteğinin reddine, yediemin olarak davalıda bulunan menkul eşyaların davacıya aynen iadesine, tesbit sırasında bulunamayan bir yorgan, bir yatak, yedi blüz, altı karyola takımı ve bir halının mevcutsa aynen, değilse bedeli olan 47.000 liranın davalıdan alınarak davacıya ödenmesine ilişkin hükmün süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşuldu:
KARAR : Dava karı koca arasında eşya isteğine ilişkin olup mahkemece bu eşyadan altın ve ziynet niteliğinde bulunanlar hakkındaki isteğin Borçlar Kanununun 244. maddesinin 2. bendi hükmüne dayanılarak reddine karar verilmiştir. Gerçekten boşanmaya ilişkin dosya münderecatına göre davacı kadın ortada haklı bir sebep yokken evlilik birliğinin kendisine yüklediği görevleri yapmamak için müşterek evi terketmiş ve ihtara rağmen de oraya dönmemiştir. Ancak anılan yasa hükmünün uygulanabilmesi için öncelikle davalı kocasının elden bir bağışlamada bulunması ve sonra bağışlanandan halen bir şey kalmış ise onun iadesini istemesi gerekir.
Oysa davaya konu olan olayda altın çeşidinden olan eşyanın davalı yedinde kalmasından önce ispat durumu üzerinde durulması gerekir. Kanunda aksi öngörülmedikçe kural olarak herkes iddiasını isbatla yükümlüdür. Ancak iddialar karşılaştırıldığında kimin ispat yükü altında bulunduğunun tesbiti her zaman mümkün olmamaktadır. Onun için gerek bilimsel, gerek yargısal içtihatlarda bir takım ölçülere yer verilmiştir. Hemen bütün içtihatlarda kararlılık ifade eden ölçüye göre ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı iddiada bulunana düşer.
Uyuşmazlık konusu olayda davacı, altın ve ziynetlerinin davalı yedinde kaldığını ileri sürmüş, davalı ise davacı tarafından götürüldüğünü savunmuştur. Tanıklar davacının, ölen bir yakınının duasına gideceğinden sözederek müşterek evden ayrıldığını ve bir daha oraya dönmediğini bildirmektedirler. Hayat deneylerine göre bu gibi eşyanın kadın üzerinde olması olağandır. Başka bir deyimle bunların davalının zilyedliğine terkedilmiş olması olağana ters düşer. Öte yandan altın ve ziynetler rahatlıkla saklanabilen, taşınabilen ve götürülebilen çeşittendir. Onun için evden ayrılmayı tasarlayan kadının bunları birlikte götürmüş olması tabidir. Kadın evi terk ederken onların zorla elinden alındığı veya götürmesine engel olunduğu gerçekleşmedikçe altın ve bileziklerin müşterek evde kaldığını ispat yükü kadına düşer; olayda davacı bu yönü ispat edememiştir. Davacının delilleri bu hususu ispata yeterli olmadığına göre davalıya and yöneltme hakkı vardır. Nitekim mahkemece de bu hakkı kendisine hatırlatıldığı halde kullanmamıştır. O halde sonucu esas bakımından usul ve yasaya uygun olan hüküm Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 438. maddesinin son fıkrası uyarınca gerekçesi değiştirilerek ve düzeltilerek onanmalıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan hükmün gerekçesi yukarda gösterilen şekilde değiştirilerek ve düzeltilerek ONANMASINA 15.9.1989 gününde oybirliğiyle karar verildi.