Hukuki.NET

T.C.
YARGITAY
4. Ceza Dairesi
E. 1996/8022
K. 1996/9095
T. 3.12.1996

Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


 
YARALAMAK
KONUT DOKUNULMAZLIĞINI BOZMAK
SÖVMEK
AİLE BİREYLERİNE KÖTÜ DAVRANMAK
 
KARAR ÖZETİ :1- Davaya ve hükme dayanak işlemleri içeren duruşma tutanağının, duruşma yazmanı tarafından imzalanmaması,
 
2- Olay yerinde keşif yapılarak; a- sanıkların girdikleri iddia edilen yerin "konut yada eklenti olup olmadığı, b- "aleniyet ögesinin" bulunup bulunmadığının saptanmaması,
 
3- TCK. 193. maddede yazılan "bir çok kimseler" sözünün üçten fazla kişiyi anlattığının göz önüne alınmaması,
 
4- Geçmiş hükümlülüğü bulunmayan sanığın bir aylık hapis cezası hakkında 647 sayılı Yasanın 4. maddesinin uygulanmaması,
 
5-Eşe karşı işlendiği halde, TCK.nun 456/4. madde ile belirlenen özgürlüğü bağlayıcı temel cezanın, 457/1. madde ile artırılmaması,
 
6-Sanığın eşi yakınana karşı işlediği "aile bireylerine kötü davranma ve yaralama suçları hakkında kanıtlar gösterilmeden TCK.nun 71. maddesi yerine, 80. maddenin uygulanması,
 
Yasaya aykırıdır.
 
(765 s. TCK. m. 71, 80, 193, 456/4, 457/1, 478)
(647 s. CİK. m. 4)
(1412 s. CMUK. m. 260)
 
Yaralama, konut dokunulmazlığını bozma ve sövme suçlarından sanıklar Rıza, Gültekin ile Ali hakkında, TCK.nun 482/3, 193/2, 478/1, 456/4, 80, 71. maddeleri uyarınca sanık Rıza'nın, 25 ay, 20 gün hapis, 150.000 lira ağır para cezalarıyla hükümlülüklerine ilişkin, (Rize/Pazar Asliye Ceza Mahkemesi)'nden verilen 1995/87 esas, 1995/236 karar sayılı ve 22.12.1995 tarihli hükmün temyiz yoluyla incelenmesi Üst ve O yer C. Savcıları ile sanık Rıza tarafından istenilmiş ve temyiz edilmiş Olduğundan; Yargıtay C. Başsavcılığı'nın 8.11.1996 tarihli bozma isteyen tebliğnamesiyle 14.11.1996 tarihinde Daireye gönderilen dava dosyası, başvurunun nitelik ve kapsamına göre görüşüldü.
 
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
 
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
 
Ancak;
 
1- Davaya ve hükme dayanak işlemleri içeren duruşma tutanağının 1., 2. ve 3. sayfalarının duruşma yazmanınca imzalanmayarak belgelendirilmemesi,
 
2- Konut dokunulmazlığını bozma ve sövme suçları nedeniyle olay yerinde keşif yapılarak, sanıkların girdikleri iddia edilen yerine konut ya da eklenti sayılan yerlerden olup olmadığı; sövme suçu nedeniyle de herkese açıklık (aleniyet) öğesinin bulunup bulunmadığı saptandıktan sonra sanıkların hukuksal durumlarının belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma sonucu hüküm kurulması,
 
3- TCK.nun 193. maddesinde yazılı "birçok kimseler" sözünün üçten fazla kişiyi anlattığı gözetilmeden, sanıklar hakkında aynı maddenin 1. fıkrası yerine 2. fıkrasıyla ceza verilmesi,
 
4- Sövme suçundan belirlenen ağır para cezasının suç tarihi itibariyle 300.000 lira yerine 150.000 lira olarak eksik belirlenmesi,
 
5- Geçmiş hükümlülüğü bulunmayan sanık hakkında aynı suçtan öngörülen bir aydan ibaret özgürlüğü bağlayıcı cezanın 647 sayılı Yasanın 4. maddesi gereğince para ya da önlemlerden birine çevrilme zorunluluğu bulunduğunun gözetilmemesi,
 
6- Yaralama suçunun eşe karşı işlendiğinin anlaşılması karşısında, TCK.nun 456/4. madde ve fıkrasıyla belirlenen özgürlüğü bağlayıcı temel cezanın, aynı Yasanın 457/1. madde ve fıkrasıyla artırılmaması,
 
7- Sanık Rıza'nın, eşi olan yakınan Asuman'a karşı işlediği aile bireylerine kötü davranma ve yaralama suçlarını aynı suç işleme kararıyla işlediği hususundaki kanıtlar gösterilmeden ve bu yoldaki uygulamanın gerekçesi de açıklanmadan hakkında TCK.nun 71. maddesi yerine 80. maddesinin uygulanması,
 
Yasaya aykırı ve sanık Rıza, O yer ve Üst C. Savcılarının temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden (HÜKÜMLERİN BOZULMASINA), yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 3.12.1996 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
 
KARŞI OY
 
a) Yargıtay CGK.nun (19.4.1993, 68/102); 4. CD.nin (20.10.1992, 5806/6353 ve 14.3.1991, 120/1709) kararlarına yazdığım karşı oyların gerekçelerinde (YKD., Eylül-1991, s. 1409-1412) görüldüğü üzere, "birkaç kimse" üç, "birçok kimse" terimi ise en az dört kişiyi anlatır yolundaki yerleşik yargısal görüş; yanlış verilere, daha doğrusu sanılara dayandığı için yerinde değildir.
 
TCK.nun 188/3, 455, 459. maddelerinde, 6123 sayılı Yasa ile değiştirilmeden önce, 480 ve 482. maddelerinde "birkaç kişi"; 193/2. maddesinde ise "birçok kimse(ler)" deyişleri geçmekteydi. Yasa çoğu maddelerde kişi sayısını belli ettiği halde, bu hükümlerde sayı yerine birden çok kişiyi anlatan bu terimleri kullanmıştır.
 
Bir çeviri metin olan T.C. Yasasındaki bu deyiş kargaşalığına, kaynak İtalyan Ceza Yasasında rastlanmamaktadır.
 
Gerçekten 1889 tarihli İtalyan Ceza Yasasının, Türk Ceza Yasasının 188/3, 193/2, 455, 459, 480 ve 482. maddelerinin aslını oluşturan hükümlerinde (md. 154. ayrıca 155/son, 157/2, 371, 375, 393 ve 395) tam bir deyiş birliği bulunmakta ve "ikiden çok kişi (plu persone)" denilmektedir. 1930 tarihli İtalyan Ceza Yasasında da (md. 339/1, 662, 589, 590, 594/son, 595/1) durum aynıdır.
 
Bundan başka, Kaynak İtalyan Ceza Yasasında geçen biri görünür biçimde silahlı birden çok kişi ve kılık değiştirmiş birden çok kişi deyişleri (md. 408) Türk Ceza Yasasına "biri görünür şekilde silahlı bulunan ikiden ziyade kimseler ve kıyafetini tebdil etmiş olan şahıslar" olarak çevrilmiştir (Türk Ceza Yasası, md. 497/2).
 
"Majno Şerhi"ndeki çeviriler de tıpkı T.C. Yasasında olduğu gibidir. Bunun anlamı ise şudur: Şerhteki Yasa metni de aynı biçimde çevrildiğine göre, kaynak Yasa Ceza Yasası değiştirilerek değil, çevrilerek aktarılmıştır.
 
Görülüyor ki, Kaynak İtalyan Ceza Yasasında geçen birden çok kişi (piü persone) deyişi, TC. Yasasına ve "Majno Şerhi'ne, kimileyin birkaç kişi (md. 188/3, 455, 459, 480, 482) kimileyin ikiden çok kimse ve kişiler (md. 497/2), kimileyin de (md. 193/2) birçok kimse biçiminde çevrilmiş bulunmaktadır.
 
İtalya'da öğreti ve yargı kararlarına göre, 1891 yılından bu yana TC. Yasasına başka başka karşılıklarla çevrilen "plu persone" deyişi, öğreti ve içtihatlarda iki ya da daha çok kişi olarak algılandığı ve uygulandığı, bu konuda bugüne değin hiç bir görüş ayrılığı ortaya çıkmadığı halde, Türkiye'de tutarsız çevirinin de etkisiyle, "birkaç" ve "birçok" deyişleri arasında gereksiz yere anlamlı farklar arama çabasına girişilmiş; sonunda da, birincisinin üç, ikincisinin dört anlamına geldiği yolunda bir görüşe ulaşılmıştır. Bununla da kalınmamış, Yargıtayın yerinde olmayan bu görüşü, 6123 sayılı Yasa ile TCK.nun 480. ve 482. maddeleri yeniden düzenlenirken, birkaç sözcüğü üç olarak değiştirilmiş, böylece yanlışlık yasallaştırılmıştır.
 
Oysa, izlenecek yöntem ve yapılacak iş bellidir. Aynı metni aynı kişi çevirdiğinde bile her çevirişte aynı sözcükleri başka başka çevirmenin doğal ve olası bulunduğu, nitekim İtalyan Ceza Yasası ve Majno Şerhi gibi birden çok kişinin işbölümüyle çevrilen yapıtlarda bunun daha çok olacağı gözetilmeli, kaynak Yasadaki sözcüklere bakılarak yorum yapılmalıydı. Bu yapılmadığı için ulaşılan sonuç, hem yasada olmayan bir sınırlamayı getirdiği ve hem de yorum kurallarına aykırı olduğu için, tutarlı olmamıştır. Unutulmamalıdır ki, T.C. Yasası benimseme (iktibas) ve çeviri yoluyla alınmış bir metindir. Çeviri yanılgılarını ve tutarsızlıklarını düzeltici yorum (interprötation corrective) yoluyla düzeltmek yalnızca olanaklı değil, zorunludur da. Kaynak Yasadaki "veya" bağlacının zaman zaman bu yolla "ve" olarak düzeltilmesi bunun tipik örneğidir. Çünkü Türk Ceza Yasasının Kaynak Yasadan açıkça gerekçe gösterilmeksizin ayrılmadığı madde metinlerinde, Türk ceza koyucusunun İtalyan Yasa Koyucusuyla irade birliği içinde olduğunda kuşku yoktur. Bu yüzden, Kaynak İtalyan Ceza Yasasının metin ve gerektiğinde gerekçelerinden yararlanmak zorunludur.
 
Kaldı ki, Türkiye'de birden çok anlama gelen birçok/birkaç sözcüklerine yeni anlamlar yüklemek, yalnızca yorum kurallarına aykırı değil, Yasa koyucusunun iradesini yansıtmayan sonuçlar çıkarmak anlamına da gelir.
 
Nitekim, TCK.nun 455 ve 459. maddelerinde bu içtihadın yanlışlığı ve sistemi örseleyen yanı, çarpıcı biçimde ortaya çıkmıştır. Gerçekten yerel mahkemelerin kararlarında belirttikleri gibi, birkaç kişi deyişinden üç kişi anlaşılmalıdır dendiğinde, TCK.nun 455/2. madde ve fıkrasında en az üç kişinin ölmesi aranacak; iki kişinin ölmesi halinde ise bu fıkranın değil, aynı maddenin ilk fıkrasının uygulanması gerekecektir. İlk fıkrada öngörülen ceza iki yıldan beş yıla değin hapistir. Oysa, bir kişinin ölmesi ve birinin yaralanmasıyla sonuçlanan ve daha hafif olan taksirli yaralamalarda dört yıldan on yıla değin hapis cezası verilecektir. TCY'nın sistemini alt üst eden böyle bir içtihadı açıklamak elbette olanaksızdır. Tek yolu ise, doğruya ve Kaynak Yasada benimsenen deyiş ve terim birliğine dönmektir.
 
Yeri gelmişken ve son olarak şunu da belirteyim ki, aynı konu, TC. Yasasının 459/3. maddesinin uygulanması ve dolayısıyla 19.4.1993 tarihinde Yüce C. Genel Kurulunun önüne gelmiş ve tartışmalar sırasında; daha önce yazdığım karşı oydan bir cümle okunarak, 6123 sayılı Yasa ile TCK.nun 480. ve 482. maddesindeki birkaç sözcüğünün yasa koyucu tarafından üç olarak değiştirilmesi olayı, bu konuda yasa koyucunun iradesinin ortaya çıktığı ve bunun benim tarafından da kabul edildiği biçimde gösterilmişti. Bu görüşte üç yanılgı vardı. Birincisi yönteme (metoda) ilişkindir. Karşı görüşteki seçilen cümleden öncekiyle sonrakiler okunmamış; paragraf bütünlüğü içinde sergilenen görüş eksik yansıtılmıştır. İkincisi de içeriğe ilişkindir. Türk uygulamasındaki yanlışlığın nerede başladığı, hangi noktalara değin uzandığı sergilenirken, aktarılan görüş şu idi: Önce yanlışlık, bir bilim ve dolayısıyla kurallara bağlı bir disiplin olan yorum bilime aykırı olarak oluşan içtihatla ortaya çıkmış, yanlışlık bulaşıcı olduğundan, yasa koyucu hiçbir bilimsel temeli olmayan bu yanlışlığı, yasalaştırmıştı. Geri planlardaki gerekçenin de, Yargıtayın görüşü olduğu anlaşılmaktaydı. Oysa yasa koyucusunca yapılacak iş, ortaya atılan görüşün doğru olup olmadığını incelemek ve sağlıklı sonuçlara ulaşmaktı. Metodik kuşku ve bilimsel merakla inceleme yapılacak yerde, çoğu kez görüldüğü üzere, bu alışkanlığı bir türlü kazanamamış olan yasa koyucusu, bilimsel temelden yoksun ve yüzeysel bir yaklaşımla, yanlışlığı yasal kata yükseltmiştir. Türkiye yasaları yaparken ve onları uygularken, sürgit bir yöntem yanlışlığını sık sık yinelemektedir. O da şudur: Bilimi uygulamaya aktaracak ve ona teslim olacak yerde, yanlış uygulamayı bilimselleştirmeye çalışarak bilimi teslim almak. Bu boş bir çabadır. Çünkü, kaynatılan su 95 ya da 105 derecede kaynamamışsa, saf değildir. O zaman yapılacak iş, suyu damıtıp saflaştırmaktır. Oysa Türkiye, suyu saflaştırmak yerine kendine göre derece sistemini değiştirmeye çabalamaktadır. Bu ise, onu dünyadan soyutlamaktadır. Batılılaşma, dolayısıyla çağcıllaşma iddiasıyla ortaya çıkılmış; ancak kullanılan yöntemler nedeniyle bize göre bir hukuk oluşmuştur. Üçüncüsü de, bu görüşü yansıtırken ulaşılan yargıya ilişkindir: Yerleşik görüş sözde istikrar kazanmış. İçtihat kararları bilimsel temellere dayanmazlarsa, her zaman tartışma gündeme gelecek demektir. Zira yanılgı eskiyip kıdem kazanınca bilimselleşmez, olsa olsa müzminleşir. Bu ise onu sürekli sarsacak ve değişime zorlayacaktır. Çünkü, bilimi dışlamak ve yanlışı savunmak ayrıcalığı, adı içtihat bile olsa, hiç bir kuruma tanınmamıştır. Bilgi çağının yaşandığı, bilgi akışının saniyelerle ölçülecek biçimde hızlandığı, küreselleşme olgusunun boy verdiği bir dünyada, Türkiye buna katlanamaz. Unutulmamalıdır ki, çoğunluk ilkesi, ancak şimdilik uyuşmazlığa son vermenin çaresidir. Yani bir bakıma çaresizliğin çaresidir. Son çözüm bilimsel çözümdür. Bilim ise kabul edenler, etmeyenler oylamasıyla değil, bilimsel araştırmanın koordinatlarına uyularak ulaşılan bir disiplinin adıdır.
 
Belirtilen nedenlerle "birkaç/birçok" sözcüklerinin T.C. Yasasında, kaynak Yasadaki gibi iki ya da daha çok anlamına geldiği görüşü benimsenmeli; Yasadaki tutarsızlığa son verilmeli, deyiş ve terim birliği sağlanmalıdır.
 
b) TC. Yasası, suçların edilgin özneleri başka başka oldukları takdirde, kesintili (müteselsil) suç hükmünün değil, gerçek (maddi) içtima hükümlerinin uygulanacağına ilişkin bir kural getirmemiş; birçok yabancı yasa gibi, yalnızca öznel (sübjektif) bir ölçüt öngörmüştür. Bu ölçüte göre, insana ilişkin varlık, değer ya da yararların çiğnenmesinde ve dolayısıyla edilgin özne çokluğunda bile, "bir (aynı) suç işleme kararıyla" davranılmışsa, "kesintili suç" hükmü uygulanabilecektir. Bunun tersini önceden bir yargısal kural (içtihat) boyutunda algılamak, Yasanın öngörmediği bir öğeyi T.C. Yasasının 80. maddesine eklemek ve maddenin uygulama alanını darlaştırmak demektir. Bu nedenlerle eylem ve suç (ihlal) çokluğunun varlığını saptadıktan sonra, kasıt kavramına oranla daha genel, geniş ve kapsayıcı bir kavram olan "bir (aynı) suç işleme kararı" olgusunun her olayda var olup olmadığının, bu olgu kişinin iç dünyasını ilgilendiren bir fiili sorun olduğundan, doğrudanlık, yüzyüzelik ve sözlülük kurallarına göre duruşma yapan ilk mahkemenin kararında irdelemesi ve Yargıtay denetimini sağlayacak biçimde gerekçelendirilmesi zorunludur. Zira bu konuda Yargıtay, duruşma yapan ilk mahkemenin yerine geçemez. Yalnızca gerekçe denetimi yapabilir. O kadar. "Bir suç işleme kararının" varlığını saptarken, mahkeme, her suç çokluğunda, kuşkusuz, eylemlerin işleniş biçimlerindeki benzerlik ya da tekdüzelik, benzer fırsatları değerlendirme, yasa sistematiğine göre suçla korunan hukuki varlık, değer ya da yarar, cürmi davranışın yöneldiği maddi konu olan kişi ya da şeyin özellik ve başkalıkları, suçlar arasındaki zaman aralığı ve bunlara benzer daha bir çok dışa yansıyan verilerden yararlanabilir ve bunlara dayanabilir.
 
Eylem ve suç çokluğu benimsenmesine karşın, yukarıda açıklanan nedenlerle bu suçların kesintili suç (md. 80) ya da gerçek içtima (md. 71-77) hükümlerinden hangisine göre birleşip kaynaştıklarının kararda tartışılması, tartışma sonucunda kesintili suç kabul edildiği takdirde, sanık hakkında T.C. Yasasının 80. maddesinin uygulanması gerekir.
 
Belirttiğim nedenlerle (3) ve (7) sayılı bozmalara katılmıyorum.
 
Sami SELÇUK
Başkan
 
     KARŞIOY
 
Mahkeme kararındaki olaya uygun olan gerekçelerini yeterli bulduğumdan, sayın çoğunluğun TCK.nun 80. maddesine yönelik (7) nolu bozmasına katılmıyorum.
 
Birol KIZILTAN
Üye
 
 
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini