 |
T.C.
YARGITAY
4. Ceza Dairesi
E: 1991/1405
K: 1991/2304
T: 09.04.1991
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : İftira suçundan sanık Abdullah hakkında, Türk Ceza Yasasının 285/1-son, 273,71. maddeleri uyarınca 2 ay, 10 gün hapis cezasıyla hükümlülüğüne ilişkin, (Kurtalan Asliye Ceza Mahkemesi)nden verilen 1989/120 esas, 1990/79 karar sayılı ve 17.7.1990 tarihli hükmün temyiz yoluyla incelenmesi C. Savcısı ile sanık Abdullah tarafından istenilmiş ve teyiz edilmiş olduğundan; Yargıtay C. Başsavcılığı'nın 7.3.1991 tarihli onama isteyen tebliğnamesiyle 14.3.1991 tarihinde Daireye gönderilen dava dosyası, başvurunun nitelik ve kapsamına göre görüşüldü:
KARAR : Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede sanığın temyiz itirazı yerinde ve TCY.nın 29. maddesine uyulmayarak, 273. maddesinin 285/son maddesinden sonra uygulanması, sonuna etkili görülmemiştir.
Ancak, sanık aynı anda birden çok kişiye iftirada bulunmuştur. Bu durum karşısında; ilkin, eylem ve suç çokluğu olup olmadığını, ikinci olarak ta suç çokluğu varsa bunların nasıl birleşip kaynaştıklarını (içtima ettiklerini) saptamak zorunludur.
T.C. Yasasının benimsediği sisteme göre; eylem çokluğu, hukuksal açıdan, maddi sonuçlu suçlarda dış dünyada oluşan doğal değişikliğini salt hareket suçlarında ise, korunan ve hilal edilen varlık ya da yarar hamilinin sayısına göre belirlenmek gerekir.
İftira maddi sonuç doğurmayan salt hareket suçlarındandır. O yüzden bu cürüm iki konulu suç olduğunda, yani cezai kovuşturmasını ihlal ettiği için hem adliyeye hem de kişilerin onurunu ihlal ettiği için aynı anda birden çok kişiye karşı işlendiğinde "kavuşturulabilir, tipe uygun hukuka aykırı ve kusurlu" nitelikte birden çok eylem, birden çok ihlal ve "her ihlal ayrı suçtur" kuralına da birden çok suç söz konusu olmaktadır.
Nesnel (objektif) ölçülere göre, birden çok suçun varlığı, böylece saptandıktan sonra, sıra bu suçların T.C. Yasasının benimsediği içtima kuralları içinde nasıl birleşip kaynaşacakları sorununun çözmeye gelmekte ve bu çözümde ise iki seçenek bulunmaktadır.
Gerçekten T.C. Yasası, irdelenen konuda, müteselsil suç ve gerçek (maddi) içtima kurallarını benimsemiştir. Eğer somut olayda T.C. Yasasının 80. maddesinin uygulanmasını gerektirecek bir durum yoksa, zorunlu olarak gerçek (maddi) içtima kuraları uygulanacak demektir. O nedenle de, ilk mahkemenin kararında "müteselsil suç" hükmünü uygulanıp uygulanmayacağını, bu kavramı tanımlayan hükün öğelerine ve somut olaya göre tartışması zorunludur.
T.C. Yasası, suçların mağdurları başka başka oldukları takdirde müteselsil suç hükmünün değil, gerçek (maddi) içtima hükümlerinin uygulanacağına ilişkin bir kural getirmemiş; bir çok yabancı Yasa gibi, yalnızca öznel (subjektif) bir ölçü öngörmüştür. Bu ölçüye göre, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların (varlık ya da yararların) ihlalinde ve dolayısıyla mağdur çokluğunda bile, "bir (aynı) suç işleme kararıyla" davranılmışsa, kuşkusuz "müteselsil suç" hükmü uygulanabilecektir. Bunun tersini önceden (a priori) bir yargısal kural (içtihat) boyutunda kesinleşmek, yasanın öngörmediği bir öğeyi T.C. Yasasının 80. maddesine eklemek ve maddenin uygulama alanını, yasama organının yerine geçerek darlaştırmak olacaktır. Bu nedenlerle eylem ve suç çokluğunun varlığını saptadıktan sonra, kast kavramına oranla daha genel, geniş ve kapsayıcı bir kavram olan "bir (aynı) suç işleme kararı" olgusunun olayda var olup olmadığını, kişinin iç dünyasını ilgilendiren bir fiili sorun olduğundan, ilk mahkemenin kararında irdelenmesi ve Yargıtay denetimini sağlayacak biçimde gerekçelendirilmesi zorunludur. "Bir suç işleme kararının" varlığını saptarken mahkeme, her suç çokluğunda, kuşkusuz, suçların işleniş biçimlerindeki benzerlik ya da tekdüzelik, benzer fırsatları değerlendirme,yasa sistematiğine göre suçla korunan hukuki varlık ya da yarar iftirada birden çok varlık ya da yararın korunması söz konusu olduğundan yasa koyucunun hangisine öncelik ve üstünlük tanıdığı, cürmi hareketin yöneldiği madde konunun (kişi ya da şeyin) nitelik ve başkalıkları suçlar arasındaki zaman aralığı ve bunlara benzer daha bir çok dışa yansıyan veri ve davranışlardan yararlanabilecektir.
Eylem ve suç çokluğu benimsenmesine karşın, yukarıda açıklanan nedenlerle bu suçların müteselsil suç, ya da gerçek içtima hükümlerinden hangisine göre birleşip kaynaştıklarının kararda tartışılmaması,
SONUÇ : Yasaya aykırı ve O yer C. Savcısının temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnamedeki onama düşüncesinin reddiyle HÜKÜMLERİN BOZULMASINA, 9.4.1991 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.