 |
T.C.
YARGITAY
4. Ceza Dairesi
E: 1990/5974
K: 1990/6076
T: 13.11.1990
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Görevlilere sövme ve saldırgan sarhoşluk suçlarından sanık Hüseyin'in 3005 sayılı Kanuna göre yapılan yargılaması sonunda Türk Ceza Yasasının 266/1, 572/1; 647 sayılı Kanunun 4. maddeleri uyarınca 1.020.000 lira ağır, 180.000 lira hafif para cezalarıyla hükümlülüğüne ilişkin, (Finike Asliye Ceza Mahkemesi)nden verilen 1990/40 esas, 1990/38 karar sayılı ve 6.3.1990 tarihli hükmün temyiz yoluyla incelenmesi sanık Hüseyin tarafından istenilmiş ve temyiz edilmiş olduğundan; Yargıtay C. Başsavcılığı'nın 25.10.1990 tarihli bozma isteyen tebliğnamesiyle 1.11.1990 tarihinde daireye gönderilen dava dosyası, başvurunun nitelik ve kapsamına göre görüşüldü:
KARAR : Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak;
Sanık çoğul anlatımla, aynı anda birden çok kişiye sövmüştür.
Bu durum karşısında, ilkin eylem ve suç çokluğu olup olmadığı, ikinci olarak da suç çokluğu varsa bunların nasıl birleşip kaynaştıklarını (içtima ettiklerini) saptamak zorunludur.
T.Ceza Yasasının benimsediği sisteme göre; eylem çokluğu, hukuksal açıdan, maddi sonuçlu suçlarda dış dünyada oluşan doğal değişikliğin; salt hareket suçlarında ise, korunan ve ihlal edilen varlık ya da yara hamilinin sayısına göre belirlemek gerekir.
Sövme, maddi sonuç doğurmayan salt hareket suçlarındandır. O yüzden bu cürüm, kişilerin onurunu ihlal ettiği için, aynı anda birden çok kişiye karşı işlendiğinde, "kovuşturulabilir, tipe uygun, hukuka aykırı ve kusurlu" nitelikle birden çok eylem, birden çok ihlal ve "her ihlal aykırı suçtur" kuralınca da birden çok suç söz konusu olmaktadır.
Nesnel (objektif) ölçülere göre, birden çok suçun varlığı, böylece saptandıktan sonra, sıra bu suçların T.C. Yasasının benimsendiği içtima kuralları içinde nasıl birleşip kaynaşacakları sorununu çözmeye gelmekte ve bu çözümde ise iki seçenek bulunmaktadır.
Gerçekten T.C. Yasası, irdelenen konuda, müteselsil suç ve gerçek (maddi) içtima kurallarını benimsemiştir. Eğer somut olayda T.C. Yasasının 80. maddesinin uygulanmasını gerektirecek bir durum yoksa, zorunlu olarak gerçek (maddi) içtima kuralları uygulanacak demektir. O nedenle de, ilk mahkemenin kararında "müteselsil suç" hükmünün uygulanıp uygulanmayacağını, bu kavramı tanımlayan hükmün öğelerine ve somut olaya göre tartışması zorunludur.
T.C. Yasası suçların mağdurları başka başka oldukları takdirde müteselsil suç hükmünün değil, gerçek maddi içtima hükümlerinin uygulanacağına ilişkin kural getirmemiş; bir çok yabancı yasa gibi, yalnızca öznel (subjektif) bir ölçü öngörmüştür. Bu ölçüye göre, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların (varlık ya da yararların) ihlalinde ve dolayısıyla mağdur çokluğunda bile, "bir (aynı) suç işleme kararıyla" davranılmışsa, kuşkusuz "müteselsil suç" hükmü uygulanabilecektir. Bunun tersini önceden (a priori) bir yargısal kural (içtihat ) boyutundan kesinlemek, yasanın öngörmediği bir öğeyi T.C. Yasasının 80. maddesine eklemek ve maddenin uygulama alanı, yasama organının yerine geçerek darlaştırmak olacaktır. Bu nedenlerle eylem ve suç çokluğunun varlığını saptadıktan sonra, kast kavramına oranla daha genel, geniş ve kapsayıcı bir kavram olan "bir (aynı) suç işleme kararı" olgusunun olayda var olup olmadığını, kişinin iç dünyasını ilgilendiren bir fiili sorun olduğundan, ilk mahkemenin kararında irdelenmesi ve Yargıtay denetimini sağlayacak biçimde gerçeklendirmesi zorunludur. "Bir suç işleme kararının" varlığını saptarken, mahkeme, bir suç çokluğunda, kuşkusuz, suçların işleniş biçimlerindeki benzerlik ya da tekdüzelik, benzer fırsatları değerlendirme, yasa sitematiğine göre suçla korunan hukuki varlık ya da yarar cürmü hareketin yöneldiği maddi konunun (kişi ya da şeyin) nitelik ve başlıkları, suçlar arasındaki zaman aralığı ve bunlara benzer daha bir çok dışa yansıyan veri ve davranışlardan yararlanabilecektir.
Eylem ve suç çokluğu benimsenmesine karşın, yukarıda açıklanan nedenlerle bu suçların müteselsil suç ya da gerçek içtima hükümlerinden hangisine göre birleşip kaynaştıklarının kararda tartışılmaması,
SONUÇ : Yasaya aykırı ve sanık Hüseyin'in temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden hükmün BOZULMASINA, 13.11.1990 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Sanık, çarşı ve mahalle bekçileri Ahmet, Osman ve Emin'e görevleri nedeniyle huzurlarında hakaret edip bu eylemiyle (3) mağduru da küçük düşürmüş, mahkemede eylemin mağdur sayısınca suç oluşturduğunu kabul ederek TCK'nun 266. maddesini (3) kez uygulamıştır. Bu uygulama, oluşa, dosyadaki kanıtlara ve Yargıtay'ın kararlılık arzeden içtihatına uygunbulunduğundan öncelikle bozmaya esas yönünden karşıyım. Öte yandan bu aşamada, hükmün dosya içeriğine uygun olup olmadığını denetleyerek, olayda TCK'nun 71. maddesinin uygulama yeri varsa onanması, yoksa eylemin tek suç mu, müteselsil suç mu oluşturduğunu belirtip bu nedenle bozulması gerekirken, geriye dönüp bütün kanıtlara önümüzde bulunan olayda, mahkemenin doğruluğuna inanarak kurduğu ve dosya içeriğine de uygun olan hükmün aksinin düşünülüp düşünülemeyeceğini tartışmaya zorlamanın usul ve yasaya uygun düşmeyeceği kanaatında olduğumdan bozmaya usul yönünden de katılmıyorum.