 |
T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
E: 2002/12569
K: 2003/3985
T: 4.4.2003
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
818/m.18,96,110,213,492,497
1086/m.76
4721/m.706
Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşuldu düşünüldü:
KARAR : Davacı, tarafların 8.2.1999 tarihli protokol ile bir takım gayrimenkullerin trampa edilmesi konusunda anlaştıklarını, davacının edimini yerine getirdiği halde, davalının üzerine düşen edimi yerine getirmediğini, davacının protokole göre davacıya ait İstanbul Küçükçekmece, Altınşehir mevkiinde 8 parsel ve Kartal Paşaköy Nişantepe mevkiinde hisseli arazi tapularını devrettiğini; ancak, davacıya Altınoluk'daki iki dairenin tapusunun verilmediğini ileri sürerek 8.000.000.000TL. alacağın 12.10.1999 tarihinden %65 faizi ile davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı, davacının Feyzullah ve Yüksel C. isimli kardeşlerle arsa ve otomobil alışveriş yaptığını, kendisinin de buna tanıklık ettiğini, davacının 8.2.1999 tarihli protokole eklentiler yaparak kendisi aleyhine icra takibi yaptığını, takibe itiraz ettiğini, protokolün olayın şahidi sıfatıyla imzaladığını, protokoldeki "Rıdvan G. kefil ve şahit oldu" ibaresi ile "tapu verilmezse Rıdvan G. sekiz milyar lira ödeyecektir" ibaresi ile son cümledeki "ve kefil" ibaresinin sonradan eklendiğini savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, 8.2.1999 tarihli protokol başlıklı belgenin gayrimenkul intikaline ve sonuçlarına ilişkin olup MK. 634 ( yeni Mk. 706 ), BK. 213. maddesine göre resmi şekilde yapılmadığı, bu nedenle davacının bu belgeye göre istekte bulunamayacağı kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir.
Hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Bir davada ileri sürülen maddi olayların ve sözleşmelerin hukuki nitelendirmesini yapmak, uygulanacak hukuk kaidelerini bulmak ve uygulamak hakimin doğrudan görevidir. ( HUMK. mad. 76 )
Uyuşmazlığın çözümü, davada dayanılan ve taraflarca 8.2.1999 tarihinde düzenlenen "protokol" başlıklı sözleşmenin hukuki tanım ve yorumunda toplanmaktadır.
Bir sözleşmenin niteliğini, yazılışı ve taşıdığı hükümler tayin eder. Yorum bir irade beyanının manasının tesbitidir. Bir akdin yorumunda, her iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki gerçek maksatlarını gizlemek için kullandıkları sözlere ve isimlere bakılmayarak onların gerçek ve ortak maksatlarını objektif iyi niyet kuralları altında değerlendirmek, hakiki istek ve iradelerini belirlemek önemlidir. ( BK. 18. mad. )Anılan yasa maddesi uyarınca sözleşme yorumlandığında; davalının, gayrımenkulerin tapusunun davacıya verilmemesinin rizikosunu ( tehlikesini ) davacıya karşı bağımsız ve asli bir taahhüt olarak yükümlendiği, diğer bir anlatımla dava dışı kişilerin tapuları devir etmemeleri nedeniyle ortaya çıkacak zararın riskini müstalil bir sözleşme ile garanti ettiği duraksamaya yer olmayacak şekilde anlaşılmaktadır. O nedenle, sözleşmenin hukuki mahiyeti itibariyle BK.nun 110. maddesinde sözü edilen üçüncü şahsın fiilini taahhüt niteliğinde bir garanti sözleşmesi olduğu açıktır.
Gerçekten de anılan maddede anlatılan başkasının fiilini taahhüt "üçüncü kişinin olumlu veya olumsuz hukuki veya fiili belli bir davranışının taahhüt edilmesidir ki, bu davranışın gerçekleşmemesi ve beklenen sonucun çıkmaması tehlikesini garanti verenin üstlenmesi şeklinde kendini gösterir.
Hemen, yeri gelmişken bir yanlış yoruma gidilmemesi için şu noktayı belirtmekte yarar vardır. Anılan maddede "üçüncü kişinin fiilini taahhüt eden kimse, tabiri kullanılmakta ise de; böyle değildir. Burada garanti veren, üçüncü kişinin fiilini taahhüt etmemekte, fakat bu fiil yerine getirilmediği takdirde, bundan garanti alanın bir zarar görmeyeceğini garanti etmiş bulunmaktadır. Bu nedenledir ki, garanti sözleşmesinde üçüncü kişinin belirli bir eylemi yapmasını veya yapmamasını temine çalışma vaadi söz konusu değildir. Zira, böyle bir vaatte bulunan kimse sadece üçüncü kişiyi belirli bir hareket tarzına yöneltmek için aracılık etmeyi, gayret göstermeyi taahhüt eder. İşte böyle bir taahhüdün yerine getirilmemesi halinde BK. 110. maddesine değil, ancak 96. maddeye dayanılır. ( Bkz. Sefa Reisoğlu Garanti Mukavelesi, Ank. 1963, Sh. 115 vd. )
Garanti sözleşmesi kefalet sözleşmesinden de farklıdır. Garanti sözleşmesi feri nitelikte olmayan bir sözleşme olup, garanti veren işin tehlikesini ( riskini ) feri olmayan bağımsız bir taahhütle kısmen veya tamamen üzerine almaktadır. Kefalet de ise, kefil asıl borçluya ait bütün deflileri alacaklıya karşı dermeyan etmek hakkına haizdir. ( BK. mad. 497 ) Halbuki kefalette kefilin borcunun fer'i nitelikte bulunmasına karşı garanti veren kimsenin borcu fer'i olmayıp bağımsızdır. Bu nedenle kefalet aktinden kaynaklanan sorumluluk alacaklı ile üçüncü kişi arasındaki borç ilişkisi hukuken geçerli olduğu sürece devam eder. Asıl borç her hangi bir nedenle sakıt olunca kefil borçtan kurtulur. ( BK. mad. 492 ) Garanti sözleşmesinde ise üçüncü kişinin yükümü sona ermez. Edim geçerli bir borç ilişkisine vücut vermese veya borç ilişkisi sona erse bile garanti veren sorumludur. Bu nedenle somut olayda gayrımenkullerin devrini taahhüt eden üçüncü kişi ile davacı arasındaki asıl sözleşme şekil şartına uyulmadığı için geçersiz olsa dahi bundan bağımsız olarak davacı ile davalı arasında yapılan garanti sözleşmesi geçerlidir.
Hal böyle olunca protokol başlıklı garanti sözleşmesinde ".. Tapu verilemezse Rıdvan G. sekiz milyar TL. ödeyecektir." Sözleriyle asıl borçludan farklı ve müstakil bir taahhüt altına girmek suretiyle kefalet değil, BK. 110. maddesinde yazıldığı şekilde üçüncü kişinin fiilini taahhüt anlamında bir garanti sözleşmesini amaçladıkları kabul edilmelidir.
Ne var ki, davalı cevabında "kefil ve sekiz milyar TL. ödeyecektir" sözlerinin sonradan yazıldığını savunmuştur. Mahkemece, 8.2.1999 tarihli protokol başlıklı sözleşme üzerinde grafoloji konusunda uzman bilirkişilerden görüş alınarak; bu ibarelerin sonradan ilave edilip edilmediği araştırılıp, sonradan ilave edilmediği anlaşıldığı takdirde, sözleşmenin garanti sözleşmesi olduğu gözetilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.
Mahkemece, davanın hukuki nitelemesinde ve sözleşmenin yorumunda hataya düşülerek davanın reddine karar verilmesi bozma nedenidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın davacı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 4.4.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.