 |
T.C.
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi
E. 1997/458
K. 1997/1307
T. 6.2.1997
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
ZARARIN TAZMİNİ DAVASI
ÇEVRE KİRLİLİĞİ
TAŞINMAZ MALİKİNİN SORUMLULUĞU
KUSURSUZ SORUMLULUK
KARAR ÖZETİ: Çevrenin kirlenmesinden doğan zararları tazmin sorumluluğu, 2872sayılı Yasanın 28. maddesi uyarınca çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumludurlar. Aynı şekilde taşınmaz mülkiyet hakkının aşkın kullanılmasından doğan sorumluluk da kusura dayanmamaktadır. MK.nun 656. maddesinde sorumluluğun koşulları arasında kusur saymadığı gibi, bu maddede kurtuluş kanıtına da yer verilmemiştir.
Çevre Kanununun 28/11. maddesi uyarınca; "kirletenin, meydana gelen zarardan ötürü genel hükümlere göre tazminat sorumluluğu saklıdır". Böylece kanun koyucunun sorumlulukları yarışması ilkesinden hareket ettiği anlaşılmaktadır. Buna göre zarar gören özellikle Çevre Kanunu madde 3/f'ye göre kirletenin sorumluluğu veya MK. madde 656 uyarınca taşınmaz malikinin sorumluluğu arasında, somut olayda hangisinin şartları kendisine daha elverişli geliyorsa ona göre seçim yapabilir.
Mahkemece, yukarıda belirtilen hukuki ve fiili olgular dikkate alınıp tartışılmadan yüzeysel bir gerekçe ile davanın reddedilmesi doğru değildir.
(2872 s. Çevre K. m. 28/2, 3/f)
(743 s. MK. m. 656)
Dava dilekçesinde, 57.221.500 lira zararın faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece, davanın reddi cihetine gidilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği görüşüldü:
A) Davacı dava dilekçesinde; üzüm bağının güneyinde bulunan yoldan geçen ve davalıya ait taşınmazdan kum çeken kamyonların çıkardığı toz sonucu bağının etkilendiğini, mahkemece yapılan tespit sonucu alınan zirai bilirkişi raporunda (53.280.000) liralık zarara uğrandığının tespit edildiğini iddia ederek, vaki zararın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı cevap vermemiştir.
Mahkemece; dinlenen tanık beyanlarına göre, davalının araçlarının geçtiği yerin genel yol olması nedeniyle ve bu yüzden ispatlanamayan davanın reddi cihetine gidilmiştir.
Davacıya ait bağın güneyinde bulunan toprak yoldan, davalının açmış olduğu kum ocağına gelip giden kendisine ait kepçe ve kamyonların çıkardığı tozdan, mahkemece yapılan tespit dosyasındaki zirai bilirkişi raporunda; 440 adet asmadan 185 adedi ile üzümlerin üzerinin tozla kaplı olduğu, bunun irileşmeyi engellediği ve şeker oranını düşürdüğü, ayrıca omcaların fizyolojik gelişimini tamamlamadığı, fotosentez ve özümleme olayının çok yavaşladığı, gelişmenin kısmen durduğu veya çok ağır ilerlediği bu yüzden gelecek yıllardaki verimi % 10 düşüreceği belirtilmiştir.
B) Davaya uygulanması gereken hukuksal sorunla ilgili gerekli bilgiler aşağıda sıralanmıştır:
1) 2872 sayılı Çevre Kanununun 2. maddesinin (c) fıkrasına göre; çevre kirliliği; "İnsanların her türlü faaliyetleri sonucu, havada, suda ve toprakta meydana gelen olumsuz gelişmelerle ekolojik dengenin bozulması ve aynı faaliyetler sonucu ortaya çıkan koku, gürültü ve atıkların çevrede meydana getirdiği arzu edilmeyen sonuçlar" olarak tanımlanmıştır. Bu bağlamda şu husus önemle belirtilmelidir: Yukarıda sözü edilen madde 2(c)'deki sayma sınırlı olarak kabul edilmemeli, sözü geçen hallerde; havada, suda, toprakta olumsuz gelişmelere yol açtıkları takdirde çevre kirliliğinin varlığı tanınmalıdır.
2) Taşınmaz malikinin sorumluluğunun doğması için MK. 656'ya göre "malikin hakkını tecavüz etmesi" şarttır. Maddedeki bu deyimi "malikin mülkiyet hakkını aşkın kullanması" şeklinde anlamak gerekir. Böylece, taşınmaz mülkiyetinin aşılmasına yol açan müdahaleler başka bir taşınmaz üzerinde meydana gelmeli ve diğer bir taşınmazı etkilememelidir. Malikin, mülkiyet hakkını aştığından söz edebilmek için, öncelikle davranışının taşınmazın kullanılması ya da işletilmesi ile bir bağlılığı olmalıdır.
Çevre Kanunu, aktif dava ehliyeti yönünden hiçbir sınırlama getirmeksizin, çevrenin kirlenmesinden zarar gören herkesi dava açabilmeye yetkili kılmıştır. Burada davacı zararını, zararla kirlenmeye yol açan müdahale arasındaki uygun illiyet bağını ve müdahalenin yönetmeliklerle gösterilen standartları aştığını ispat etmek zorundadır. Taşınmaz malikinin sorumluluğu komşuluk hukuku açısından ve kusursuz sorumluluk esaslarınca düzenleyen MK.nun 661. maddesine göre çözümlenmelidir.
3) Çevre Kanununa göre sorumlu kişi, "kirleten"dir. Çevre Kanunu madde 2(d) kirleteni, "fiilleri sonucu doğrudan veya dolaylı olarak çevre kirliliğine sebep olan gerçek ve tüzel kişiler" olarak tanımlamaktadır. Çevre Kanunundan doğan sorumluluk için önemli olan, kirletenin yani gerçek veya tüzel kişilerin fiili olup, bunların bir mülkiyet hakkına mı, sınırlı ayni hakka mı, yoksa bir şahsi hakka mı haiz olduğu aranmayacaktır.
4) Çevrenin kirlenmesinden doğan zararları tazmin sorumluluğunda, 2872 sayılı Yasanın 28. maddesinde şu düzenleme öngörülmüştür: "Çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumludurlar". Aynı şekilde taşınmaz mülkiyet hakkının aşkın kullanılmasından doğan sorumluluk da kusura dayanmamaktadır. Zira, MK.nun 656. maddesinde sorumluluğun koşulları arasında kusur sayılmadığı gibi bu maddede kurtuluş kanıtına da yer verilmemiştir.
5) Çevre Kanunundan doğan sorumluluk, "çevrenin kirlenmesi" halinde söz konusu olmaktadır. Buna karşılık taşınmaz malikinin sorumluluğu "taşınmaz mülkiyetinin aşkın kullanılması" halinde uygulanabilecektir.
6) Mülkiyet hakkının aşkın kullanılması, taşınmazın normal işletilme ve kullanılması ile ilgili olmalıdır. Bundan başka, taşınmaz mülkiyetinin aşılmasına yol açan müdahaleler, başka bir taşınmaz üzerinde meydana gelmeli ve diğer bir taşınmazı etkilemelidir. Buna karşılık Çevre Kanunundan doğan sorumluluk taşınmazdaki tesisatın veya işletmenin kullanılmasına veya işletilmesine bağlı kılınmamıştır. Bir gerçek veya tüzel kişinin doğrudan veya dolaylı olarak çevre kirlenmesine sebep olan herhangi bir faaliyeti, onu kirlenmeden doğan zarardan sorumlu tutulması için yeterlidir.
7) Kirletenin, Çevre Kanununun 3. maddesine dayanan sorumluluğunun şartlarının başka sebep sorumluluklarının şartlarıyla aynı zamanda aynı zarar verici kirletme olayında gerçekleşmesi mümkün olabilir. Bu takdirde kirletenin sorumluluğunun özel sorumluluk olarak diğerlerini bertaraf mı edeceği (münhasırlık ilkesi) yoksa diğer sorumluluklarla yarışacağı mı (yarışma-telahuk ilkesi-) sorunu ortaya çıkar. Zira, sorumlulukların yarışması ilkesi kabul edilirse, zarar gören işine gelen sorumluluğu seçebilir ve ona dayanarak tazminat aldığı takdirde diğer sorumluluklardan doğan tazminat hakları düşer. Buna göre; sorunun çözümünü, Çevre Kanunu madde 28/II'de bulmak mümkündür. Bu hükme göre "kirletenin, meydana gelen zarardan ötürü genel hükümlere göre tazminat sorumluluğu saklıdır". Böylece kanun koyucunun sorumlulukların yarışması ilkesinden hareket ettiği anlaşılmaktadır. Buna göre zarar gören özellikle Çevre Kanunu madde 3(f)ye göre kirletenin sorumluluğu veya MK. madde 656 uyarınca taşınmaz malikinin sorumluluğu arasında, somut olayda hangisinin şartları kendisine daha elverişli geliyorsa, ona göre bir seçim yapabilir. Şu husus da belirtilmelidir ki, kirletenin sorumluluğu diğer objektif sorumluluk hallerinde olduğu gibi yardımcı kişilerin eylemlerinden sorumluluğu da kapsar (Bu konularda özlü bilgi için bkz: Halûk Tandoğan, 2872 Sayılı Çevre Kanununa Göre Çevrenin Kirletilmesinden Doğan Sorumluluk, Yargıtay Dergisi (YD.), C: 12, Ocak-Nisan, 1986, sayı: 1-2, sh 31 vd; İlhan Ulusan, Çevre Kirlenmesinden Doğan Sorumlulukta Fedakarlığın Denkleştirilmesi İlkesi, agd., sh. 57 vd; Sahir Çörtoğlu, Çevrenin Kirletilmesinden Doğan Sorumlulukta Taşınmaz Mülkiyetinin Aşkın Kullanılmasından Doğan Sorumluluğun Karşılaştırılması, agd., sh. 77 vd.).
Mahkemece yukarıda belirtilen hukuki ve fiili olgular dikkate alınıp tartışılmadan yüzeysel bir gerekçe ile davanın red edilmiş olması doğru görülmemiştir.
Bu itibarla, yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6.2.1997 gününde oybirliğiyle karar verildi.