 |
T.C.
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
E: 2000/13722
K: 2000/15421
T: 7.12.2000
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- TENKİS
- ÖLÜNCEYE KADAR BAKMA AKTİ
Karar Özeti: Tenkis davası, murisin mahfuz hisseyi ihlal eden ölüme bağlı veya sağlar arası teberrularının kanuni hadde İndirilmesini amaçlar.
Mahfus hisse kaidelerinin bertaraf etmek kastıyla yapıldığı ispatlanmadıkça murisin yaptığı ölünceye kadar bakma akti ivazlı tasarruflardan olup tenkisi istenemez.
(743 s. MK. m. 502, 507)
(818 s. BK. m. 511)
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
1 - Medeni Kanunun 507. maddesinde murisin hangi sağlar arası tasarrufları hakkında tenkis istenebileceği açıklanmıştır. Bu maddenin 4. fıkrasındaki şartlar, kesin bir biçimde ispatlanmadıkça murisin yaptığı ölünceye kadar bakma akitleri ivazlı tasarruflardan olup, tenkisi istenemez. Ölünceye kadar bakma akti, niteliği itibariyle güvence sağlayan bir akittir. Bakıp gözetme borcunun kapsamı ne aktin başında ne de devamı sırasında belli olmayıp, bakım alacaklısının hayatı boyunca oluşacak şartları tayin eder. Esasen ölünceye kadar bakma aktini hizmet aktinden ayıran unsurda bu yöndür.
Borçlar Kanununun 511. maddesi, bakım alacaklısı yönünden gerçek kişi olması dışında özel bir nitelik öngörmemiştir. Bakım alacaklılarının akit anında özel bakıma muhtaç durumda olmasını aramak kanunda bulunmayan bir unsur ilave etmek olur. Aksi kararlaştırılmadıkça aktin, bakım alacaklısına sağladığı menfaatler sosyal duruma uygun ikamet, beslenme ve giyinme, görüp gözetme gibi ihtiyaçlarının karşılanmasıdır (BK. 514). Bu ihtiyaçların karşılanmasını sağlayacak maddi desteğin ne olacağını önceden kestirmek mümkün olamaz. Hayatın idamesi için gerekli asgari şartları sağlayacak nafakaya borlu olabilecek kimse ile ölünceye kadar bakma akti yapmayı engelleyen bir kanun hükmü yoktur.
Kaldı ki bu aktin hedefi nafaka veya ahlaki görevleri kadar bir maddi destek elde etmek değil, tarafların bilhassa bakım alacaklısının sosyal durumuna uygun bir bakım elde etmektir. Bu sebeplerle mirasçı olabilecek kimselerle yapılmış olan ölünceye kadar bakma aktinin inikadı sırasında özel bakıma muhtaç bulunmamak veya akitten sonra çok kısa yaşamak, bu aktin mahfuz hisse kurallarını bertaraf maksadına matuf olduğunu kabule yeterli değildir. Sözleşmesinin mahfuz hisse kurallarını bertarafa yönelik olduğu yönünde başka bir delil yokken tenkise karar verilmesi doğru bulunmamıştır (Y.H.G.K.16.3.1988 günü ve 814-247 sayılı kararı).
2- 490 Parsel yönünden temyize gelince;
Yakın kan hısımlığı ve aile münasebetlerinden doğan bağlar, kanun koyucuları, bazı kanuni mirasçıları, miras hisselerinin belirli kısmı üzerinde, murisin iradesiyle bertaraf edilemeyen bir hak tanımaya zorlamıştır. Kanunun öngördüğü istisnalar (MK, 457- 520 vd) dışında murisin iradesi ile bertaraf edilemeyen bu hakka, mahfuz hisse (MK. 453); kendilerine böyle bir hak tanınan kimselere de mahfuz hisse sahibi adı verilir. İşte bu hakkı murisin ihlal ve tecavüzlerine karşı koruma davalarına tenkis davası denmektedir, İsviçre - Türk "Medeni Kanununda mahfuz hisse kanuni bir miras hakkı olarak düzenlenmiş bulunmaktadır. "Böylece mahfuz hissesine tecavüz edilen kişinin bir alacaklı değil, miras hakkı ihlal edilen kişi olarak değerlendirilmesi zorunluluğu ortaya çıkar. Tenkis davası bir miras payının tamamlanması davasıdır.
Tenkis davası, murisin mahfuz hisseyi ihlal eden ölüme bağlı veya sağlar arası teberrularının kanuni hadde indirilmesini amaçlar. Dava mahiyeti itibariyle yenilik doğuran bir davadır. Ancak tasarrufa konu malın lehtarın eline geçmiş olması halinde eda istemini de kapsar. Tenkis kararı bu hali ile iki kısımda mütalaa edilmelidir. 1. kısım muris tasarruflarının mahfus hisse sınırına indirilmesini emreder ve o tasarrufu değiştirir. 2. kısım ise lüzumu halinde mahfus hisseyi tamamlamayı (edayı) emreder. İşte kanunu yorumlarken bu özellikleri dikkate almak haklar dengesi bakımından önem kazanmıştır.
Medeni Kanunun 502. ve müteakip maddelerinde tenkis davası düzenlenmiştir. Hangi tasarrufların tenkis edilebileceği, hangilerinin öncelikle ve hangi sıra ile tenkise tabi tutulacağı belirlenmiştir. Mahfuz hisseye tecavüz olup olmadığının değerlendirilme biçimi bu bölüm de açıklanmıştır.
Ancak, Medeni Kanunun 454. maddesinde yer alan "tasarruf nisabı terekenin vefat günündeki haline göre hesap olunur" kuralı, mahfuz hisseye bir tecavüz olup olmadığının belirlenmesinde, ölüm günündeki fiziki durum ile değerlerin dikkate alınacağını gösterdiğinden, bu konuda bir duraksama söz konusu değildir. Yalnızca tasarrufu tenkis amacı güden, eda isteğini kapsamayan, davalarda bu hesaplama biçimi bir sorun yaratmamaktadır. Fakat eda isteğini de taşıyan ve "kıymetine noksan gelmeksizin taksimi, kabil olmayan muayyen bir mal vasiyet edilip te".. tenkise tabi olursa, bu kuralın ödenecek değer hesabında da uygulanması bir takım sorunlar ortaya çıkarmakta; büyük haksızlıkların doğmasına yol açmaktadır. Medeni Kanunun 506. maddesinde yer alan bu kuralı yorumlarken tenkis davası ile güdülen (mirasçının eline mutlaka mahfuz hissesi kadar bir zenginleştirici mal varlığının geçmesi) amacı gözden ırak tutulmamalıdır.
Kanunla, murisin tasarrufu ile muayen malı alan kişi ile, mahfuz hisseli mirasçıların, miras yolu ile intikal eden malda, şerik haline gelmeleri istenmemiş, lehtara bir seçimlik hak tanınmıştır. Tabii ki, Seçimlilik hakkın söz konusu olduğu hallerde, haklardan biri ile diğeri arasında önemli bir farklılık olmamalı ki, seçimden söz edilebilsin. Haklardan biri diğerine nazaran aşırı menfaatler sağlıyorsa, seçmekten söz etmek hiç bir zaman mümkün olmaz. Aşırı menfaat sağlayan halin seçilmesi hayatın olağan akışının gereğidir. Öyle ise kanun vazıının ortaya koyduğu seçimlik yararları denk kabul ettiğini gözetmek zorunludur. Medeni Kanunun bir yandan "Bir hakkın sırf gayrı ızrar eden suistimalini kanun himaye etmez" (MK.2/2) derken, öbür yandan hakkın suistimali sonucu doğuracak bir seçimlik hakkı hükme bağlanması mümkün olamaz. Şu halde Medeni Kanunun 506. maddesi yorumlanırken tercih hakkı sahibi hangi tercihini kullanırsa kullansın, tarafların elde ettiği yararların değişik olmaması gerekir. Ne "tasarruf nisabı, terekenin vefat günündeki haline göre hesap olunur" (MK. 454), ne de "miras ölüm ile açılır, murisin ölüme bağlı olmayan teberru ve taksimleri mirasa alakaları noktasından mirasın açıldığı gündeki haline göre taktir edilir" (MK. 517) kuralları, Medeni Kanunun 506. maddesi uyarınca tayin edilecek ve ödenecek kıymetin, tarafların mal varlığında, zenginleşmesinde, değişik sonuçlar doğurmasını icap ettirmemelidir. Aksi uygulama hakkaniyet duygusu, nısfet kuralları ile bağdaşmaz.
Medeni Kanunun 506, 508 maddelerinde yer alan kural, bir paylaştırma kuralıdır (Y.2.HD. nin 23. 12. 1958 günlü, 5594-6012 sayılı kararı). Bu kuralların kanuni veya mansup mirasçılar arasında yapılan bir paylaştırmanın kurallarından ayrık bir sistem içinde düzenlendiğini düşünmek, kanunda benzer düzenlemeler arasında sarsılmaz ahenge uygun düşmez.
Yukarıda açıklandığı üzere tenkis davasının yeniden inşa bölümünde, davacının mahfuz hissesine bir tecavüz olup olmadığının hesabı, doğal olarak tereke aktif ve pasifinin ölüm günündeki değerlerine göre yapılacaktır.
Davacıya, davalının kazanmasından geriye dönecek miktar ile davalının kazanmasının teşkil ettiği oranın (sabit tenkis oranı) paylaştırmada (taksimde) dikkate alınacağı, muayyen malın bu orana göre "kıymetine noksan gelmeksizin taksiminin kabil" olup olmadığının araştırılacağı muhakkaktır. Böyle bir hesaplama sonunda taksimi kabil olmayan mal alanın değişik zenginleşmesi kanun önünde eşitlik (Anayasa 10.) kuralı ile de bağdaşmaz.
Tenkis davası, miras bırakanın, ölüme bağlı ve sağlar arası kazandırmalarıyla, ölümünde mülkiyetinde bulunan mal ve hakların belirlenmesini, iptal ve iade davalarının sonuçlarının alınmasını ve terekeye dahil tüm mal varlığının değerlendirilmesini gerektirdiğinden; uzun inceleme, çalışmaları zorunlu kılmaktadır. Tenkis davasının çok kısa zaman aşımına bağlı olmasına rağmen mirasın açılmasından uzun yıllar geçtikten sonra karar bağlanabildiği bir gerçektir.
Enflasyonist baskıların arttığı dönemlerde zaman sürecinin taraflardan birinin zenginleşmesine karşılık, özellikle davacının fakirleşmesine yol açması, açıklanan amaca uygun kabul edilemez. Dava uzadıkça davacının para değerindeki düşmeden zarar görmesini hoşgörü ile karşılamak, kanunda tanınan miras hakkının ve buna bağlı mahfuz hissenin küçülmesine yol açar.
Tüm bu açıklamalar, taraflardan birinin dava sonunda para olarak aldığı değer ile mal olarak aldığı değer arasında bir fark yaratılmaması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu sebeplerle enflasyonist baskıların ağır olmadığı zamanlarda önemli bir problem yaratmayan, ölüm günündeki fiyatlarla hesaplanan paranın hakkın karşılığı olarak ödenmesi doğru olmaz. Davalının tercihi sonunda aldığı mal payının tercih günündeki değerinin ödenmesi zorunluluğu doğmuştur (Yargıtayın 11.11.1994 günlü 4/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı).
Yukarıdaki kurallar uyarınca işlem yapılmaması ve dava konusu taşınmazda tarafların paydaş yapılması doğru değildir.
Sonuç: Davalıların temyiz itirazının bu sebeple kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 7.12.2000 tarihinde oybirliği ile karar verildi.