 |
T.C.
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
Esas No: 1993/1852
Karar No: 1993/2937
Tarih: 29.03.1993
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Cavit Öksüz ile Ahmet Öksüz ve ark. aralarındaki tapu iptali davasına dair verilen 16.4.1992 tarih ve 37/82 sayılı hükmün dairenin 17.11.1992 gün ve 10914/11369 sayılı ilamiyle onanmasına karar verilmişti. Sözü edilen kararın düzeltilmesi davacı tarafından istenilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
KARAR : "Yakın kan hısımlığı ve aile münasebetlerinden doğan bağlar, kanun koyucuları, bazı kanuni mirasçılara miras hisselerinin belirli kısmı üzerinde, murisin iradesiyle bertaraf edilmeyen bir hak tanınmaya zorlanmıştır. Kanunun öngördüğü istisnalar (M.K. 457-520 vd.) dışında murisin iradesi ile bertaraf edilmeyen bu hakka, mahfuz hisse (M.K.453) kendilerine böyle bir hak tanınan kimselere de mahfuz hisse sahibi adı verilir". İşte bu hakkı murisin, ihlal ve tecavüzlerine karşı koruma davalarına tenkis davası denmektedir. İsviçre Türk "Medeni kanununda mahfuz hisse kanuni bir miras hakkı olarak düzenlenmiş bulunmaktadır. "Böylece mahfuz hissesine tecavüz edilen kişinin bir alacaklı değil, miras hakkı ihlal edilen kişi olarak değerlendirilmesi zorunluğu ortaya çıkar. Tenkis davası bir miras payının tamamlanması davasıdır.
Tenkis davası, murisin mahfuz hisseyi ihlal eden ölüme bağlı veya sağlar arası teberrularının kanuni hadde indirilmesini amaçlar. Dava mahiyeti itibariyle yenilik doğuran bir davadır. Ancak tasarrufa konu malın lehtarın eline geçmiş olması halinde eda istemini de kapsar. Tenkis kararı bu hali ile iki kısımda mütalaa edilmelidir. 1. kısım muris tasarruflarının mahfuz hisse sınırına indirilmesini emreder ve o tasarrufu değiştirir. 2. kısım ise lüzümu halinde mahfuz hisseyi tamamlamayı (edayı) emreder. İşte kanunu yorumlarken bu özellikle dikkate almak haklar dengesi bakımından önem kazanmıştır.
Medeni Kanunun 502. ve müteakip maddelerinde tenkis davası düzenlenmiştir. Hangi tasarrufların tenkis edilebileceği, hangilerinin öncelikle ve hangi sıra ile tenkise tabi tutulacağı belirlenmiştir. Ancak mahfuz hisseye tecavüz olup olmadığının değerlendirilme biçimi bu bölümde açıklanmamıştır.
Ancak, Medeni Kanunun 454. maddesinde yer alan "tasarruf nisabı tekenin vefat günündeki haline göre hesap olunur" kuralı mahfuz hisseye bir tecavüz olup olmadığının belirlenmesinde, ölüm günündeki fiziki durum ile değerlerin dikkate alınacağını gösterdiğinden, bu konuda bir duraksama söz konusu değildir. Yalnızca tasarrufu tenkis amacı güden, eda isteğini kapsamayan davalarda bu hesaplama biçimi bir sorun yaratmamaktadır. Fakat eda isteğini de taşıyan ve "kıymetine noksan gelmeksizin taksimi kabil olmayan muayyen bir mal vasiyet edilipte "... tenkise tabi olursa bu kuralın ödenecek değer hesabında da uygulanması bir takım sorunlar ortaya çıkartamakta büyük haksızlıkların doğmasına yol açmaktadır. Medeni Kanunun 506. maddesinde yer alan bu kuralı yorumlarken tenkis davası ile güdülen (mirasçının eline mutlaka mahfuz hissesi kadar bir zenginleştirici mal varlığının geçmesi) amacı gözden ırak tutulmamalıdır.
Kanunla, murisin tasarrufu ile muayyen malı alan kişi ile, intikal eden malda, şerik haline gelmeleri istenmemiş, lehtara bir seçimlik hak tanınmıştır. Tabii ki, seçimlik hakkın söz konusu olduğu hallerde, haklardan biir ile diğeri arasında önemli bir farklılık olmamalı ki, seçimden söz edebilsin. Haklardan biri diğerine nazaran aşırı menfaatlar sağlıyorsa, seçmekten söz etmek hiç bir zaman mümkün olmaz. Öyle ise kanunun vazının ortaya koyduğu seçimlik yararları denk kabul ettiğini gözetmek zorunludur. Medeni Kanunun bir yandan "Bir hakkın sıf gayrı ızrar eden suistimalini kanun himaye etmez" (M.K.2/2) derken, öbür yandan hakkın suistimali sonucu doğuracak bir seçimlik hakkı hükme bağlanması mümkün olmaz. Şu halde Medeni kanunun 506. maddesi yorumlanırken tercih hakkı sahibi hangi tercihini kullanırsa kullansın, tarafların elde ettiği yararların değişik olmaması gerekir. Ne "tasarruf nisabı, terekenin vefat günündeki haline göre hesap olunur" (M.K.454) ne de "miras ölüm ile açılır, murisin ölüme bağlı olmayan teberru ve taksimleri mirasa alakaları noktasında miras açıldığı gündeki haline göre takdir edilir" (M.K.517) kuralları, Medeni Kanunun 506. maddesi uyarınca tayin edilecek ve ödencek kıymetin, tarafların mal varlığında, zenginleşmesinde, değişik sonuçlar doğurmasını icap ettirmemelidir. Aksi uygulama hakkaniyet duygusu, nısfet kuralları ile bağdaşmaz.
Meden Kanunun 506, 508. maddelerinde yer alan kural bir paylaştırma kuralıdır (Y.2.H.D.sinin 23.12.1958 günlü ve 5594/6012 sayılı kararı). Bu kuralların kanuni veya mansup mirasçılar arasında yapılan bir paylaştırmanın kurallarından ayrık bir sistem içinde düzenlendiğini düşünmek, kanunda benzer düzenlemeler arasındaki sarsılmaz ahenge uygun düşmez.
Yukarıda açıklandığı üzere tenkis davasının yeniden inşa bölümünde, davacının mahfuz hissesine bir tecavüz olup olmadığının hesabı, doğal olarak tereke aktif ve pasfinin ölüm günündeki değerlerine göre yapılacaktır. Davacıya, davalının kazanmasından geriye dönecek miktar ile davalının kazanmasını teşkil ettiği oranın, (sabit tenkis oranı), paylaştırmada (taksimde) dikkate alınacağı, muayyen malın bu orana göre "kıymetine noksan gelmeksizin taksimin kabil" olup olmadığının araştırılacağı muhakkaktır. Böyle bir hesaplama sonunda taksimi kabil olmayan mal alanın değişik zenginleşmesi kanun önünde eşitlik (Anayasa 10.) kuralı ile de bağdaşmaz.
Tenkis davası, miras bırakanın, ölüme bağlı ve sağlararası kazandırmalarıyla, ölümünde mülkiyetinde bulunan mal ve hakların belirlenmesini, iptal ve iade davalarının sonuçlarının alınmasını ve terekeye dahil tüm malları zorunlu kılmaktadır. Tenkis davasının çok kısa zaman aşımına bağlı olmasına rağmen mirasın açılmasından uzun yıllar geçtikten sonra karara bağlanabildiği bir gerçektir.
Enflasyonist baskıların arttığı dönemlerde zaman sürecinin taraflardan birinin zenginleşmesine karşılık, özellikle davacının fakirleşmesine yol açması açıklanan amaca uygun kabul edilemez. Dava uzadıkça davacının para değerindeki düşmeden zarar görmesi hoş görü ile karşılamak, kanunda tanına miras hakkının ve buna bağlı mahfuz hissenin küçülmesine yol açar.
Tüm bu açıklamalar, taraflardan birinin dava sonunda para olarak aldığı değer ile mal olarak aldığı değer arasında bir fark yaratılmaması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple enflasyonist baskıların ağır olmadığı zamanlarda önemli bir problem yaratmayan, ölüm günündeki fiatlarla hesaplanan paranın hakkın karşılığı olarak ödenmesi yönündeki uygulamanın terki, davalının tercihi sonunda aldığı mal payının tercih günündeki değerinin ödenmesi zorunluluğu doğmuştur.
Somut olaya gelince: Murisin yaptığı tasarruflarla davacıların mahfuz hisseleri ölüm tarihindeki değerlere göre toplam 8.219.625.- TL.lık tecavüzde blunduğu taşınmaz malların toplam değerinin 21.919.000.- TL. değerde olduğu ve 8.219.625-/21.919.000 arasında taşınmaz malların bölünemeyecekleri usuli kazanılmış hak oluşturan 14.12.1990 günlü bozma ile kesinleşmiştir. Davalılara Medeni Kanunun 506. maddesi uyarınca tercih haklarını kullandırılarak, tercih hakkının kullanıldığı tarih itibarıyle dava konusu taşınmaz malların değeri belirlenip, bu değerin 8.219.625/21.919.000 arasında bir miktarın davacılara ödenmesine karar verilecek yerde yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmadığı halde, bu yönün ilk inceleme sırasında dikkate alınmadığı anlaşılmış olmakla davacıların karar düzeltme istemlerinin kabulü ile hükmün bozulması gerekli olmuştur.
SONUÇ : Davacıların karar düzeltme istemlerinin kabulü ile 17.11.1992 günlü ve 10914/11369 sayılı onama kararının kaldırılmasına hükmün açıklanan sebeple (BOZULMASINA) oyçokluğuyla karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ
Temyiz ilamında bildirilen gerektirici sebeplere göre Hukuk Usulü Mahkemeleri Kanununun 440. maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin reddi gerekir. Bu itibarla çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyoruz.