 |
T.C.
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
E: 1989/9067
K: 1990/2434
T: 02.03.1990
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Hayri Ş. ve arkadaşları ile Saadet A.ve arkadaşları arasındaki karşılıklı vasiyetnamenin iptali davasının birleştirilerek yapılan muhakemesi sonunda, davaların reddine dair verilen hüküm Hayri ve arkadaşları tarafından temyiz edilmekle; evrak okunup, gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Davacıların murisi ile eşinin tek bir resmi senetle tüm mal varlıklarını davalılara vasiyet ettikleri, bu vasiyetnamenin hem şekil eksikliği hemde ortak vasiyetname niteliğinde bulunduğu iddiası ile iptali istenmiştir.
Eşlerden Ayşe'nin daha sonra tüm vasiyetnamelerinden rücu ettiği ileriye sürülmüştür. Bu durumda, hukukumuza göre ortak vasiyetnamenin geçerli olup olmadığı, murisin işlemlerinin ortak vasiyetname niteliğinde bulunup bulunmadığı ve Ayşe'nin rücuunun kapsamı ve etkisi ihtilafın çözümünde önem kazanmaktadır.
"Birden fazla miras bırakanın ölümlerinden sonra hüküm ifade etmek üzere, mamelekleri üzerinde tek taraflı olarak tasarrufta bulunmak gayesiyle, birlikte arzularını açıklamalarına ortak vasiyetname denir. Ortak vasiyetnamelerin, bu niteliği alabilmeleri için önemli olan, vasiyetnamelerin bir tek işlemde birleşmeleri olmayıp birden fazla şahsın mamelekleri üzerinde birlikte tasarrufta bulunma müşterek iradelerin varlığıdır" (Dr. Mustafa Dural, Mukayeseli Hukuk Araştırmaları dergisi 1969/4, S. 165). Daha başka bir ifade ile aynı işlemle yapılan biribiriyle iç içe geçmiş ve biri diğerine bağımlı vasiyetnameler ortak vasiyetname sayılır. Bu hali ile birisi bakımından şekil şartı tamam olmakla beraber diğeri yönünden şekil şartı eksik kalan vasiyetnameleri geçerli saymak mümkün değildir. Vasiyetçilerden birisi tarafından el yazası ile düzenlenen ve fakat diğeri tarafından da imzalanan vasiyetnameyi bu cümleden saymak mümkündür.
Miras sözleşmesi ve sair kurumlar çerçevesinde yorumlanmak mümkün oldukça murisin son arzularını ayakta tutmak gerekir. Senedin vasiyetname şeklinde adlandırılması önem taşımaz. Böyle olunca, resmi şekilde yapılmış olan ortak tasarrufta tarafların açıkladıkları işlemler biribirine bağımlı ise olayın miras mukavelesi olarak nitelendirilmesi, taraflardan biri diğerine bazı mükellefiyetler yüklemiş veya bazı ikame şartları konmuşsa her iki irade açıklamasının geçerli kabulü son arzulara uygun düşen bir yorum tarzı olur. Ortak işlemin miras mukavelesi niteliğinde kabulü halinde ancak anlaşma (MK. 493/1) tek taraflı fesih haklarının saklı tutulması, mirastan ıskat sebeplerinin ortaya çıkması (MK. 493/1), karşı edimin yerine getirilmemesi (MK. 494), ehliyetsizlik veya bir irade sakatlığı (MK. 451-499), şekil eksikliği (MK. 500) sebeplerine bağlı olarak ve kural olarakta akit tarafça feshedilebileceği gözden ırak tutulmamalıdır.
Bütün bu açıklamaların ışığı altında somut olaya gelince:
Davacıların murisi Hasan ile Ayşe 14.1.1970 gününde resmi şekilde birlikte yaptıkları tasarrufta müşterek malik bulundukları bir taşınmaz malın bir bölümünü davalı Şaban'a bir bölümünün de davalı Saadet'e, diğer bir müşterek taşınmaz malın da bir kısmının Saadet'e, bir kısmının Hanife'ye bir kısmının Mustafa'ya, Mehmet ve Şaban'a bıraktıklarını açıklayıp, "ancak her ikimizden birinin vefatı halinde diğerinin vefatına kadar bu vasiyet hükümleri cari olmayıp ancak diğerinin vefatından sonra tamamen cari ve hüküm ifade edeceğini, ikimizden birinin vefatını müteakip yukarıda yazılı envalimizin hayatta kalanın tasarrufuna geçeceğini ve bahsedilen mirasçı namzetlerine ancak onun da vefatından sonra intikal edeceğini, bu suretle her ikimizin evvel emirden Medeni Kanunun 468. maddesi gereğince birbirimizi yazılı mirasımızı yukarıda yazılı namzet kimselere intikal ettirmek üzere mirasçı nasp eylediğimizi" şeklinde ifadeler kullanmışlardır.
17.3.1978 günlü aynı biçimdeki tasarruf senedi ile bazı değişiklikler yazıldığı anlaşılmaktadır. Murisin eşi ve ortak vasiyetçi Ayşe ise 21.10.1983 günlü resmi şekilde düzenlenen belge ile 14.1.1970 tarihli, 535 numaralı vasiyetnameden ve bugüne kadar yapılan bilumum vasiyetnamelerden rücu ettiğini ifade etmiştir.
Görüldüğü gibi davacıların murisi Hasan ile Ayşe'nin 14.1.1970 gününde yaptıkları tasarruf resmi şekle uygundur. Ortak mal üzerinde ortak tasarruf olup birbirlerine öncelikle muayyen maldaki pay vasiyeti suretiyle oluşan "mal vasiyeti mukavelesi" (Dr. Zahit İmre, Türk Hukuku 1978, s: 273) niteliği taşımaktadır. Murisler 17.3.1978 günlü sözleşmede bu niteliği değiştirmemişlerdir. Fevkalede ikame yoluyla yararlanacaklarda değişiklik yapmışlardır. Öyle olunca yukarıda açıklamalar çerçevesinde sözkonusu tasarruflar miras sözleşmesi olarak geçerlidir. Taraflardan birinin ölümünden sonra diğerinin şartları oluşmadan tek taraflı feshi hüküm ifade etmez. Öte yandan 21.11.1983 günlü belge MK.nun 489. maddesine gönderme yaptığı, MK.nun 481. maddesinde belirlenen şahit açıklamalarını taşımadığından sonuç doğurur nitelikte değildir.
Dosyadaki yazılara, mahkemece de dayanılan gerekçelerle yukarıdaki açıklamalara göre yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA ve onama harcının temyiz edene yükletilmesine 2.3.1990 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.