 |
T.C.
YARGITAY
2. Ceza Dairesi
E: 1991/3365
K: 1991/4669
T: 10.09.1991
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Görevliye sövme ve saldırgan sarhoşluk suçlarından sanık S.Y. hakkında Türk Ceza Yasasının 266/1, 572/1, 59, 647 sayılı Kanunun 4. maddeleri uyarınca 533.333 lira ağır, 150.000 lira hafif para cezalarıyla hükümlülüğüne ilişkin ... Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 1989/765 karar sayılı ve 25.6.1990 tarihli hükmün temyiz yoluyla incelenmesi sanık S.Y. tarafından istenilmiş ve temyiz edilmiş olduğundan görüşüldü:
KARAR : Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede:
1 - Sanığa yükletilen saldırgan sarhoşluk eylemiyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerinin ve bu eylemin sanık tarafından işlendiğinin Yasaya uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergelendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,
Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Yasada öngörülen suç tipine uyduğu,
Cezanın Yasal bağlamda uygulandığı,
Anlaşıldığından sanık S.Y.'nin ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye aykırı olarak, temyiz davasının esastan reddiyle hükmün onanmmasına,
2 - Sövme suçuyla ilgili temyize gelince:
Başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
A - Sanık çoğul anlatımla aynı anda birden çok kişiye sövmüştür.
Bu durum karşısında, ilkin eylem ve suç çokluğu olup olmadığını, ikinci olarak da suç çokluğu varsa bunların nasıl birleşip kaynaştıklarını (içtima ettiklerini) saptamak zorunludur.
T.Ceza Yasasının benimsediği sisteme göre; eylem çokluğu hukuksal açıdan, maddi sonuçlu suçlarda dış dünyada oluşan doğal değişikliğin; salt hareket suçlarında ise, korunan ve ihlal edilen varlık ya da yarar hamilinin sayısına göre belirlenmek gerekir.
Sövme maddi sonuç doğurmayan salt hareket suçlarındandır. O yüzden bu cürüm, kişilerin onurunu ihlal ettiği için, aynı anda birden çok kişiye karşı işlendiğinde, "kovuşturulabilir, tipe uygun hukuka aykırı ve kusurlu" nitelikte birden çok eylem, birden çok ihlal ve "her ihlal ayrı suçtur" kuralınca da birden çok suç söz konusu olmaktadır.
Nesnel (objektif) ölçülere göre, birden çok suçun varlığı, böylece saptandıktan sınra, sıra bu suçların T.C. Yasasının benimsediği içtima kuralları içinde nasıl birleşip kaynaşacakları sorununu çözmeye gelmekte ve bu çözümde ise iki seçenek bulunmaktadır.
Gerçekten T.C. Yasası irdelenen konuda, müteselsil suç ve gerçek (maddi) içtima kurallarını benimsemiştir. Eğer somut olayda T.C. Yasasının 80. maddesinin uygulanmasını gerektirecek bir durum yoksa, zorunlu olarak gerçek (maddi) içtima kuralları uygulanacak demektir. O nedenlede, ilk mahkemenin kararında "müteselsil suç" hükmünün uygulanıp uygulanmayacağını, bu kavramı tanımlayan hükmün öğelerine ve somut olaya göre tartışması zorunludur.
T.C. Yasası, suçların mağdurları başka başka oldukları takdirde müteselsil suç hükmünün değil, gerçek (maddi) içtima hükümlerinin uygulanacağına ilişkin bir kural getirmemiş; bir çok yabancı Yasa gibi, yalnızca öznel (subjektif) bir ölçü öngörmüştür. Bu ölçüye göre, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların (varlık ya da yaraların) ihlalinde ve dolayısıyla mağdur çokluğunda bile, "bir (aynı) suç işleme kararıyla" davranılmışsa, kuşkusuz "müteselsil suç" hükmü uygulanabilecektir. Bunun tersini önceden (a priori) görmediği bir öğeyi T.C. Yasasının 80. maddesine eklemek ve maddenin uygulama alanını, yasama organının yerine geçerek darlaştırmak olacaktır. Bu nedenlerle eylem ve suç çokluğunun varlığını saptadıktan sonra, kast kavramına oranla daha genel, geniş ve kapsayıcı bir kavram olan "bir (aynı) suç işleme kararı" olgusunun olayda var olup olmadığını, kişinin iç dünyasını ilgilendiren bir fiili sorun olduğundan, ilk mahkemenin kararında irdelemesi ve Yargıtay denetimini sağlayacak biçimde gerekçelendirmesi zorunludur. "Bir suç işleme kararının" varlığını saptarken, mahkeme, her suç çokluğunda, kuşkusuz, suçların işleniş biçimlerindeki benzerlik ya da tekdüzelik, benzer fırsatları değerlendirme, Yasa sistematiğine göre suçla korunan hukuki varlık ya da yarar cürmi hareketin yöneldiği maddi konunun (kişi ya da şeyin) nitelik ve başkalıkları, suçlar arasındaki zaman aralığı ve bunlara benzer daha bir çok dışa yansıyan veri ve davranışlardan yararlanabileceklerdir.
Eylem ve suç çokluğu benimsenmesine karşın, yukarıda açıklanan nedenlerle bu suçların müteselsil suç ya da gerçek içtima hükümlerinden hangisine göre birleşip kaynaştıklarının kararda tartışılmaması,
B - Kabule göre; korunan hukuki konunun önem ve değeri, suçtan doğan zarar ya da tehlikenin nitelik ve niceliği, eylemin hukuka aykırılık boyutu, işleniş biçimi, yer ve zamanı, kullanılan araçlar, sanığı suça iten amaç, irade ve kusurluluktaki yoğunluk, suç işleme becerisi, sanığın kişiliği, geçmişi ve yaşamı, eylem anı, öncesi ve sonrasındaki davranışları, ailesel, ekonomik ve toplumsal ilişkileri ve konumu gibi 29.11.1990 tarihinde yürürlüğe giren 21.11.1990 tarih ve 3679 sayılı Yasanın 2. maddesinde öngörülen nesnel ve öznel ölçüler gözetilmeden, temel cezanın fazla belirlenmesi,
SONUÇ : Yasaya aykırı ve sanık S.Y.'nin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden hükmün BOZULMASINA, 10.9.1991 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.