 |
T.C.
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi
Esas No : 1996/7678
Karar No : 1998/7686
Tarih : 12.11.1998
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Davacı, iş kazası sonucu malüliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, bozmaya uyarak ilamında belirtildiği şekilde isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Bülent Mustafa Şimşek tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
KARAR
Dava işkazası sonucu meslekte 2/3 oranında kazanma gücünü yitiren isçinin duymuş olduğu acı ve üzüntünün karşılığı bulunan manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucu 35.000.000.-TL. manevi tazminata hükmedilmiştir. Davacının Tokat İş Mahkemesine 1990/17 Esas sayılı dosya ile fazlaya ait haklarını saklı tutmak suretiyle 12.000.000.-TL istemiyle manevi tazminat davası açtığı, ve ancak davayı takip etmediğinden H.U.M.K.nun 409. maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, kararın kesinleştiği uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık manevi tazminatın bölünüp bölünmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Gerçekten, hukuka aykırı bir eylem yüzünden çekilen elem ve üzüntüler, o tarihte duyulan ve duyulması gereken bir haldir. Başka bir anlatımla üzüntü ve acıyı zamana yaymak suretiyle, manevi tazminatın bölünmesi, bir kısmının dava konusu yapılması kalanın saklı tutulması olanağı yoktur. Niteliği itibariyle manevi tazminat bölünemez. Bir defada istenilmesi gerekir. Duyulan acı ve üzüntü karşılığı, ilk açılan dava ile belirlenip karşı tarafa bildirildikten sonra tazminatın arttırılması yeni bir dava ile' dahi olsa mümkün değildir. Böyle bir davranış hakkın kötüye kullanılması olup hukuken korunamaz. Dairemizin ve Yargıtay'ın oturmuş ve yerleşmiş görüşleride bu doğrultudadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25.9.1996 gün 1996/397 esas 1996/537 sayılı kararda aynı doğrultudadır.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın ve özellikle manevi tazminatın bölünmezliği nazara alınmadan yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halında davalılara iadesine, 12.11.1998 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Açılmamış sayılan bir davada, istenilmiş bulunan manevi tazminat talebinin, zaman aşımı süresi içerisinde yeniden açılacak bir davada değiştirilmeyeceğine ilişkin sayın çoğunluk kararına aşağıda gösterilen nedenlerle katılmak mümkün olmamıştır.
A) Açılmamış sayılmasına karar verilen bir dava yok hükmündedir.
Hukuk usuli sistemimizde; açılmamış sayılmasına karar verilen bir dava yok hükmündedir ve kendisine hiçbir hukuki sonuç bağlanamaz. Taraflar açısından olumlu veya olumsuz hukuksal sonuç doğurmayan ve yok hükmündeki bir davanın etkilerini zaman aşımı süresi içerisinde devam ettirmek hukuksal çelişki ortaya çıkarır ve savunulması mümkün olmayan bir durum yaratır.
Nitekim gerek doktrin gerekse Yargıtay kararlarında, açılmamış sayılmasına karar verilen davanın ortaya çıkardığı sonuçlara bakımından aynı görüş ve hükümler ortaya, konmuştur. Buna göre; açılmamış sayılmasına karar verilen bir davanın maddi ve usul hukuku yönünden çıkardığı sonuçlar şöylece belirlenmiştir.
a)Açılmamış sayılmasına karar verilen davadaki davayı değiştirme veya savunmayı genişletme yasağı yeni davada uygulanmaz.
b)Açılmamış sayılan davaların maddi hukuk kurallarındaki süreleri (zamanaşımı ve hak düşürücü müddetleri) kesme işlevi ortadan kalkar.
c)Açılmamış sayılan dava dosyalarındaki, delillerin yeni dosyada kesin bağlayıcılığı yoktur. (Prof.Kuru Baki H.M.Usuli 1979 Sh. 111/2961 ve devamı Prof.Postacıoğlu M.U.Hukuku Davaları 1.7.1975 Sh.525 Prof Alangoya, Yavuz Yargılamanın sevkindeki Prensipler ve bu açıdan 1/11 sayı K.ile değiştirilen 409.madde açısından düşünceler (HMUK'nü değiştiren 1/11 S.Kanun Hakkında sempozyumu İst.1976) Sh 112 vs...)
Yargıtay'da aynı görüşleri içtihatlarında açıkça belirlemiştir.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 10.3.1986, gün 1986/2076-2361 sayılı kararında aynen ;
"Mahkemece uyuşmazlığın çözümünde gozönünde tutulan Asliye Hukuk Mahkemesine ait 1978/230 esas sayılı dava dosyası 31.5.1985 tarihinde davanın açılmamış sayılması ile kapanmıştır. H.U.M.K'nun 409/5 maddesi hükmüne göre ilk dava açılmamış sayıldığına göre bu sonraki dava Öne ak i davanın devamı sayılmaz. Açılmamış olan bir dava hiç açılmamış sayılır ve bütün neticeleri ile ortadan kalkar. Ancak taraflar bu dosyaya dayandıkları takdirde delil olarak gozönünde tutabilir. Yoksa o dosyadaki bozmaya göre karar verilemez. Hal boyla olunca yeni davada tarafların gösterdikleri delillerin toplanması ve uyuşmazlığın buna göre çözümlenmesi gerekir. Davacının gösterdiği tanıkların çağrılıp dinlenmeleri, ayrıca davalı tarafın göstereceği delillerin toplanması ve bundan sonra uyuşmazlık hakkında bir karar verilmesi gerekirken önceki davada toplanan delillere dayanılarak hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı ve temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulü ile hükmün BOZULMASINA karar verilmiştir, denilmekle bu alandaki görüş ortaya konmuştur.
Öte yandan Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de, 3.7.1981 günlü 1981/8686-9461 sayılı kararında aynen şöyle demiştir.
"Davacı, 5.4.1978 günlü dilekçe ile açmış olduğu 978/106 esas sayılı davanın 27.2.1979 günlü oturumuna gelmediğinden usulün 409/1. maddesi gereğince dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilip bir yıl içinde dava yenilenmediğinden 12.5.1980 günün de dava açılmamış sayılmış ve önceki dosyanın kaydı usulün 409/4. maddesi gereğince 12.5.1980 gün 106/96 sayılı kararıyla kapatılmıştır. Bu durumda ilk dava ile meydana gelen hukuki sonuçlar tamamen ortadan kalkmış sayılır.
Davacıda yeniden harç vermek suretiyle 30.6.1980 gününde bu son davayı açmış bulunmaktadır. Son dava ilk davadan tamamen ayrı ve bağımsız bulunan bir dava niteliğindedir. Bu itibarla mahkemece yapılacak iş, harcı verilmek suretiyle yeniden açılmış bulunan bu davadaki tarafların iddia ve savunmalarını inceleyip sonucuna göre bir karar vermekten ibarettir. Davanın açılmamış sayılması hakkındaki 12.5.1980 günlü kararın ilk davadan feragat şeklinde yorumlanması ve yeniden harç verilerek 30.6.1980 tarihinde açılan dav çınında açılmamış sayılmasına karar verilmiş bulunması usul ve yasaya aykırıdır."
Bu sonuçları değerlendirdiğimizde; bir davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi işleminin hukuksal niteliğinin bir yaptırım olarak ortaya çıktığı görülür.
Hukuk Usuli Sistemimize göre, bu tür nihai bir kararla, davacı, yargılama giderleriyle sorumlu tutulmakla, ayrıca yeni dava açtığında yeniden yargılama giderlerini yapmak zorunda bırakılmaktadır. Bunun sonucu ile dava, hukuk dünyasında hiç bir hukuki sonuç ortaya çıkarmadan yok hükmünde sayılmaktadır.
Artık, tüm sonuçlarıyla ortadan kalkmış bir davaya hukuksal değer vermek ve davadaki işlemle davacıyı sıkı sıkıya bağlı tutmak
B)Sayın çoğunluk kararının ortaya çıkardığı diğer bir sonuçta zaman asımı süresi içerisinde istenebilen ve kişisel bir hak olan manevi tazminat hakkının dolaylı biçimde ortadan kaldırmasıdır. Gerçekten, sayın çoğunluk, yıllar önce açılmamış sayılan bir davada istenilmiş, bulunan, ve bugün için fazla değer ifade etmeyen 12.000.000 TL gibi bir meblağın yeni
davada dahi değiştirilmeyeceğini kabul etmekle, dolaylı olarak davacının manevi tazminat istem ve hakkını önemli derecede kısıtlamıştır. Oysa, dava konusu olayda olduğu gibi, işgöremezlik oranının yüzde yüz kaybolduğu durumlarda duyulan elem ve ızdırabın bir nebze, olsun giderilebilmesi için kabul edilmiş bulunan bir hukuki yolun olabildiğince açık tutulması asıldır. B. K. bu amaçla oldukça uzun sayılabilecek bir süreç kabul etmiş ve "10" yıllık süre içerisinde kişilere bu haklarını kullanma imkanı tanımıştır. Kimi nedenlerle, bu haklarını kullanmayan veya kullanamayan kişilere, bu haklarını geç veya erken kullanmaları nedeni ile farklı işlem yapılamaz ve özellikle bu hakları ellerinden alınamaz. Davacının, zaman aşımı süresi içerisinde manevi tazminat davasını açmasına ve dava tarihine göre elem ve ızdırabı
karşılığı takdir ettiği bir meblağı talep etmesine ve özellikle kendisine bu hakkı, karşılığı herhangi bir bedel ödenmediği dikkate alınarak hakkını kaybettirecek hukuksal işleminin de söz konusu olmaması karşısında, yasa hakkının tanınması yerine, dava tarihi için değer ifade etmeyen bir meblağı, elem üzüntü karşılığı kabul etmek ancak, duyulan elem ve üzüntüyü artırmaktan başka bir şeye yaramaz ve B.K'nun kabul ettiği bir hukuksal yolu ortadan kaldırdıktan öte .hukuk sistemine duyulması zorunlu saygıyı yok eder.
C)Hukuk sistemimizde, manevi tazminatın bölünmesine engel bir kuralda bulunmamaktadır. Gerçekten; nasıl ki, maddi tazminatın hüküm tarihine en yakın tarihteki verilere göre belirlenmesi gerekiyorsa manevi tazminatın da aynı şekilde hüküm tarihine en yakın değerler dikkate alınarak saptanması zorunludur. Gerek maddi gerekse manevi tazminatlar, kişide oluşan bedensel ve ruhsal zararların tazminini amaçlamaktadır. Maddi tazminatın gereğinde birden fazla dava ile talep edilmesine Hukuk Sistemimiz kabul etmektedir. Manevi tazminatın da aynı biçimde, hüküm tarihine kadar belirlenmesi, gerekçesi ve adil bir yaklaşım olur ve hukukça korunur. Aksine düşünce, tazminat hukuku ilkeleriyle çatışır ve hakkaniyete uygun düşmez. Yıllar önce enflasyonist gelişmelerin tahmin edilemeyeceği bir tarihte belirlenen miktarla kişiye sıkı sıkıya bağlı tutmak kişiyi açıkça yasal korumadan mahrum etmek giderek hakkın özünü elinden almak anlamındadır. Maddi tazminatta, nasıl ki sosyal bir sistem hakimdir Aynı durum manevi tazminat yönünden de öngörülmeli ve zarar karşılanmalıdır. Nitekim Yargıtay 10.Hukuk Dairesi vermiş olduğu kimi kararlarda manevi tazminatın bölünebilirliğini tartışmış ve bu yönde olumlu sonucu ulaşmıştır.
Yüksek Dairenin bu yöndeki kararı aynen şöyledir:
"Davacılar, ziyadeye ilişkin haklarını açıkça saklı tutmak suretiyle manevi tazminat haklarının ilk davada sadece bir kesimini istemiş olmalarına asıl tazminat hakkının istenilenin çok üstünde bulunmasına ve özellikle bu davadaki biçimiyle manevi tazminatın bölünüp saklı tutulmuş diğer kesiminin ikinci bir dava ile istenmesine yasaca bir engelden söz edilemiyeceğine ve tersi görüşün belirgin olarak hakkaniyet kurallarıyla bağdaşmaz bir nitelikte taşıyacağına göre mahkemece bazı düşüncelerle ikinci davanın reddolunması usule ve yasaya aykırıdır ve bozma nedenidir.
O halde davacı tarafın bu yönü amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. (Yargıtay 10.Hukuk Dairesi 4.7.1975 gün 1975/2390-4490)
Öte yandan, değerli hukukçu, Çenberci, manevi tazminatın bölünebilirliğini kabul etmiş ve bu yöndeki uygulamanın zorunlu olduğunu ileri sürmüştür (Çenberci, İş hukuku şerhi, 1986, sh. 1023) .
D) Öte yandan açılmamış sayılan davalardan sonra, manevi tazminatın, yeniden açılan davalarda artırılması; yargılaması uzun süren davalarda söz konusu olmaktadır. Bu tür durumlarda, haklı biçimde gerçek tazminatın belirlenmesini ve hükmünü yitirmiş ilk istemin artırılmasını kabul etmemek, bir yerde, adaletin geç işlemesinin ve Devletin bu yoldaki görevini gereği gibi yerine getirememesinin bütün olumsuz sonuçlarını zarar gören ve adalet bekleyen kişinin omuzlarına yüklemek sonucunu doğurur. Devlet, adaleti, en kısa ve en az masrafla gerçekleştirmek yükümü altındadır. Dava konusu olayda olduğu gibi, sayın çoğunluğun kabul ettiği görüş sonucu; Yargılamanın kısa sürede sonuçlandırılmasının tüm olumsuzları, H.U.M.K ve Borçlar Hukuku sisteminde yer olmayan bir görüş ve kurala dayalı zarar gören kişinin üzerine yüklenmiştir.
Kısaca bu içtihat H.U.M.K'da kabul edilen ve tüm tazminat davaları için öngörülen, kısmı dava yolunun dahi kapatılması gibi bir durum ortaya çıkarmış, hakkın gerçekleştirme yolunu tıkamıştır.
E) Davacının, dava konusu olayda olduğu gibi, gerçek zararını talep etmesi ve buna göre hüküm kurulması, davacının, bir hakkı suistimal veya davalı aleyhine aşırı bir kazanç değil aksine , günün koşullarına, hak ve adalete uygun bir tazminatın belirlenmesine yöneliktir.
Eğer dava zamanında bitirilmiş olsaydı, ilk talep üzerine verilecek miktar, bir değer ifade edecekti. Mahkemenin, belirlediği yeni miktar ise, gerçek anlamda, dava konusunun artırılması olmayıp sadece enflasyon sonucu değerini kaybeden ilk miktarı günün koşuluna uygun hale getiren bir uyarlamadır. Bu durumda, ne davacı için, fazladan menfaat: sağlama ne de davalı yönünden zarar söz konusudur.
F)Nihayet bu konuda son olarak, denilebilir ki, zarar veren, sayın çoğunluğun görüşü doğrultusunda, sanki tamamen kusursuz gibi kabul edilmekde, Hukuk sisteminin öngördüğü tazminatın çok altında bir miktarla sorumlu tutulmakta, daha açık anlatımla tazminat yükümünden büyük oranda kurtulmaktadır. Oysa zarar veren davalının, olayda maddi hukuk açısından kusuru ortaya konduğu gibi, Usul Hukuk açısından dahi üzerine düşeni yerine getirmemek ve davayı takip etmemek suretiyle davacı ile birlikte ilk davanın açılmamış sayılmasına karar verdirilmesine neden olmuştur. Eğer, davalı iyiniyetli davranmış olsaydı ilk dava sonuçlandırılabilecek zararın daha kısa bir zaman dilimi içerisinde karşılanması mümkün olacaktı. Davalı böyle bir davranışta bulunmadığına göre, artık, usul kurallarından yararlanmak suretiyle zararın tazmininden kurtulmamalıdır. Aksine bir görüş M.K.nun 2.maddesinde ifadesini bulan evrensel iyiniyet kuralları ile çelişir ve bu tür kimse ihmal veya kastına karşın mükafatlandırılmış olur. Sayın çoğunluk kararı bu yönden dahi kabul edilir nitelikte değildir.
SONUÇ: Yukarıda gösterilen nedenlerle sayın çoğunluğun görüşüne katılmak mümkün olmamıştır.