 |
T.C.
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi
E. 1995/4288
K. 1995/4347
T. 12.9.1995
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
BORÇLANMA
ÖDEME SÜRESİNİN BAŞLANGIÇ TARİHİ
ÖZET Salt sigortalılığın başlangıç tarihi, 2926 sayılı kanunun geçici 1. maddesinde öngörülen üç yıllık sürenin başlangıç tarihi olarak kabul edilemez. Sözü edilen üç yıllık süre, Kurum tarafından gönderilen; borçlanma isteğinin kabul edildiğine, buna göre hesaplanan ödenecek prim tutarının üç yı1 içinde ödenmesi gerektiğine ve ödenmemesinin yasal sonuçlarının bildirilmesine ilişkin yazının, sigortalıya tebliğ edildiği tarihten itibaren işlemeye başlar.
(2926 s. TÇK. geçici m. 1)
Davacı, 1.3.1988 tarihinden geriye dönük olarak on yıllık tarım çalışmasının tesbiti ile bu süre içerisinde borçlanma işlemlerinin yapılmasına karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde isteğin reddine karar vermiştir.
Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
Dava Tarım sigortalısı olarak yapmış olduğu borçlanmasının geçerli sayılması ile, Kurum sataşmasının giderilmesi istemine ilişkindir. Davacının, 1.3.1988 tarihinde, tarımda kendi adına ve hesabına çalışan kimse olarak 2926 sayılı Yasa kapsamına alındığı 10.5.1988 tarihinde borçlanmak için Kurum'a başvurduğu, Kurumca borçlanması' kabul edilerek 24.5.1988 gün, 7438 sayılı yazı ile borçlanma tutarı 786.240.- TL.'nin 1.3.1991 tarihine kadar ödenmesinin istendiği uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, Yasada öngörülen üç yıllık ödeme süresinin başlangıcının hangi tarihten başlayacağına ilişkindir.
Davanın yasal dayanağı, 2926 sayılı Yasanın geçici 1. maddesidir. Anılan maddede, bu kanuna göre sigortalı olanlardan bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kadın iseler 40, erkek iseler 45 yaşını geçenler, sigortalı oldukları tarihten geriye doğru en çok on yıllık süreyi mecburi sigortalılık kapsamına girdikleri tarihten itibaren iki yıl içinde talepte bulunmak kaydıyla borçlanabilirler. Borçlanılan tutarın, bu hakkın doğduğu tarihten itibaren üçyıl içinde ödenmesi şarttır. Bu süre içerisinde primi ödenmeyen süreler hizmetten sayılmaz hükmü öngörülmüştür. Madde hükmünden de açıkça anlaşıldığı gibi, Kurumun borçlanma istemini kabul edecek, buna göre ödenecek prim tutarını hesaplayacak ve yapacağı bu işlem sonucu da borçlanma tutarını üç yıl içinde ödemesi gerekeceğini ve ödemesinin yasal sonuçlarını sigortalıya bildirecektir. Sigortalı yazının eline geçmesiyle yerine getirilmesi gereken bu edimin kapsamı ve niteliğini öğrenecek ve ona göre, borcunu ödeyecektir. Yoksa, Kurumun bu anayasal duyuru ve uyarı görevini yerine getirmeden davacının edimini yerine getirmesi düşünülemez ve beklenemez. Böyle olunca da, anılan yasa maddesinde öngörülen üç yıllık ödeme süresinin salt sigortalılığın başlangıç tarihinden itibaren işlemeye başlayacağının kabulü mümkün değildir. Böyle olunca da, anılan sürenin başlangıcı olarak bu konudaki Kurum yazısını sigortalının eline ulaştığı tarihin esas alınması gerektiği açık-seçiktir.
Yapılacak iş, 24.5.1988 gün, 7438 sayılı Kurum yazısının, davacıya 7201 sayılı Yasa gereğince yöntemince tebliğ edilip edilmediği araştırılmak ve özellikle üç yıllık sürenin başlangıcının tebliği tarihinden itibaren başlayacağı göz önünde tutulmak ve sonucuna göre karar vermekten ibarettir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacının bu yönü amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
Sonuç Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 12.9.1995 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
Ü KARŞI OY YAZISI
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacı sigortalının "10 yıllık borçlanma hakkından yararlanıp, yararlanmayacağı hususuna ilişkindir. Yerel Mahkeme; davacının borçlanma hakkını kaybettiğine yönelik Kurum işlemini doğru bulmuş, sayın çoğunluk ise, davacı sigortalıya yapılması zorunlu borçlanma tebligatının yetersizliği nedeniyle, sözü edilen kararı bozmuştur. Mahkemenin, davacı istemini red yoluyla ulaştığı sonuç, aşağıda açıklanan nedenlerle yerinde bulunmaktadır.
1- Davanın yasal dayanağını oluşturan 2926 sayılı Tarım Bağ-Kur Yasasının geçici 1. maddesinde; borçlanma yönünden tebligatla ilgili bir düzenleme yer almamıştır.
Gerçekten, anılan yasa maddesinin bütünü incelendiğinde görülecektir ki; yasa koyucu, geriye doğru 10 yıllık sürenin borçlanılmasına ilişkin, başvuru ve ödeme sürelerini tebligata gerek kalmaksızın' doğrudan kendisi belirlemiştir. Maddenin 1. fıkrasında; öncelikle kimlerin borçlanma hakkından yararlanılacağı gösterilmiş ve bu hakkın süresi doğrudan belirlenmiştir. Buna göre, geçici 1. maddenin yürürlüğe girdiği tarihte belli yaşı bitirenlerin, mecburi sigortalılık kapsamına girdikleri tarihten itibaren iki yıl içerisinde talepte bulunmak koşuluyla borçlanabilecekleri öngörülmüştür. Borçlanmak için "talepte bulunmak" koşulu öngörüldüğüne göre; borçlanacak sigortalının iradesi aranılmış, kurumun kendiliğinden işlem yapması veya zorunlu bir sistem Yasa'da yer almamıştır. Bu durumda; borçlanma hakkından yararlanacak bir sigortalının borçlanma işleminden habersiz olduğu iddia edilemez. Başka bir anlatımla, borçlanma hakkına ilişkin işlemler sigortalının iradesiyle başlatılmış ve bu hakkın doğumu için zorunlu görülmüştür. Yasa borçlanma işleminin başlangıcı ve hakkın doğumu yönünden herhangi bir "tebligat" veya "tebliğ"den söz etmemiş, esasen böyle bir koşula da, gerek bulunmamaktadır. Şu durumda; yasal koşulları taşıyan sigortalının "Borçlanma" için Kuruma başvurduğu tarihte, "Borçlanma hakkı" doğmuş bulunmaktadır. Öte yandan, uyuşmazlıkta ortaya çıkan sorunla doğrudan ilgili olan konuya "borçlanma tutarının" ödenme süresine gelince; bu durumda da Yasa; süreyi kendisi açıkça ortaya koymuştur. Sözü edilen maddenin 3. fıkrasının 2. cümlesinde aynen; "borçlanılan tutarın, bu hakkın doğduğu tarihten itibaren üç yıl içinde ödenmesi şarttır" kuralına yer verilmiş ve herhangi bir tebligat veya bildirimden söz edilmemiştir. Esasen; borçlanma hakkının doğum tarihi, kişinin açık iradesine bırakıldığına ve bu yönden Kurumun bir rolü bulunmaması karşısında, bu üç yıllık sürenin son derece açık olduğu ve bir bildirime gerek bulunmadığı ortadadır. Kaldı ki, "üç yıllık" bu süre, oldukça uzun sayılabilecek ve kolayca ihmal edilebilecek bir süre de değildir. Bu arada, ilave edilmelidir ki, sigortalının ödeyeceği borçlanma tutarı dahi, Yasanın sözü edilen 2. fıkrasının birinci cümlesinde gösterilmiştir. Sonuç olarak, geçici 1. maddeden yararlanmak ve borçlanma isteyen bir sigortalının ödeyeceği miktarlar, başvuru ve ödeme süreleri Yasaca açıkça ve yoruma gerek bırakmayacak biçimde belirlenmiştir. Kurum'un borçlanma hakkının doğumu yönünden, herhangi bir tebliğ yükümlülüğü bulunmamaktadır. Yalnız, sosyal güvenliğe ilişkin olması nedeniyle, sigortalıya, açıklayıcı kimi bilgileri verme yükümünün varlığı kuşkusuzdur. Aksine görüş, Yasanın borçlanma ilkesine ve amacına ters düşer ve hakkı kötüye kullanma isteyenler yönünden yasada işlenmeyen boşluklar ortaya çıkarır.
Dava konusu olayda, davacı sigortalı, 1.3.1988 tarihinde mecburi sigorta kapsamına girmiş ve yasanın yürürlük tarihinde yaş koşulunu haiz olması nedeniyle, iki yıl içerisinde, 10.5.1988 tarihinde borçlanma talebinde bulunmakla bu hakkı doğmuştur. Şu duruma göre, davacının, "10 yıllık" borçlanma prim bedellerini, 10.5.1988 tarihinden itibaren üç yı1 içerisinde defaten veya taksitle ödeme yükümlülüğü ortaya çıkmıştır. Nitekim, sigortalı da dosya içerisinde mevcut 10.5.1988 günlü belge ile borcunu üç yı1 içerisinde ödeyeceğini açıkça kabul etmiştir. Nevar ki, sigortalı, Yasanın açık ve kesin biçimde ortaya koyduğu önel ve zorunluğu bir kenara iterek, altı yıl gibi bir süre, Kurum'a primlerini ödememiş ve yükümlülüklerini yerine getirmemiş, yıllar sonra 1994 yılında, borçlanma bedelini yatırmak suretiyle, borçlanma hakkının tanınmasını istemiş ve istemine gerekçe olarak, Kurumun kendisine borçlanma hakkıyla ilgili herhangi bir tebligatta bulunmamasını göstermiştir. Yukarda gösterildiği üzere, davacıya; Yasada yer almayan bir Kurumu tanımak ve borçlanma hakkını kötüye kullanma yolunu açmak, yasaya açıkça aykırılık oluşturur.
Kimi yasalarda borçlanmaya yönelik "tebligat"la ilgili açıkça düzenlemeler yer almıştır. Örneğin, 2167 sayılı Yasayla 506 sayılı Yasaya "geçici madde 68" olarak eklenen düzenlemede; "tebligat" konusu açıkça yer almıştır. Aynı biçimde; 506 sayılı Yasanın geçici 58. maddesinde dahi bu tür düzenleme mevcuttur. Oysa, 2926 sayılı Yasada bu tür tebligatla ilgili hüküm, açıklanan nedenlerle yer almamıştır.
2- Nevar ki, tebligatın bir an için zorunlu olduğu ve yöntemince yapılmadığı kabul edilse dahi, bu kerre, ortaya, davacı sigortalının hukuk ve yasalarca korunması mümkün olmayan davranışı ortaya çıkmaktadır. Davacı, borçlanma istemini ve yasal işlemlerini 1988 yılında tamamlamış ancak yıllarca, yükümlülüğünü yerine getirmedikten başka, hakkını aramaktan da ısrarla kaçınmıştır. Aynı durumda bulunan ve günün koşullarına göre ödenmesi zorunlu prim bedellerini zamanında ödeyen diğer borçlular yanında, yükümlülüğünü yıllarca yerine getirmeyen bir kimseye borçlanma imkanlarını tanımak hukuksal dengeleri alt üst eder ve iyiniyet kurallarıyla bağdaşmaz.
Nitekim, Hukuk Genel Kurulu kısa bir süre önce, benzer bir olayda davacının borçlanma hakkını kabul etmemiştir. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin kimi kararlarında aynı görüş benimsenmiştir.
3- Borçlanma imkanının, yasanın öngörmediği biçimde genişletilmesi Türk Sosyal Güvenlik sistemiyle de çelişir ve bu sistemi gerçekleştirmekle yükümlü Sosyal Güvenlik Kurumlarını darboğaza sokar. Gerçekten, sosyal güvenlik sistemini, bir kısım yurttaşlar yönünden yerine getirmekle, kısa adı Bağ-Kur olan Kurum, tamamen prim esasına göre çalışır ve kapsamında olan sigortalılarda önceden aldığı primlerle hayatiyetini korur ve görevini yerine getirir. Sigortalılar prim borçlarını ilişkin olduğu yılın belli dönemlerinde ödemek zorundadırlar. Süresinde ödenen bu primler Yasanın 32. maddesinde gösterilen şekilde değerlendirilir ve kurum mali yönden güçlü tutulmaya çalışılır. Borçlanma sisteminin esasen kendisi bu sisteme aykırıdır. Dönemler halinde peşin ödeme esasının hakim olduğu ve kabul edildiği bir sistemde geriye doğru on yıllık prim borcunun bir defada veya ileriye yönelik üç yıllık dönemde taksitlerle ödenmesi, kurumu zorlayacak bir uygulamadır. Nevar ki, istisnai de olsa bu yöntem, ileri yaştakiler için kabul edilmiş ve kendilerine "kısa yoldan" emekli olabilme yolu tanınmıştır. Ancak, Kurum'un zorlanacağı düşünülerek, borçlanma süresi ve bedelin ödeme dönemi yasaca, bizzat gösterilmiş ve hakkın kötüye kullanılması engellenmiştir. Gerçekten, dava konusu olayda olduğu gibi, süresinde ödenmesi halinde bir değer taşıyan ve 10 yıllık prim bedeli karşılığı 786.240.- TL.'nin yıllar sonra, para değerinin büyük ölçüde kaybedildiği bir dönemde ödenmesi ve bu tür bir sistemin kabulü sosyal güvenlik kurumunun kaynaklarını kısa sürede tüketir. Nitekim olayımızda sigortalının 10 yıllık borçlanma prim hakkına karşılık ödeyeceği miktar sigortalının hemen emekli olması halinde kendisine ödenecek bir aylık yaşlılık aylığının dahi altında olmaktadır. Böyle bir neticenin ortaya çıkacağı sistem ise sosyal güvenlik yasalarının bugün iç4n kabul edemeyeceği bir uygulama olur.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, yerel mahkeme kararının o n a n m a s ı görüşündeyim.
Utkan ARASLI
Üye