 |
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E: 2005/598
K: 2005/847
T: 03.02.2005
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, dava konusu Merkez İlçe, Kızlar Köyü, 336 parsel sayılı taşınmazda 3/60 pay maliki olduğunu, "tapuda intikal işlemlerini" yapmak üzere davalı Mustafa nın 23.07.1986 tarihinde vekil tayin edildiğini, davalının vekalet görevini aşarak payını devrettiğini, gerek davalı Mustafa, gerekse payı satın alan diğer davalıların kötüniyetli olduklarını ileri sürerek, vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeniyle davalılar adına olan payın iptali ile adına tesciline ya da fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000.000.000 Tl. tazminata karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, vekaletnamede satış yetkisi bulunduğunu, bu nedenle satış işlemlerinin hukuken geçerli olduğunu, satıştan 13 yıl sonra açılan davada davacının kötüniyetli olduğunu belirterek zamanaşımına uğrayan davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, vekaletnamenin satış yetkisini içerdiği, satışın 1990 tarihinde öğrenildiği, davanın zamanaşımına uğradığı, 13 yıl sonra dava açılmasının Medeni Kanunun 2. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı.Dosya incelendi.
Gereği görüşülüp, düşünüldü :
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden toplanan delillerden; davacının kayden paydaşı bulunduğu 336 parsel sayılı taşınmazındaki payının 1986 tarihli vekalete dayalı
olarak vekil Mustafa tarafından 1999 tarihinde Necati isimli şahsa satış suretiyle devredildiği, daha sonra taşınmazın muhtelif eldeğiştirmelerle son olarak davalılardan Sadun'a intikal ettirildiği görülmektedir.
Davacı, ilk temliki işlemin vekalet görevi kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirildiğini sonraki kayıt maliklerinin de kötüniyetle taşınmazı edindiklerini ileri sürmüş, ancak mahkemece iddia doğrultusunda yeterli araştırma yapılmamıştır.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin 1. fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Nevarki, 3. kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) gözönünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötüniyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; öncelikle davada dayanılan hukuki sebeple açılan davaların herhangi bir süreye tabi bulunmadığı düşünülmelidir. Ayrıca mahkeme tarafından çekişmeli taşınmazdaki temliklere dair akit tabloları getirtilmemiş, çekişmeli taşınmazın temlik tarihlerindeki gerçek değeri saptanmamıştır. Bunun yanında ilk elden sonraki malikler yönünden iyiniyet araştırması da yapılmamıştır. Noksan soruşturma ile hüküm kurulamaz.
SONUÇ: Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilkeleri kapsar biçimde ve belirlenen olgular da gözetilerek gerekli inceleme ve araştırmanın tamamlanması ve ondan sonra hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 3.2.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.