 |
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E: 2003/1674
K: 2003/2292
T: 05.03.2003
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
4721 s. Mk/9, 10, 13, 15,409
1086 s. HUMK/286
Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, murisleri Ahmet'in kız çocukları olarak kendilerinden mal kaçırmak amacıyla erkek kardeşleri olan bir kısım davalıların kandırmaları sonucu 100,370 ve 519 parsel sayılı taşınmazların satışı için verdiği vekaletname ile.ölümünden kısa bir süre önce anılan taşınmazları sattığını, ancak murisin aklı melekelerinin yerinde olmaması nedeniyle vekaletname ve bu vekaletnameyle yapılan satışların batıl olduğunu, yine terekeden para çıkmadığı gibi, taşınmazların çok değerli olduklarını iddia ederek, payları oranında tapu iptali ve tesçil veya tenkis isteğinde bulunmuşlardır.
Davalı Nuriye, 370 ve 100 parsel sayılı taşınmazları murisin Adli Tıp Grup Başkanlığından alınan rapor ile eşine verilen vekaletname gereğince bedelini ödeyerek satın aldığını, bir kısım bedel için çek verildiğini, satışın gerçek olup, kardeşler arasındaki ilişkiyi bilmediğini, iyi niyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Dahili davalı Süleyman, tapu kaydında yaptığı araştırmalar sonucu herhangi bir sınırlama olmaması nedeniyle tapu kaydına güvenerek iyi niyetle 370 ve i 00 parsel sayılı taşınmazları davalı Nuriye' den satın aldığını ileri sürerek davanın reddini istemiştir.
Diğer davalılar davaya cevap vermemişlerdir.
Mahkemece, tanıkların murisin yaptığı temlikIerde muvazaa olduğu yönünde ve murisin akli melekelerinin yerinde olmadığı yolunda bir beyanda bulunmadıkları, mirasçı olmayan kişilere yapılan satışlarda muvazaa olmadığı gerekçesiyle sabit olmayan davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacılar vekili tarafından süresinde temyizi üzerine Tetkik Hakimi Sevinç Türközmen'in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırdedebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun" fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fıilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir" biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit) olmayı kabul ederek" ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. " hükmünü getirmiştir. "Ayırtım gücü" eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde" yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir." denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca yırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, . söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinın bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay lçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuk bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınmadı varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.'nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin "rey ve mütalaası" hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıı zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıı zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıı hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi, miras bırakanın vekaletnamenin düzenlendiği ve akdin tanzim tarihlerinde ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde vekalet görevinin kötüye kullanılması ve muvazaa iddialarının da incelenip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerden ötürü,
H.U.M.K.'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine 5.3.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.