 |
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E: 2002/3822
K: 2002/4558
T: 10.4.2002
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- VEKALET GÖREVİNİN KÖTÜYE KULLANILMASI
- TAPU İPTALİ VE TESCİL
ÖZET: l- Vekil edenin yaran ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil BK.nun 390/1. maddesi uyarınca sorumludur.
2- Vekil ile sözleşme yapan kişi MK.nun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi, bu husus vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklan etkilemez.
3- Ancak vekil ile sözleşme yapan kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içinde ise, veya körü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, MK.nun 2. maddesinde belirtilen dürüstlük kuralının doğal bir sonucu kabul edilmeli ve hakim tarafından resen gözönünde tutulmalıdır.
(818 s. BK. m. 390/1-2)
(4721 s. M K. m. 2,3)
Davacı tarafından, davalı aleyhine açılan davada, mahkemece verilen karar süresinde temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü. Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, satış işlemlerinin resmi memur huzurunda usulüne uygun olarak yapıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Nevarki, verilen hükmün dosya içeriğine ve dayanılan hukuki sebebe uygun olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.
Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlan-dırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Nevarki, üçüncü kişi vekille çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) gözönünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; dava konusu bağımsız bölümün davacı adına kayıtlı iken 11.8.1995 tarihli vekaletnameye istinaden davacının annesi olan davalı Emine tarafından 28.12.1998 tarihinde torunu olan öteki davalıya satışının yapıldığı, daha sonra anne Emine'nin 11.1.1999 tarihinde taşınmazı tekrar kendi üzerine aldığı, davalılar anne ve torununun alım güçlerinin bulunmadığı yaptırılan zabıta araştırması ile sabittir. Toplanan deliller yukarıda açıklanan ilkeler ışığında değerlendirildiğinde davalılar tarafından el ve işbirliği içerisinde hareket edildiği ve vekalet görevinin kötüye kullanıldığı anlaşılmaktadır
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Davacının temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 10.4.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.