 |
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E : 2001/10578
K : 2002/2892
T : 6.3.2002
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- TEMİNAT MUKABİLİ TEMLİK
- TAPU İPTALİ VE TESCİL
- İNANÇ SÖZLEŞMESİNİN İHTİVA ETTİĞİ ŞARTLARDAN BİR KISMININ BUTLANLA GEÇERSİZ (MALÛL) OLMASININ DİĞER ŞARTLARA TESİRİ
* ÖZET: Teminat mukabili temlike konu çekişmeli taşınmazın sicil kaydının alman borcun ifası mukabili iptali ve tes-, çili istemi ile açılan davada, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı Yargıtay inançları Birleştirme Kararında ön görülen ispat koşulunu içeren, taraflarca kararlaştırılan sözleşmede (protokolde) yer verilen kişisel veya ekonomik hürriyeti kabul edilemez derecede ya da olağanüstü bir biçimde sınırlayan, borçlunun kişilik ve bekası için zorunlu olan koşulları olağanüstü şekilde tehlikeye düşüren, katlanılamaz ve çökertici boyutlara ulaşan "fiat farkı" namı altındaki edimin Borçlar Kanununun 20/2 maddesi hükmü karşısında; davacı yönünden bağlayıcı olduğunu söyleyebilme olanağı düşünülemez.
(818 s. BK. m. 19/1 -2, 20/1 -2)
(YİBK., 5.2.1947 tarih ve 20/6 s.)
(YİBK., 14.1.1948 tarih ve 20/2 s.)
Davacı tarafından, davalı aleyhine açılan tapu iptali, tescil ve birleştirilen elatmanın önlenmesi davasında yapılan yargılamasında, mahkemece davanın reddine, birleştirilen davanın kabulüne dair verilen karar davacılar (karşı davalılar) vekili tarafından temyizi üzerine dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Davalardan ilki, taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil; karşılık dava ise çaplı yere elatmanın önlenmesi isteğine ilişkindir. Çekişmeli taşınmazın davacılar adına paylı mülkiyet üzere tapuda kayıtlı iken (davacılardan Vehbi ile davalı arasında düzenlenen 17.12.1997 tarihli "satış protokolü" başlıklı yazılı belge içeriğinden) 30.000 dolarlık borç para karşılığı davalıya temlik edildiği, ileride borç ödendiğinde taşınmazın iade edileceğinin kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Davacılar söz konusu borcu ödemek istediklerini, ancak protokolde öngörülen aylık 1.500 dolar "fiat farkı" nam altındaki faizin fahiş olduğunu, (Ödünç Para Verme işleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname) uyarınca belirlenecek en yüksek faizi ödemeye hazır olduklarını bildirmişlerdir. Görüldüğü üzere, yanlar arasındaki uyuşmazlık satış protokolünde sözü edilen "fiat farkfna ait hükmün geçerli olup olmadığı hususunda toplanmaktadır.
Hemen belirtmek gerekirki, yasa koyucu, borç doğuran akitlerin kapsamını belirlemede akit serbestisi ilkesini benimsemiştir. (B.K.nun 19/1.) Aynı maddenin 2. fıkrasında da "emredici kurallara, ahlaka (adaba) yada kamu düzenine veya kişisel haklara aykırı bulunmadığı sürece iki tarafın yaptığı sözleşmelerin geçerli olacağı vurgulanmıştır. Bunun yanısıra, BK.nun 20. maddesinde "Bir akdin mevzuu gayri mümkün, veya gayri muhik yahut ahlaka (adaba) mugayir olursa o akit batıldır.
Akdin muhtevi olduğu şartlardan bir kısmının butlanı, akdi iptal etmeyip yalnız o şart lağvolur, denilmektedir.
Gerçekten, hükümsüz olup, geçerli hale getirilemiyen işlemler batıl olup; resen nazara alınır. Yenilik doğurucu bir dava biçiminde butlan davası açmak zorunlu değildir. Butlanı dermeyan eden kişi davacının o konuda bir hakkının mevcut olduğunu kabul etmiyor demektir. Butlan niteliği itibariyle mutlak sonuç doğurur. Keza butlan, akdin bir bölümüne ilişkinde olabilir. Burada akdin yorumu değil; yanların varsayılan iradelerine dayalı olarak sözleşmenin yeniden oluşması söz konusudur, (...muteber kısım, gayri muteber kısım sebebiyle gayri muteber olmaz "utile per inutile non vitiatur"...) Belirtilen ilkenin doğal sonucu olarak geçerli olmayan kısım, zamanla geçerli halede gelemez. 14.1.1948 tarih 20/2 sayılı inançları Birleştirme Kararına göre "kanuna ve ahlaka aykırı akitlerin belli edilmesinde BK.nu hükümleri yanında diğer mevzuatın da gözönünde bulundurulması gerekir"
Emredici hukuk kuralları, uyulması zorunlu kurallardır. Yasaya aykırılık durumu, özellikle cezayı gerektiriyorsa, borçlu tarafından tahahhüt edilen hareket tarzı batıl olur. Ahlak ve adaba aykırılıkta amaçlanan sosyal ve ekonomik ahlaktır. Dürüst ve doğru insanların ortalama görüşlerine göre saptanmalıdır. Hatta ahlak ve adaba aykırı sonuç doğuran yada kolaylaştıran borçlan-dırıcı akitlerde batıl sayılmalıdır. Ayrıca kişisel veya ekonomik hürriyeti kabul edilmez derecede yada olağanüstü bir biçimde sınırlayan sözleşmeler ahlak vn ııduba aykırı düşer. Sözleşmeye bağlanan sınırlamalar, borçlunun kişilik vrı hnktısı için zorunlu olan koşulları olağanüstü şekilde tehlikeye düşürmemeli, onun için katlamlamaz ve çökertici bir düzeye gelmemelidir. Yoksa kişi ekonomik özgürlüğünü yitirir ve alacaklının mutlak iradesine tabi duruma gelir. Onun için yasa birçok özel hükümle borçlunun tahammül edilemiyecek borçlarını tenzil ve refedilmesine izin vermiştir.
Somut olayda, borçlu davacı Vehbi'ye verilen miktar 30.000 dolar olup, her ay için 1500 dolar faiz ödenmesi istenmektedir. Anılan meblağın yıllık olarak hesaplanması durumunda faiz 18.000 dolara yani ana paranın %60 gibi fahiş bir oranına ulaşmaktadır. Ülkemizde enflasyonun vardığı yüksek oranlar gözönünde tutulsa dahi bu rakamın yıkıcı bir sonuç doğuracağında kuşku yoktur. Öte yandan halen tüm özel ve kamusal bankalarda dövize uygulanan yıllık faizin %5-6 düzeylerinde kaldığı da bir gerçektir.
Yukarıda değinilen ilke ve olgular bir bütünlük içerisinde değerlendirildiğinde, sözleşmeye "fiat farkı" nam altında konulan edimin geçerli olamıyaca-ğı ve butlan kapsamına gireceği açıktır,
Hal böyle olunca, sözleşmedeki ana para ve davacıların kabulündeki faiz oranı dikkate alınarak hesaplama yapılması, saptanacak miktarın davacılara depo ettirilmesi suretiyle iptal ve tescil davasının kabulüne, karşılık davanın ise reddine karar verilmesi gerekirken, mahkeme kararında belirtildiği üzere işlem yapılarak yazılı şekilde ilk davanın reddine, karşılık davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir. Davacıların temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 6.3.2002 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
inanç sözleşmesi, inanla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşın-, mazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan MK.nun 873.(788.eski) maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel Kurulunun 23.5.1990 gün ve 1990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.
Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıkı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (Borçlar Kanunu mad.81) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de Borçlar Kanunun 19 ve 20. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
inanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi "ifa uğruna edim" olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendisine özgü bu ak-din tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamıyacağı izahtan varestedir.
Eldeki davada geçerli bir inanç sözleşmesinin bulunduğu anılan sözleşmenin 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı içtihatları birleştirme kararında öngörülen isbat koşulunu içerdiği tartışmasızdır.
Ayrıca, sözleşmeyle borç için ödeme zamanı belirlenmediği, bir vade tayin edilmediği de sabittir. O halde, taraflar arasındaki çekişmenin, daire ve Hukuk Genel Kurul kararlarında da yerleşik olarak benimsendiği üzere olayda uygulama yeri olan BK.nun 81. maddesi uygulanmak suretiyle çözüme kavuşturulacağında kuşku yoktur. Esasen bu husus, hem yerel mahkemenin, hern de değerli çoğunluğun kabulündedir.
Bilindiği üzere BK.nun 81. maddesi; iki taraflı bir akitte, diğerini ifaya davet etmek isteyen kimse, ya borcunu ifa etmiş veya ifasını teklif etmiş olması gereklidir hükmünü taşımaktadır. Yasada ifadesini bulan "iki taraflı bir akiften amacın da, aynı yasanın 1 ve 19. maddeleri hükmünce tarafların serbest iradeleri ile oluşan, yasalara veya yasaların emredici kurallarına, ahlaka, kamu düzenine aykırı olmayan sözleşmeler olduğu kuşkusuzdur. Bunun yanısıra konusu imkansız olan veya hukuka yahut adaba aykırı bulunan akitlerin butlanla geçersiz sayılacağı da yasanın 20. maddesinde dile getirilmiştir.
Değinilen düzenlemeler karşısında, somut olay irdelendiğinde; taraflar arasında akdolunan ve teminat amaçlı temlik ilişkisini düzenleyen 17.12.1997 tarihli inanç sözleşmesinin, BK.nun 1, 19 ve 20. maddelerinde öngörülen ak'it serbestisi çerçevesinde oluşturulduğu, butlan sonucunu doğuran olumsuzlukları içermediği, taraflarını bağlayan geçerli bir sözleşme olduğu tartışmasızdır. Nitekim, davacı bu sözleşmeye dayanarak hak talebinde bulunmuş davalı da çekişmenin aynı sözleşme uyarınca çözümlenmesine karşı çıkmamıştır.
Nevarki, mahkemece, olayda uygulama yeri olan BK.nun 81. maddesi gözetilerek sözleşme hükümlerine göre davacıya yapılan ifa teklifi önerisi, (davacıya davalıdan aldığı borç ve ödeme gününe kadar ulaştığı meblağı mahkeme veznesine yatırmasına ilişkin ara kararı) gerekleri davacı tarafından yerine getirilmemiş, böylece davacının söz konusu yasa hükmünden yararlanma olanağı ortadan kalkmış, dava reddedilmiştir.
Karar, sayın çoğunluk tarafından, inanç sözleşmesinin, ikinci paragrafı ile öngörülen ödeme hükmünün, ülkenin ekonomik koşulları dikkate alındığında davacı bakımından katlanılmaz ve çökertici boyutlara ulaştığı bu nedenle butlanla malûl olduğu nedeniyle kabul edilemez bulunduğu sonucuna varılarak, sözleşmedeki ana paraya davacı kabulündeki faiz oranı uygulanmak suretiyle hesaplanacak meblağın hükme esas alınması gerektiği şekilde düzeltilip, sözleşmeye müdahale edilmek suretiyle bozulmuştur.
Öncelikle, bir dava ve talep olmaksızın, koşulları da bulunmadığı halde hakimin, tarafların serbest iradeleri ile oluşturdukları sözleşmeye müdahale edemiyeceği inancındayız.
Diğer taraftan, yukarda değinilen ve akdin butlanını düzenleyen BK.nun 20. maddesinin ikinci fıkrası, ilk fıkrada sözü edilen noksanlık (butlan hali) akdin sadece belli bölümüne ilişkin ise, akdin tamamının değil sadece bu bölümünün geçersiz olacağını hükme bağlamıştır.
Bu durumda, temelde geçerliliği kabul edilen 17.12.1997 tarihli sözleşmenin ancak, borç verilen paranın getirişine ilişkin ikinci paragraf hükmünün butlanının tartışılabileceği kuşkusuzdur. Ancak, değerli çoğunluk bir yandan bu hükmün geçersizliğini kabul ederken, diğer yandan zimnen ayakta tutarak tarafların iradesine uymayan ve onlara rağmen yasal dayanağı bizce bulunmayan yeni bir düzenleme ile mahkeme kararını bozmasının doğru olmadığı, hükmün onanması gerektiği inancıyla sayın çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Üye Orhan Uzgören (muhalif)
Üye Yavuz Öztürk (muhalif)