 |
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2000/3926
Karar No: 2000/4205
Tarih : 12.04.2000
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Davacı tarafından, davalı aleyhine açılan tapu iptali, tescil davasının yapılan yargılamasında, Mahkemece davanın reddine dair verilen kararın, davacı vekili tarafından temyizi ürerine dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR
Davacı, davalı kardeşi ile aralarında yaptıkları anlaşma davalının 2 nolu parselden kendisine pay devredeceği, kendisinin 7 nolu parselden davalıya bir daire vereceğinin kararlaştırıldığını kendisinin edimini yerine getirmesine rağmen davalının anlaşmaya uymadığını ve payını dava dışı şirkete devrettiğini, kendisinin, davalı kardeşine satış yoluyla temlikini gerçekleştirdiği çekişmeli dairesini gerçekte bedelsiz olarak ve aralarındaki anlaşma nedeniyle devrettiğini ileri sürerek muvazaalı temlik nedeniyle satışın iptalini ve çekişmeli dairenin adına tescilini istemiştir.
İddia, değinilen niteliği ve içeriyi itibarıyla taraf muvazaası yönünden bir soruşturmanın ve değerlendi meni n yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
Bilindiği üzere; Muvazaa kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak bazen aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa) . Veya gerçek iradelerine uygun olarak yaptıklar; sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile muvazaa) Yanlar, ister salt, bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla, sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşmede tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir.
Her ne kadar muvazaayı düzenleyen B.K.nun 18. maddesinde ve öteki kanun hükümlerinde muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçları hakkında bir açıklık bulunmamakta ise de; taraflar arasında alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı, muvazaanın varlığının hiçbir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurulması gerektiği, belirli bir sürenin geçmesi, sebebin ortadan kalkması veya ilgililerin olur (icazet) vermesi ile geçerli hale gelmiyeceği, uygulamada ve bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmektedir.
Hemen belirtmek gerekirki, muvazaa nedeniyle geçersiz, sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da Medeni Kanunun 933. maddesine göre iptali gerekir. Ayrıca muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşai) bir hüküm değil, açıklayıcı (ihdası) bir hüküm durumundadır.
Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardıl: (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teban dava açan kişi Medeni Kanunun 6.maddesi gereğince bu iddiasını ispat ermek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288 ve 290. maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı kanunun 293. maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi muvazaanın yazılı delille isbat edilmesi gerekir. Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde dahi olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir.
Somut olayda; gerçekten tarafların bedelsiz bir trompa işlemini amaçladıkları, bu amaç doğrultusunda davacının kendi edimini yerine getirdiği, tapuda satış gösterilmesine karşın çekişmeli dairenin bedelsiz olarak davalıya aktarıldığı, davalının ise karşı pay temlikine yanaşmayıp, payını dava dışı şirkete kayden sattığı, böylece davacının 3. kişi durumundaki şirketten aynen ifayı (payı) isteyemiyeceği anlaması üzerine eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.
Değinilen olgular ise tapudaki temlik öncesi düzenlenen 13.12.1993 tarihli "Karşılıklı taahhütname başlıkla yazılı belge ile kanıtlanmış durumdadır.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme i]e hüküm kurulması doğru değildir.Davacının temyiz itirazı yerindedir.Kabulü ile hükmün
açıklanan nedenlerden ötürü HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine 12.4.2000 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.